01 Temmuz 2007 00:00

SÖZ OLA, TORBA DOLA

Müslüm Gülhan’ın “Fenerbahçe’nin şampiyonluğundan sonra kutlamalarla beraber bazı istek ve talepler ortaya koyulmaya başlandı” sözlerini okurken eskilerin arz ve talep dedikleri şey, böyle bir şey olsa gerek diye düşündüm.

Paylaş

Müslüm Gülhan’ın “Fenerbahçe’nin şampiyonluğundan sonra kutlamalarla beraber bazı istek ve talepler ortaya koyulmaya başlandı” sözlerini okurken eskilerin arz ve talep dedikleri şey, böyle bir şey olsa gerek diye düşündüm. Bir tümcede, “... bazı istek ve talepler ...” diyerek aynı anlama gelen değişik kökenli iki sözcüğün kullanılması, bu istek ve talebin doğal karşılığı olan sunu ya da arzı getiriyordu, ama nasıl? Bir istek vardı da onu karşılamak için mi bir sunu yapılıyordu, yoksa istek olmamasına karşın, siz ancak bundan anlarsınız denilerek salt sunu mu sunuluyordu?
İlki yapılmışsa, yani bir istek karşısında böylesine bir sunu yapılmışsa, istekte bulunanların yanlışı düzeltilmediği için; ikincisi yapılmışsa, yani bir istek olmadan sunumda bulunulmuşsa, okur küçük görüldüğü, aşağılandığı için, yapılan hem yanlıştır; hem de ayıp. Topluma yönelik iş yapan yazıcı, sunucu, yorumcu kılığına girmişlerin bu tür bir arz talep ilişkisi içinde olmamaları gerekirdi. Anlaşılan, hem talebe göre bir arz yapılıyordu; hem de isteğe karşı bir sunu. Bir başka deyişle her nabza uygun şerbet sunuluyordu.
Bu taleplerin içinde bir tanesinin önemini belirtirken de, “Bu taleplerin içinde bir tanesi bence çok önemli bir talep” demesi, taleplerin içinde önemli olan bir tanesinin de talep olması dışında ne olabileceğinin düşündürüyor insana. Kuşkusuz talep olacaktı da, belki istekti o önemli olan talep.
Yandaşlarının böyle bir isteği ve talebi olmasından çok, yönetimin siz ancak bundan hoşlanırsınız düşüncesinden kaynaklanıyor olsa gerek, artık emekliliği gelmiş bir sambacının ülke sınırları içindeki yeşil alanlarda izleyicilere sunulması ya da arz edilmesi. Bu ülke koşullarına göre çok büyük bir paraya hem de. Değer miydi, değmez miydi, kimilerinin dediği gibi ilerleyen günlerde değil, önümüzdeki günlerde ya da gelecek günlerde görülecek. Ne var ki, şimdiden görülen gerçek, sambacının petrol varsılı bir ülkeye geldiğini sanması ve böyle sanmasını gerektiren ortamın yaratılmasıdır.
Çalışmadan aylık alan, yeniden seçildiğinde de aynı aylığı bir kez daha alacak olan milletin vekillerinin olduğu, halkın açlığının, işsizliğinin, eğitimsizliğinin, geçimsizliğinin önemsenmediği bir ülkede böyle bir ortamın yaratılmasına şaşırmamak gerek aslında. Milletin vekili sıkılmadan alır artık vekil olmayacağı günlerin parasını, vekilin devleti de üç kuruş için bırakmaz çalışanının arkasını.
Kapılandığım devletin kapısındaki önemli anılarımdan biridir, ayrılıp askere gittikten on beş gün sonra devletin bir yazısının gelmesi ve o yazıda askere gelmeden aldığım aylığın çalışmadığım günlerinin karşılığı olan bir bölümünün geri istenmesi. Üniversite bitirmiş biri olarak aldığım beş yüz lira aylığın yarısını ödemiştim. O günü anımsayınca, o zamanki devlet şimdi nerede diye sorasım geliyor. Ama salt sorasım geliyor. Sorsam bir yararı olmayacağını biliyorum çünkü.
Vergisi ödenmeyen Avrupa’nın dört milyon tutarındaki yeni parasını bir yılda alacak olan sambacı beyefendinin, ulusal basında söylediği söylenen sözüne göre anlaşılması güç bir de amacı vardır bu ülkeye gelmesinde. Takımından ayrılmasını gençlere şans tanınmasını istediği biçimde açıklamış bizim basına göre. Bu söze İspanya’dan bakıldığında tam bir büyüklük göstergesi. Türkiye’den bakıldığında ise tam bir sömürü felsefesi. Çünkü, bu sözün bir anlamı da “Türkiye’ye geldim, çünkü gençlerin önünü tıkamak istiyorum” olmaktadır. Amaç bu değilse, sanırım, “Takımım beni nasıl olsa gönderecekti, ben de bol keseden veren takımı seçtim” olmalıdır. Ne düşündüğünü kendisinden iyi kimse bilemez kuşkusuz; ama bu sözü gerçekten söylemişse, bunun bilinmeyecek bir yanı yoktur, olamaz.
Belki Mert Aydın bir şey biliyordur diyeceğim; ama onun tek bildiği şeyin bir şey bilmediği gerçeği karşısında bir şey diyemiyorum. Çünkü, kendileri, bu oyuncunun alınmasına ilişkin yorumunda şöyle bir şey söylüyor: “Fenerbahçe bundan sonra onunla Avrupa’da başarı kazanabilir mi bilmem ama dünyada tanınır olmak adına daha iyi bir transfer yapabilir miydi bilemiyorum.” Mert Aydın’ın bu sözünü okumuş olanlar bir şey düşünmüş müdür, düşünmüşse düşündüğünü söylemiş midir, benim düşündüğümü düşünüp dediğimi de demiş midir onu da ben bilemiyorum. Ne var ki, ben de mert bir aydın olarak ve mertçe “Onu bilmiyorsun, bunu bilmiyorsun, sen neyi biliyorsun be kardeşim” diyorum Mert Aydın’a. Hiç değilse, ileri sürülen iki seçenekten birini bilseydi. “... kazanabilir mi bilmem ama...”nın arkasından demesi gereken, “...daha iyi bir transfer yapamazdı...” sözünü diyebilseydi durum nasıl değişik olacaktı. O zaman ben de bir şeyi; hem de iyi bildiğine kendi adıma kesin inanacaktım. Bunu biliyorum.
Benim bildiğim, herkesin bilmesi gerektiği; asıl bilmesi gerekenlerin ise bilmediği bir şey de Madımak sıcaklarının şu günlerde iyice duyumsandığıdır. Bir günün içinin de böyle doldurulduğudur. Yapanlara, yaptıranlara; yapanlara ve yaptıranlara bir şey yapmayanlara... Ne yapılması gerektiğini bilemiyorum.
Üstün Yıldırım
ÖNCEKİ HABER

Bir de duvarlar olmasaydı

SONRAKİ HABER

Federer ve Henin güle oynaya 4. turda

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...