08 Temmuz 2007 00:00

hepsi birbirine benzedi hangisine vereyim?

Mustafa Yaşa aslen Aydınlı bir memur emeklisi. 10 seçimde oy kullanmış. Demokrat Parti ile başlayan sandık serüveninde ANAP, DYP ve son olarak da CHP’ye oy vermiş! AKP’ye oy vermeyi düşünüyor ama emin değil. Yani 63 yaşında ve hâlâ kararsız!

Paylaş

Mustafa Yaşa aslen Aydınlı bir memur emeklisi. 10 seçimde oy kullanmış. Demokrat Parti ile başlayan sandık serüveninde ANAP, DYP ve son olarak da CHP’ye oy vermiş! AKP’ye oy vermeyi düşünüyor ama emin değil. Yani 63 yaşında ve hâlâ kararsız!
“Hepsi birbirine benziyor artık” diyerek kendince kötünün iyisine oy verebileceğini söylüyor.

Emekli maaşı kriteri
26 yıl PTT’de çalışmış Yaşa. Yetmemiş, iki işte çalışmış. 12 yılda İzmir’de bir ev sahibi olabilmiş böylece. Şimdi yaşına rağmen emekli maaşı yetmediği için inşaat işlerinde çalışıyor, elektrik tesisatı döşüyor. Siyasi parti seçimlerinde “emekli maaşı ve enflasyon” oranlarının etkisi büyük. Oy verdiği partilerden yaşadığı hayal kırıklığında, bir türlü geçime yetecek emekli maaşı alamamasının rolü de büyük.
“Biz zaten doğduğumuzdan beri geçinemiyoruz. Ben 1968’de göreve başladım, bildim bileli hep açız. Biliyorum AKP de zam yapmıyor emekli maaşına. Hangisi yaptı ki? Zam verdiler enflasyon çıktı, ne fark etti? Maalesef kötünün iyisi. Yoksa şu anda gönlüme göre bir parti yok. Oy günü ne zaman giderim, o zaman karar vereceğim” diyor.

‘Sabit fikirli değilim!’
“Çok seçim gördüm. Demokrat Parti’yi denedik ilk önce. Aydınlıyım ben ondan. ANAP’a verdik, DYP’ye verdik. CHP’ye verdim 2002’de en son” diyor. Sağ partilerden sonra nasıl CHP’ye oy vermeye karar verdiğinin cevabı ise muğlak: “Bir tesir altında kaldım herhalde, hatırlamıyorum! İcraatları çok kötü olduğu için de vazgeçtim bu sefer. Deniz Baykal’ın çekilmesi lazım, başka birinin gelmesi lazım. CHP’liler de öyle düşünüyor. Laflarının, propagandalarının cazibesine kapılıyorsun. Ama kapılmamak lazımmış. Valla CHP’ye bir sefer verdim, hayatta bir daha da vermem.”
Verdiği oyların hepsinden de hayal kırıklığına uğramı: “Oy verdiklerinin seçimden önce söyledikleri hiçbir zaman gerçekleşmedi. Her şeye zam geliyor. Yoksa benim maaşa on misli zam yapsa dahi yine yetmiyor, yine yetmiyor. Her zaman hayal kırıklığı yaşadık. O kadar seçim gördük, ne değişti memlekette? Hiçbirinin birbirinden farkı olmadı hükümetlerin. İnsanların kafasını karıştıracak şekilde propagandalar oluyor yani. bu yaştan sonra hiç kimse beni etkilemiyor. Hepsini gördük, iki anahtarınız olacak gördük, her mahallede milyoneri gördük. Bugüne kadar söyledikleri hiçbir söz yerine gelmedi yani.”

CHP-MHP koalisyonu bile konuşulduktan sonra!
Bu seçimde en çok şaşırdığı şey ise gazetelerde CHP-MHP koalisyonunun konuşulması olmuş.
“Yahu bu düşünülebilir mi? Tamamen zıt” diyor ama hemen ardından da ekliyor: “Hangisinin farkı kaldı ki ama şimdi? Hepsi birbirine benzedi.”

1877’den bugüne seçimlerin tarihi
1877’den günümüze kadar yapılan Meclis seçimleri, düzenleniş biçimleri ve seçmenlerin katılımı bakımından oldukça çeşitlilik gösteriyor. Sopalısından barajlısına, nispi temsillisinden çoğunluk esaslısına, partisizinden çok partilisine kadar düzenlenen her çeşit seçimde esas çelişki ise her zaman, halkın temsil edilmesiyle egemen sınıfların yönetim ihtiyaçları arasında cereyan etmekte.

1. Meşrutiyet dönemi
Osmanlı’nın önceki dönemlerinde, bazı bölgelerde yerel yönetimlerin idari ve mali işlerinde danışmanlık yapmaları için halk temsilcileri seçimleri yapılmışsa da ilk Meclis seçimi, 1. Meşrutiyet’in ve Anayasa’nın 1876’da ilan edilmesinin ardından yapıldı. Aslında Anayasa, Osmanlı’ya karşı birçok talebin ileri sürüldüğü Haliç Konferansı’nda siyasi koz elde etmek için ilan edilmişti.
Seçimlerde temsiliyet esas olarak dini cemaat üyeliğine ve servet sahipliğine göre düzenlendi. Vilayetlerde ve İstanbul’da 6 aylık süre içinde devam eden seçimler sonucunda çeşitli dini cemaat temsilcilerinin içinde yer aldığı iki Meclis kurulduysa da bu meclisler kısa ömürlü oldu.
Rusya ile savaşa girilmesiyle birlikte padişahın bu meclislere ihtiyacı kalmadı ve 1. Meşrutiyet dönemi 2. Abdülhamit’in emriyle sona erdi.

