06 Temmuz 2007 00:00

ARA SIRA

Bize dayatılan hiçbir şeye evet demek zorunda değiliz! İktidar ilişkileri ve piyasanın gücüyle, olduğundan çok daha fazla önemli ve tek seçenekmiş gibi gösterilen hiçbir partiye, siyasal duruşa yakın durmak zorunda değiliz!

Paylaş

Bize dayatılan hiçbir şeye evet demek zorunda değiliz! İktidar ilişkileri ve piyasanın gücüyle, olduğundan çok daha fazla önemli ve tek seçenekmiş gibi gösterilen hiçbir partiye, siyasal duruşa yakın durmak zorunda değiliz! Bizi, sadece verili olanlara itaat etmeye çağıran, sunulan dar ve çıkmaz alternatiflerin sınırları içinde bir seçim yapmaya zorlayan her şeye ‘hayır’ deme hakkımız vardır! Aklın, bilginin, belleğin, özenin, fark etmenin, vicdanın ve ahlakın, her zamankinden daha önemli olduğu bir süreci yaşamaktayız!
Varoluşlarımızı önemsemeyen, itirazlarımızı toptanlaştırmaya çalışan, gerçek demokrasi isteklerimizi, kurnaz ve etkileyici vaatlerle yönlendirmek isteyen, milletvekili olmayı, geçim ve gelecek garantisi olarak gören hiçbir şarlatanlığa sessiz kalmamalıyız! Bu düzen içinde, bunca çirkinlik ve sefalet, bu kadar azgınlaşmış talan ve sömürü, böylesine yasallaşmış rüşvet ve dokunulmazlık, bu kadar kifayetsiz ve halktan kopuk muhalefet gölgeleri; tercihlerimizin neler ve kimler olmayacağını ya da olacağını, çok açık ve sarsıcı örnekleriyle ispatlamış olmalıdır! Bağımsız olan, bağımsız duran adaylar istiyoruz!
Öteki, çok öteki tercihlerimizin; alanlarını, sınırlarını, sıralarını, adaylarını, bizimle aidiyetlerini ve bize karşı sorumluluklarını, bizi temsil vasıflarını ve haklarını; bize rağmen, bizim dışımızda oluşturma ve gerçekleştirme çabalarıyla da düşünsel, vicdani ve ahlaki zeminlerde, yüreklice hesaplaşmak gerekmektedir! İktidar ve muhalefet ilişkilerini, gerçek demokrasi ve özgürlük adına, adalet ve vicdanın geniş kapılarına yaslanarak yeniden tarif etmeliyiz! Bugünü ve gelişmeleri, derinden ve daima devrimci olarak okumayı unutmadan, belleğimizi ve ruhumuzu taban astarı olarak kullanmaktan vazgeçip tercihlerimizi belirleyecek derin yüzleşmelere açık olup, sahici ve gerektiğinde yapayalnız karşı koyan gövdelerle yeniden buluşmalıyız! Gelecek için, çocukların gözbebeklerinden şahlanan soruların ve bekleyişlerin hatırına, içtenlikle kucaklaşmalıyız! “Buradayım... Hâlâ sözümde...” diyebilenlerle buluşmak... Tümüyle bağımsız duruşlarla buluşmak!

Gerçek demokrasi ve özgürlük adına
Kirlenmiş, kokuşmuş, eskimiş, yıpranmış, sökülmüş, yırtılmış, dikiş ve yama tutmaz bütün kumaşlarla; bu kumaşların çürümüş iplikleriyle, teli kaçmış dokusuyla, kemik sızlatan kokusuyla, nar tanelerini utandıran pazarlanmasıyla, defolu giysileri mahcup eden satışlarıyla ve bu kumaşların köpüklerinde yaşayan bütün tacirlerle, derinden ve daima devrimci olarak hesaplaşmalıyız! Kendisi gibi olanlar ve sadece kendileri için değil diğerleri, başkaları, ötekiler, çok ötekiler, dışlananlar, hor görülenler, yok sayılanlar, aşağılananlar, azınlıklar, ‘bizden olmayanlar’ ve tüm mazlumlar için daima ve her yerde devrimci olanlar ve adaleti temsil eden duruşlar önemlidir! Böylesi bir zamanda; delişmen ve şarabi, romantik ve eylemci, vicdanlı ve yüksek ahlakın özenini kuşanmış, en azından ‘devrimci-demokrat’ karşı koyuşların zamanıdır artık! Yağmura ve rüzgara dokunabilecek kadar temiz kalıp dağların delirmiş gölgesinden ve uçurumların ruhumuzu kamaştıran derinliğinden korkmayan cesur insanların ortaya çıkması ve desteklenmesi zamanı çoktan gelmiştir! Ortak ve bağımsız vicdanlarla buluşmak!

