02 Temmuz 2007 00:00
EMEK DÜNYASI
Eskişehirdeki cephanelik evden sonra Ankarada bir cephanelik ev daha ortaya çıktı. Arkasından da Vatansever Kuvvetler Birliği Derneğinin merkez ve şubelerinin de cephanelik gibi kullanıldığı, polis baskınında çıkan bomba silahlarla belirlendi
Eskişehirdeki cephanelik evden sonra Ankarada bir cephanelik ev daha ortaya çıktı. Arkasından da Vatansever Kuvvetler Birliği Derneğinin merkez ve şubelerinin de cephanelik gibi kullanıldığı, polis baskınında çıkan bomba silahlarla belirlendi. Ancak, Vatansever Kuvvetlerle bağlantılı olan internet sitesinde; korkusuz, kendisini parayla satmayacak elemanlar aranmaya devam ediyor.
Son birkaç haftanın gelişmelerine bakılınca şunları görüyoruz:
1-) İstanbul ve Eskişehirdeki operasyonlar çerçevesinde tutuklanan 10 kişinin beşi emekli askerlerdir. Ve yakalanan eski subaylar, konuşmama hakkını kullanmaktadırlar.
2-) Bu evlerde ve Vatansever Kuvvetler Birliği Derneği adlı kuruluşun binalarında çok sayıda silah, patlayıcı, JİTEM kimlikleri ve devletin çok gizli kodlu belgeleri ele geçirilmiştir. Ortaya çıkan silah ve patlayıcıların önemli bir bölümünün, TSKnın depolarından temin edildiği yine ulaşılan bilgiler arasındadır.
3-) Bu çete organizasyonu, kendisini Kuvayı Milliye geleneğine bağlı olarak tanımlamakta, milliyetçiliği ile övünmekte, Cumhuriyeti savunmak için her eylemi yapacağını ilan etmektedir.
4-) Linç kışkırtmalarından suikastlara, Cumhuriyet gazetesine bomba atmaktan Danıştay saldırısına, örgüte gelir sağlamak üzere çek senet mafyalığına kadar geniş bir alanda faaliyet sürdüren bu çete organizasyonu, muhtemeldir ki son derece profesyonelce gerçekleştirilen ve failleri belirsiz kimi kuyumcu soygunlarıyla da bağlantılıdır.
5-) Ortaya çıktığı kadarıyla bile bu kuvvacı çete, Susurluk çetesinden çok daha organize ve eylem alanı da çok daha geniştir.
Ancak, onca bilgi ve belgeye karşın soruşturma, Vatansever Kuvvetler Birliği Derneği ve emekli alt rütbeli (yüzbaşı ve binbaşılar) subay ve astsubaylar ile onlarla işbirliği yapan kimi siviller etrafında dönüp durmaktadır. Örneğin Atabeyler soruşturmasıyla açıkça ilişkisine rağmen soruşturmanın bu boyutunda bir ilerleme olmadığı gibi, sanki böyle bir bağlantı yokmuş gibi davranılmaktadır. Öte yandan Hrant Dink cinayetinde de gündeme gelen JİTEM ilişkisi ve son operasyonların hemen hepsinde ortaya çıkan JİTEM kimlikleri ve bu kimliklerle bir arada anılan emekli General Veli Küçük adı, soruşturma dışında tutulmaktadır.
Dahası bu soruşturmayı yürütmesi beklenen Emniyet ya da savcılıklar ile bu davalara bakması beklenen, dolayısıyla gerçeği ortaya çıkarma iradesi beklenen mahkemeler (yargıçlar) için handikap daha büyüktür. Şemdinli Davasında, Sen misin yüksek makamlardaki kişilere bulaşan diye davanın savcısı Ferhat Sarıkayanın başına gelenler herkesin malumudur. Ve nihayet, Savcı Sarıkayanın iddianamesini benimseyen ve sanıklara 39.5 yıl ceza veren Van Ağır Ceza Mahkemesinin heyetine de mahkemenin en doğal hakkı olan kararında direndiği için sanık avukatlarının isteği üzerine soruşturma açılması, arkasından davasında yargıçların tayin adı altında başka illere sürülmesi, bir çete olayına karşı az çok adaleti savunanların başına neler gelebileceğini göstermiştir.
Burada kuşkusuz ki asıl irade göstermesi gereken ama gösteremeyen AKP Hükümetidir. Kuvvacı çetenin açığa çıkması, elbette AKP Hükümetinin işine gelmektedir. Böylece milliyetçilik üstünden kendisine yüklenen CHP ve askere karşı bir koz elde etmektedir. Ama hükümet, bunu sadece iktidar mücadelesinde bir koz olarak kullanmak istemektedir. Bu yüzden de çete ilişkilerini gittiği yere kadar götürme cesaretini (ve niyetini) de asla kendisinde bulmamaktadır.
Susurluktan beri çete organizasyonlarına karşı mücadele göstermiştir ki hükümetler ya da devletin çeşitli kurumlarından, çetelere karşı mücadelede kararlı, sonuna kadar giden bir tutum beklenemez. Tersine, halk çetelerin peşini bırakırsa, hükümetler şu ya da bu konuda pazarlıklarla çete organizasyonlarının arkasındaki asıl güçlerle uzlaşmaktadır. Susurluk Davasının, az çok siyasilere kadar ve Emniyetin üst yetkililerine kadar varması bile kamuoyu baskısıyla olmuştur. Ve bu halk tepkisi, 28 Şubat müdahalesine yedeklenerek Susurluk Davası, üç-beş kişiye verilen sembolik cezalara indirgenerek kapatılmıştır.
Bugün eğer halk çetelere karşı mücadeleyi demokrasi mücadelesi olarak ele alamazsa, AKPnin çete sorununu, kendisini güçlendiren ve karşıt güç odaklarıyla uzlaşma için koz olarak kullandığı bir araca dönüştürecektir. Bunun sinyalleri de vardır.
Seçim, diğer pek çok şeyin yanı sıra bu konuyu da halk gündemine getirmek için fırsatlar sunmaktadır. Ve bu fırsat iyi değerlendirilirse, çetelere karşı mücadele, Türkiyenin demokratikleşmesinde bir dayanak olabilecektir.
İhsan Çaralan