01 Temmuz 2007 00:00

ARA SIRA

Yıl 1989’du, ülkenin bir bölümünde adı konmamış bir savaş sürüyordu. İnsanlarımız ölüyor, toplum, bu duruma ne anlam vereceğini bilemiyordu.

Paylaş

Yıl 1989’du, ülkenin bir bölümünde adı konmamış bir savaş sürüyordu. İnsanlarımız ölüyor, toplum, bu duruma ne anlam vereceğini bilemiyordu. Tam bir kafa karışıklığı ve ruhsal bunalım yaşanıyordu. Güvenlik ve istikrar duygusu kaybolmuş ama insanlar ne yapılması konusunda kararsızdı. Aydınlar şaşkın, üniversiteler suskundu. Her duyarlı yurttaş ve sorumlu bir akademisyenden beklenebileceği gibi bölgeye gidip ne olup bittiğine ilişkin yanıtlar aramaya karar verdim. Temas edecek insanlar aradım. Ortaya çıkan listenin başındaki ilk isimlerden biri Orhan Doğan’dı.
Cizre-Habur yolu üzerindeki avukatlık bürosunun dekorasyonu ince zevki olan bir insanla karşı karşıya olduğumu söylüyordu. Bitişiğindeki evinde yöresel yer minderleri üzerinde uzun sohbetler ve değerlendirmeler yaptık. Beni çok kişiyle tanıştırdı ve bölgeyi gezerken nelere dikkat etmem gereğine işaret ederek “Kürt Sorunu”u anlamamda büyük katkısı oldu.
Radikal değildi ve hiç olmadı. Hep olaylara insani perspektiften baktı. Bir sosyal sorunun en az iki tarafı olduğunu görür ve öyle anlamazsak sorunu çözemeyeceğimize inanırdı. Anlamayana anlatmak, anlatamayana tercüman olma yolunu seçti. Çabaları için hep saygı gördü ama tüm “habercilerin” kaderini paylaşarak ‘kabul’ görmedi. Çünkü sorunun tarafları olarak ortaya çıkanlar olağan siyasetin yöntem ve araçlarını değil, şiddeti benimsemişler ve yok etmeyi yöntem olarak benimsemişlerdi. Bu ortamda barışçı olmak zordu. Nitekim bu barışçı rolü için cezalandırıldı. Bu onu hiç yıldırmadı. Tam on yıl hapiste yattı. Bir kez bile şikayet etmedi; bunu tezlerini meşrulaştıracak bir araç olarak kullanmadı.
Görünümüyle, davranışıyla ve insan ilişkilerinde zarifti. Karşısından aynı özeni ve inceliği çağıran bir yumuşak gücü vardı. Kabalığa ve kaba kuvvete hiç inanmadı. Ne var ki her toplumsal sorunu şiddetle dile getiren ve onu çözmek değil şiddetle bastırmaya koşullanmış bir siyasal kültürün içinden geldiği için hepimiz gibi o da mağdurdu. Ama o mağduriyetini çoğumuzun aksine peygamberane bir vakar ile taşıdı ve alışılmadık bir örnek sergiledi. Dostu düşmanı onda hayran olacak bir şeyler gördü ama düşmanı bunu itiraf edecek cesareti ve dürüstlüğü göstermedi.
Toplumsal barışın, demokrasinin ve özgürlüklerin yoğun emekle elde edilip, korunacağını sözle değil davranışlarıyla göstermek için oradan oraya koşturdu. Yorgun kalbi ve narin vücudu bu kadarına dayanabildi. Kim ne derse desin, o bu ülkenin has ve dürüst bir evladıydı. Sevgisini nutuklarda değil, çabalarında dillendirdi. İstediği her uygar insanın istediği idi: Anlayış, birbirini kabullenme, şiddet dışı ilişkiler ve özgürlüklerin “ötekine” inkar edilen özel haklarla değil, herkesi kavrayacak ve birlikte korunacak bir hukuk sitemiyle sağlanacağına ilişkin sarsılmaz inanç. O bu inancı en zarif biçimde yaşadı ve yaşatmaya çabaladı.
O bir demokrasi ve barış şehididir. Keşke yeni Orhan Doğanlar çıksa da sorunlarımızı birbirimizi yok ederek değil, yaşatarak ve özgürlüklerimizi çoğaltarak çözebileceğimizi söylemeye devam etse. Güle güle zarif dost ve değerli insan.
Keşke “gözün arkada kalmasın” diyebilsem.
Doğu Ergil
ÖNCEKİ HABER

Sıcak gitti sel geldi

SONRAKİ HABER

NOT

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...