Tümüyle kuşku duymaktayız
Türkiye gibi antidemokratik bir ülkede, demokrasiyle hiçbir ilişkisi olmayan “siyasal partiler ve seçim yasalarıyla”, seçmeni küçümseyen ve sürüleştiren parti programlarıyla, dincilik ve laiklik lastiğiyle gerilmiş sapan taşının şizofrenik-iki kişilik yolculuğuyla nasıl demokratik bir seçim olacaktır? Derinden, çok derinden gelen tarihin uğultusu ve deneyimler yüklü trenlerin karlar üzerinde bıraktığı siyah izler ve vicdanların sesiyle acayip kuşku duymaktayız! Tümüyle kuşkudayız!
Artık duruşlarımızın, davranışlarımızın ve tercihlerimizin sadece bizi değil, yaşadığımız en küçük toplumsal ilişkiden en geniş yaşamsal dokulara dek damgasını vurduğunu görmeliyiz. Dokunma ve sürtünme ilişkisi bakımından, hepimiz eşit ve kaçınılmaz sorumluluk aidiyetlerine sahibiz. Bütün “ötekileştirme” çabalarına ve “başka türlü bir yaşam” kurma arayışlarına rağmen sürtünme kaçınılmazdır! Bu kaçınılmazlık; başka dil, din, kültür, tarih, coğrafya, inanış, düş ve gelecek algısında olanların isteği dışında, “bir aradalığı” da zorunlu kılacaktır! Kılmaktadır da!

Nasıl ve ne şekilde yaşamak istemekteyiz?
Bu dünyada bizi doğuştan şanslı ya da şanssız kılan tragedyalarımızın, seçme tercihlerimizin olduğu yerlerde, tümüyle bize bağlı olarak değişebilmesi mümkündür! Doğarken ismimiz dahil, ailelerimizi, anne-babalarımızı, kardeşlerimizi, akrabalarımızı seçme hakkına sahip değiliz belki. Buna bağlı olarak doğduğumuz evleri, sokakları, mahalleleri, köyleri, kasabaları, şehirleri, ülkeleri, dilleri, dinleri ve kültürleri de seçme hakkımız pek yoktur! Ama yaşamak denilen o azgın ve tutarsız kaosun dinamikleri, bizlere, büyüdükçe unutmamamız gereken her şeyi öğretecektir! Hatta bu süreç, kendi içinden çıkartıp kendisini de yok etmek hakikati üzerine kurulmuş bilginin ve eylemin karşılıklarıyla hayat bulacaktır! Bununla içeriklenerek değişecektir! Seçme hakkımızın olduğu her yerde, tragedyamıza itiraz edebilmemiz ve değiştirebilmemiz mümkündür. Kötülük, tüm halleriyle mutlaka devrilecektir! Devrilmelidir!
Devrimler, belki de böyle bir ihtiyacın tarihe ve şiire yansımasıdırlar. İktidarlar, en çok bu yüzden gelişebilen ve her şeye rağmen değişebilen şeylerden ürkerler! Egemen olmanın ve devamlı kılmanın tüm esası, kontrol edilebilir mazbut bir muhalefet alanı ve ehlileştirilmiş karşı koyuş olanakları yaratmanın aklı üzerine kurulmuş olmalıdır! Seçebilmek hakkımız ve şansımız bu yüzden önemlidir! Nasıl ve ne şekilde yaşamak istemekteyiz? Hepimizi, başlangıç için çağıran ve sonra ayrıştıran böylesi bir sorudur belki. Sorunun kendisi kadar, soranların sahiciliği, yanıtlayanlar ve yanıt hakkının özgürlük ve vicdan sınırları da önemlidir. Bunu gerçekleştirebilme zemini ve olanakları da bir o kadar anlamlıdır kuşkusuz!
Ben kendi adıma; beni kandırmayacak, yalanları akılcılaştırmayacak bir anlayış ve yönetim istiyorum! Herkes için, her yerde, her zaman ve daima en geniş demokrasi, özgürlük, katılım ve temsil olanaklarının yaşamsal kılınmasını istiyorum!
Herkesin seçebilme, seçilebilme ve temsil edilebilmesinin yasal ve hukuksal zeminini yaratabilecek anlayışların ve adayların milletvekili olabilmesini istiyorum!
Meclis’i, belirli bir kesimin güç ve çıkar amacı olarak değil toplumun her kesiminin adil ve eşit olarak temsil edilebildiği, geçici bir kamusal araç olarak görmek istiyorum!
Başka yaşamlar; uluslar, halklar, azınlıklar, bayraklar ve sınırları tehdit etmeyen, her türden ırkçılığa, şovenizme, kışkırtıcılığa, gericiliğe ve ayrımcılığa karşı barış ve kardeşlik esaslarına yüreğini yaslamış, dünya halklarının birliğine ve kardeşliğine sahiden inanmış milletvekillerinin de olduğu bir Meclis istiyorum!

