7 Temmuz 2007 00:00
ARA SIRA
GÜNÜN YAZILARI
Başlıktaki sorunun yanıtı gerçekte Shaeksperin ünlü To be or not to be yani olmak ya da olmamak sözüne eş değer önemdedir. Oysa bu soruya bugüne dek bizim yanıtımız hep olsa da olur olmasa da biçiminde geçiştirme türünden olmuştur. Doğaldır ki her geçiştirme büyük bir geri dönüşü, dört işlemle hesaplanamaz kayıpları içerir.
Yazının başlığı, oyumuzu kime vermeyeceğiz, vermemeliyiz biçiminde olsa yanıtı daha kolay olacaktı herhalde. Örneğin: Bir işyerinde patronla, işçisi aynı partiye oy veriyorsa, bu işte bir sakatlık vardır der, geçerdik. Bir parti lideri şu ya da bu biçimde yıllarca devlet yönetiminde söz sahibi olmuş, şimdi de kalkmış gidişattan yakınıyorsa, burada bir çelişki görünüyor der, rahatlardık. Daha doğrusu, bunca yoksul işsiz varken, meclisinde tek işçi, köylü bulunmayan, sisteme karşı tek söz etmeyen ve ettirmeyenler yeniden oy istiyor, tanıyın bunları der, hedef gösterirdik.
Biz düz vatandaşlar olarak gerçekte çok edepli insanlarız. Belki de vurdum duymaz, ya da zavallı! İş, ekmek, sağlık eğitim, barınak açısından çekilmez hale getirilmiş bu yaşama karşın, kaşarlanmış politik tekrarlara karşı çok efendi davranıyoruz. Yoksulluğun, gerçek demokrasi eksikliğinin dayattığı kaçınılmaz bir sonuç olarak, artan suçlara karşı polisiye önlemleri artıran yasaları bir hamlede yürürlüğe sokanlara tebessümle bakıyoruz. Başörtüsüne sahip çıktığı kadar, dokunulmazlık konusunda verdiği söze sahip çıkmayan, eğitimcilerin sendikal sorununa dönüp bakmayan, 1 Mayıs İşçi Bayramında emekçilerin üzerine polis copu salan iktidarı bile halen alkışlıyoruz. Sivil generalliğe soyunmuş koskoca bir muhalefet parti başkanına rağmen, partisini iktidar alternatifi olarak görebiliyoruz. Çağımızda bir savaşın ne demek olduğunu bile bile!
Bir biçimde iktidar olmuş eski partiler ve partililere, ne yüzle oy istiyorsunuz demek geçmiyor mu içinizden? Hiçbir yeni vizyonları, perspektifleri, ekonomik programları yok. Allah bize, biz de size verelim demekten öte bir ezberleri yok. İşsizlik, açlık, yolsuzluk, yarı resmi kisveye bürünmüş çeteler ortalıkta kol geziyor. Onlar, varsa da sınır ötesi operasyon, yoksa da sınır ötesi operasyon diyorlar. Sanki bu ülkenin başka hiçbir sorunu yokmuş gibi. Bir sınır ötesi operasyonun maliyetini halka sormadan. Çünkü bedeli, operasyona karar verenler değil, görüşü alınmayan halk verecektir.
Geçen gün Hasan Cemal, Baskın Orandan bir alıntı yaptı. Aşağı yukarı sözün özü şuydu: Kürt sorunu PKK sorunu gibi gösterilmek isteniyor. Bir zamanlar işçinin yoksulun hakkını savunanların, doğruyu söyleyenlerin komünistlikle suçlandığı gibi. Ya da, ABDnin kendi ikiz kulelerini vurarak, bunu Müslümanlar yaptı, dediği gibi İnce bir hesapla yarattıkları komünizm öcüsünün yerine siyasal İslamı koymak istedikleri gibi, vb
Eveleyip gevelemeden bu seçimlerde zenginlere bizden oy yok demeliyiz. Böylece kime oy vereceğimiz de ortaya çıkmış olur. Üzülerek izliyoruz ki birçok sanatçı aydın bu konuda susmayı yeğliyor. Olay tarafsız olmaksa, tarafsızlık bu değil. Doğrudan yana olmayan, yanlışa omuz vermiş olurmuş. Bizleri sanatçı, ya da burjuva kaypaklığı ile suçlayanlar bu durumda haklılık kazanabilirler. Güçlüden yana görünerek bireysel çıkar uman Makyavelistler de diyebilirler. Böylesi günler tarih önünde hesap vermek, daha doğrusu kendimizle hesaplaşma günleridir. Bir kez daha haklı, fakat yenilmiş olmamak için sıkı durmak, yani oyumuzun yönünü açık seçik belirlemek zorundayız
Eskiden komünist sözcüğünü ağza almak zordu, şimdi de Kürt! Oysa doktordan yarayı gizlemek sızıyı dindirmezmiş. Kürt sorununun şiddet dışı bir yöntemle çözümünü isteyen sosyalist aydınlar, gerçekte Türkiyenin yaşamsal bir sorununu doğru çözmek isteyenlerdir. Bunun bir yolu da önümüzdeki seçimlerde sol partilerle, derneklerle ittifak ve dayanışma içinde olan DTPye omuz vermekten geçer, desem, yanlış bir şey mi söylemiş olurum? Hayır, yanlış değil tam da doğru bir şey söylemiş olurum, ama, dokuz köyden kovulmayı göze almamız gerekir. Bir sürü sözde vatansever ortaya çıkıp, kimi kutsal terimlerin ardına gizlenerek suçlamaya başlarlar. Kuşkusuz böylesi durumlarda kutsal terimlerin, kötülerin, çıkarcıların son sığınağı olduğu özdeyişini unutarak Sorunu, çağın gelişen elektronik boyutlardaki ince tekniğin verileriyle göremeyenler, gerçekte yurtlarını çok sevmeyenlerdir. Ya da sevdiğini sananlardır. Subjektif niyetleri ne olursa olsun objektif anlamda sevmeyenlerdir demek istiyoruz. Savaş isteyerek ülkeyi Irak bataklığına atmak isteyenler, yoksulu, ezileni, işçiyi ve Mehmetçiği nasıl sevebilir?
Sıra geldi Kör İsmailin öyküsüne: Köy odasında gözleri iyi görmeyen Kör İsmail lakaplı birisine şaka yollu soruyorlar. Senin gözün de görmüyor ama doğruyu nasıl görüyorsun? diye. Kör İsmail doğru sözlü, güler yüzlü, köyün kırk yıl sığırını gütmüş yoksul biridir. Yanıt veriyor: Halil Ağanın gittiği yolun tersine gidiyorum, doğru çıkıyor. Halil Ağa köyün en varlıklısı, ama aynı zamanda en üç kağıtçısıdır. Kışın bir kilo buğday verir, yazın iki kilo olarak geri alır, tefecidir. Devlet adamlarına kuzu keser, bürokrasi ile arası iyidir.
Oyumu Bağımsızlara (tercihini emekten, ezilenden yana koymuş bağımsızlara) vereceğimi en iyi Kör İsmail anlamıştır herhalde
Hasan Kıyafet
Evrensel'i Takip Et