03 Temmuz 2007 00:00
Kim gavur, dinsiz diyebilir?!..
Uzun zamandır kitap almamıştım. Vitrindeki rengarenk kitapları görünce yemeklere saldıran aç insan gibi içeriye daldım. Elime aldığım kitabın önce ismini okuyor, bildiğim yazarsa seviniyordum.
Uzun zamandır kitap almamıştım. Vitrindeki rengarenk kitapları görünce yemeklere saldıran aç insan gibi içeriye daldım. Elime aldığım kitabın önce ismini okuyor, bildiğim yazarsa seviniyordum. Telaşla bir roman daha aldım. Öner Yağcı Yediveren yazıyordu. O kadar heyecanlandım ki... Çünkü Öner Yağcı ismini yıllar önce Kardelen romanıyla tanımıştım. Bana okumayı sevdirmiş, diğer kitaplarını da zevkle okumuştum. Hemen Yediverenin ilk sayfasını açtım. Eserleri yazılıydı, gururla diğer sayfaya baktım. Bu temmuz türküsünü Sivas yangınında yitirdiğimiz canlara armağan ediyorum diyordu. Birden durdum. Hatta, biraz önce kitabı elime aldığımda duyduğum o sevinç, heyecan gitmiş, yerini yüreğimin kaldıramayacağı ağırlıkta bir hüzün kaplamıştı. Çünkü onlar Türkiyenin sayılı diyebileceğim bir avuç sevgi tohumlarıydı... Yaptıklarıyla değil bizi; doğmayan bebeleri düşünüp bütün insanlığa sevgi elçiliği yapan, bunları yaparken de hiçbir çıkar gözetmeyen neferlerdi. Ama çağdışı insanların yaptıkları affedilemezdi. Aradan yıllar geçmesine rağmen ne zaman isimlerini duysam hâlâ yüreğimden bir şeylerin koptuğunu hissederim. Bedenen yok ettiler ama ışık olup yolumuzu aydınlatmalarına engel olamadılar.
Yazarımızın o sözüyle birden o günü hatırladım. İlk duyduğumda düğündeydim. Kalabalıktan bir bey, sanki normal bir olayı anlatıyormuş gibi Sivasta otel yakmışlar, çok kişi yanmış ve dumandan boğulmuş. İçinde Aziz Nesin isminde bir de yazar varmış, ama ölen çokmuş dedi.
Şenliği daha önce televizyonda duyduğum için Sivas halkının ne kadar şanslı olduğunu düşünmüştüm. Çünkü şenliği düzenleyen ve görev alanların amacı, oraya gelenlerin yüreklerine kardeşlik, barış, hoşgörü, paylaşım ve sevgi ekmenin yanında halkla iç içe olup onlara coşkulu bir gün yaşatmaktı. Hem de fakir-zengin demeden... Din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin... Her şey olur da böylesi güzel duygular taşıyan insanlara bu olamaz dedim. İnanmamakta direniyordum. Konuşmalar fazlalaşınca dayanamadım, eve gitmek için oğlumu kucağıma alıp çıkıyordum ki Aziz Nesini de sözlerine katıp Bırakın ya, o Allahı tanımayan komünistler varsın yansınlar dediğini duydum. Bir başkası Boş verin zaten hepsi de Alevimiymiş, neymiş, iyi olmuş diyordu. Duyduğum her acı sözde sanki başıma balyoz iniyor, beni sersemletiyordu. Ağlamamak için direniyor, konuşmakta zorlanıyordum. Derin derin nefes aldım ve onlara yalnızca şunu söyleyebildim. Sizler insan olamazsınız. İnsan olan ne böyle düşünür, ne de uygular. Siz acının ve sevginin ne olduğunu bilmeyen, kendini bilmez yobazdan başka bir şey değilsiniz!..
Üç beş kişi böyle dese de salon bir anda cenaze evine dönüşmüş, üzüntü ve yas hakim olmuştu. Yazık etmişler o insanlara, az yetişiyor böyle insanlar, memleketimiz için acı kayıplar diyorlardı. Hayatımda ilk kez insan oluşumdan bu kadar utanmıştım. Kafamı kaldırıp kimseyle göz göze gelmek istemiyordum. Keşke o insanlık dışı yorumlar yapan düşünceleri duymasaydım diyerek oradan ayrıldım.
Akrabamızın oğlu rastladı. Madımak Otelini yakmışlar ne olur doğru olmadığını söyle dedim. Üzgün bir şekilde, Doğru, otelde hep sanatçı, şair, yazar varmış dedi. Ölenleri sordum, Tam belli değil diyerek isimler içinde Hasret Gültekini de söyleyince yanından ayrıldım. Yürürken hem oğlumu tutuyor, hem de engel tanımayan gözyaşlarımı silmeye çalışarak Hasret Gültekinin söylediği müziğin sözlerini aklımdan geçiriyordum.
Dünya senin benim değil, hepimizin malı olmalı. Tanrı farklı yaratmadı insanları, neden ayrı olsun halleri? Kimi siyah, beyaz kimimiz. Benzersiz de olsa dilimiz. Susayıp acıkırız hepimiz. Farklı olsa da kimliklerimiz diye devam ediyordu. İnsanlara müziğiyle bu duyguları aşılayan birinin, sanmıyorum ki ölümüne üzülmeyen kalsın. Sadece o değil, orada görev almış her can onun kadar değerli, onun kadar özverili ve onun kadar paylaşımcıydı. Böyle düşünen birine kim dinsiz, gavur damgası vurabilir; ölüm fetvası verebilirdi?
Oğlum bana sarılmış gözyaşlarımı silmeye çalışıyordu. Ona, Bak oğlum, bizim güzellikler içinde yaşamamız için mücadele veren canları sırf çıkar ve düşüncelerine ters geldiği için aydınlık ve sevgiden korkan karanlık, köhne düşünceli insanlar; diri diri yakıyorlar diyerek televizyonun karşısından hiç kalkmadım.
O gün benim ve memleketimin en kara günüydü; öyle de kaldı, yine de yıldıramadılar. Onlar için düzenlenen gecelere katıldım. Ne kadar çok sevenleri varmış, hayran kaldım. Acıyı, sevinci, gururu aynı anda yaşadım; hem mutlu oldum, hem hüzünlendim. Her zaman yüreğimizde onurun simgesi olarak yaşayacak, onları örnek alıp daha bir çoğalacak, düşmanlıklara karşı sevgi ekip kötülükleri yok edeceğiz. Onları yetiştiren ve bu uğurda ölen canlarımızı unutmayan dostlarımıza selam ve saygılarımla.
Gülser Akkaş (İSTANBUL)