28 Haziran 2007 00:00
GÜNLÜK
Gelenektendir seçim vakti yaklaştığında bizim medya ekipleri kurar, yollara düşer
Ekipler görev bölümü yapar.
Gelenektendir seçim vakti yaklaştığında bizim medya ekipleri kurar, yollara düşer
Ekipler görev bölümü yapar.
Kimi parti yöneticilerini yakalar
Partilerin nabzını tutar
Daha alt kadro
Muhabir takımı ise seçmene yollanır.
Git tut bakalım seçmenin nabzı nasıl atıyor?
Onlar da çarşıya pazara çıkar.
Yakaladığının nabzını tutar.
Bir bakkal
Bir emekli
Bir kadın
Sonra o nabızlar merkezde harmanlanır
Fazlalıklar tıraşlanır
Ortaya dengeli bir tablo çıkar
Ya da yönetmenin gönlünden geçen neyse o.
Ve ya, hemen o ilin tüccar, işadamı tayfasına koşulur.
Seçmenin temsilcisi onlar
Onların derdi seçmenin
Seçmenin derdi onlar ya!
Nasıl oluyorsa
Seçmenin derdi işsizliktir, yoksulluktur, bedava fiyata çalışmaktır.
Patronun derdi de, bedava işgücü Ucuz kredi, teşvik
Böylece işsiz vatandaşın nabzı tutulmuş olur!
***
Oysa yoksul mahallelerde kaç insan aç
Kaç çocuk, mamasız
Kaç hasta, doktorsuz, ilaçsızdır
Şu kavrulan sıcaklarda kaç evde su yoktur
Kaç insan akşama çocuklara ne yedireceğini
Ya da ne yediremeyeceğini kara kara düşünmekte
Böyle dünyaya Böyle düzene Böyle kadere lanetler okumaktadır.
Kaç kişi o gün işten çıkarılmış
Ya da işte çalıştığı halde kaç aydır maaşını alamamıştır?
Kaç bin genç işsizdir?
İş aramaktan genç yaşta umutsuz ve yorgun düşmüş
Genç başakların boynu bükülmüştür?
Ama onların nabzı tutulmaz.
Neden?
Nabızları atmamakta mıdır?
O nabızlar büyüyen, gelişen, çılgınlar gibi koşturan ekonominin anlatılan yüzünü mü yansıtmamaktadır?
Onların yoksul yüzü görüntülere yansıyınca
O yüzler açız diye bağırınca
O çığlıklar imaj mı bozacaktır?
Ortaya konan senaryoya taş mı koyacaktır?
Bu yüzden bakarım ben, seçmenin nabzı denince, karşıda bir patron konuşuyor.
Aç insanlar yok.
İşsiz gençler yok
Yoksul Türkiye yok.
O zaman sorarım, bunlar nabız yerine başka bir şeyi mi tuttular?
Yücel Sarpdere