Sadece kendimiz değil hepimiz için
Üretime ve emeğe önem veren, düşünce özgürlüğüne inanan; din, inanış ve vicdan üzerinden sömürü yapmayan; vatan, millet, ezan ve bayrak simgelerini kullanarak, haklı halk muhalefetini içeriksizleştirerek, sürüleştirilmiş oy potansiyeli olarak görmeyen ve güdülemeyen anlayışların Meclis’te temsil edilmesini istiyorum!
Savaşa ve savaş yanlısı her tutuma karşı olabilen, barış ve bir arada yaşamak içtenliğini gerçekleştirebilen; her zaman ve her yerde cesur ve dik, aşkı, romantizmi, sevgiyi, sahiciliği, paylaşmayı, sanatı, kültürü ve çok sesliliği üstlenmiş duruşların Meclis’te olmasını istiyorum!
Türk ve Kürt halkının birlikteliğine ve kardeşliğine inanan milletvekillerinin Meclis’te olmasını istiyorum! Adalet ve vicdan için her yerde, herkese karşı eşit, daima onurlu ve devrimci bir duruşu yaşam biçimi yapabilmiş anlayışların, özenlerin ve tercihlerin Meclis’e girmesini istiyorum!
Gökyüzündeki çelik kartalların güneşi inciten gürültülerinden, sokaklarımızdaki saklambaç oynayan çocuklarımızın sevinçlerini bölen tank işgallerinden ve çıplak ayakları ve dokunuşları ezen postal gölgelerinden uzak düşüncelerin ve tercihlerin Meclis’te yer almasını istiyorum!
Kadınların ve yaşlıların sadece oy ve iktidar için hatırlanmadığı, engellilerin arka odalara kapatılmadığı; cinsiyetçiliğin, indirgemeciliğin ve her tür ayrımcılığın karşısında olunduğu bir Meclis istiyorum!
Bunun için dayatılmış olanlara, çok yüzlü sahtekarlıklara ve sürünen, sefil olanaklara değil sahici tercihlerimizin ne olduğuna önem vermeliyiz! Tümüyle bağımsız tercihlerimize… Seçmek, başta kendi gözlerimize bakmak, yüreğimize dokunmak ve yüzleşmek için temel bir fırsattır! Görmek ve katılmak için geç kalmamalıyız!
Sadece kendimiz için değil hepimiz için! Geç kalmamak gerek! Kendimize geç kalmamak! Değilse; mavi derinlik, karıncalar ve kelebekler, ruhumuz ve uğuldayan hatıralar, bellek ve gelecek, tarih ve gökyüzü bağışlamayacaktır bizleri! Bağışlamayacak!
Asla bağışlamayacak!
* Şair-Yazar
Namık Kuyumcu*
ÖNCEKİ HABER

Fındıkçı yumuşadı ama tepkisini sürdürüyor

SONRAKİ HABER

GÜNLÜK

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...