İttihatçılar dönemi
Bundan sonra başlayan baskıcı dönem, 1908 yılında Kastamonu başta olmak üzere Erzurum, Sivas, Kayseri, Bitlis gibi illerde Müslüman ve Hıristiyan halkın postane baskınları, Selanik, Bursa ve İstanbul gibi kentlerdeki işçi grevleri ve nihayet İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) altında bir araya gelen genç subayların Balkanlar’daki isyanlarıyla sona erdi ve 2. Meşrutiyet ilan edildi.
Siyasi partilerin yarıştığı ilk seçimler bu dönemde oldu. İTC, henüz karşısındaki siyasi akımlar partileşemediği koşullarda, 1908 sonundaki ilk seçimlerde Meclis’teki 275 koltuğun 200’den fazlasını kazandı. İTC, 1911 Aralık ayındaki tek koltuk için yapılan ara seçimi bir oy farkla Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na kaybedince, Meclis’i feshederek adeta bir “askeri meşrutiyet” kurdu. 1912’deki erken genel seçimler, tarihe “sopalı seçim” olarak geçti. İttihatçılar, tüm seçim bölgelerinde baskı ve zor kullanarak istedikleri isimleri seçtirdi.
Ancak 278 üyeli bu Meclis’in halk nezdinde hiçbir itibarı olmadı ve Meclis ancak birkaç ay yaşayabildi.
Bu arada Ahrar Partisi, Osmanlı Demokrat Partisi, İttihad-ı Muhammedi Partisi, Islahat-ı Esasiye-i Osmaniye Partisi, Osmanlı Sosyalist Partisi ve Fedakâran-ı Millet Cemiyeti gibi partiler örgütlenmişlerdi.
Mayıs 1914’te yapılan seçimler sonucunda oluşan İTC hakimiyetindeki Meclis ise 1. Dünya Savaşı koşullarında faaliyet yürüttü ve Osmanlı’nın yenilgisinin ilan edildiği 1918 Kasım ayına kadar ayakta kaldı.

Kurtuluş Savaşı yılları
1919 sonunda, ülkenin işgalinin sürdüğü ve buna karşı direniş hareketlerinin geliştiği sırada yapılan seçimleri de Teceddüd Fırkası adı altında hareket eden İttihatçılar ve Milli Mücadeleciler kazandı. Ancak bu Meclis de Misak-ı Milli belgesini ilan etmesinin ardından, İstanbul’un işgaliyle birlikte, mart sonunda Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal, Anadolu vilayetlerine bir talimat göndererek 15 gün içinde her sancaktan 5 üyenin seçilmesini istedi. Mart ve nisan aylarında seçilen vekiller ile İstanbul’daki Meclis’ten kaçabilenler, 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni oluşturdu. İşgal altındaki İstanbul, İzmir, Adana ve Mersin ile Trakya illerinin çoğunda seçim yapılamadı. Üye sayısı ve çalışmalara katılan vekil sayısı hakkında çelişkili bilgiler bulunan bu İstiklal Savaşı meclisindeki gruplar hakkında, İngiliz istihabarat belgeleri şu bilgiyi veriyordu: 20-30 kişilik dindarlar grubu, Doğu illeri grubu, solcular grubu, İttihatçılar ve Kemalistler. Meclis’te çeşitli gruplarla ittifaklar yapan Kemalistler ağırlıklarını bir kazanıyor, bir kaybediyordu. 1923 yılında yapılan seçimlerin sonucunda ise Kemalistler büyük hakimiyet kazandı.

Tek parti dönemi
Bu dönemde 1927, 1931, 1935, 1939, 1943 ve 1946 yıllarında 6 seçim düzenlendi. İlk ikisinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) karşısında rakip partilerin yer almasına karşın, bu seçimler daha ziyade, devlet bürokratı özelliği taşıyan vekillerin halka seçtirilmesi şeklindeydi.
Bu arada, 1934’te çıkarılan kanunla kadınlara da seçme ve seçilme hakkı verildi.
1942 tarihli Mebus Seçimi Kanunu da öncekiler gibi iki dereceli sistemi kabul ediyordu. İlk defa 1946 tarihinde, Milletvekili Seçimi Kanunu ile tek dereceli sistem getirildi. Ancak bu kanun da açık oy, gizli tasnife dayandığı için sağlıklı ve dürüst bir seçim özelliği taşımıyordu.

Çok partili dönem
Türkiye’de, açık siyasi parti çatışmalarına yasal olanak tanıyan ilk kanun, 16 Şubat 1950 tarihli Milletvekilleri Seçimi Kanunu’ydu. Demokrat Parti’nin (DP) CHP’ye üstünlük sağladığı bu seçimde, bir ilde oyların çoğunu alan parti, o ilin vekilliklerinin tamamını alıyordu. DP, önceleri bu sistemi eleştirmesine rağmen üstünlük sağlayınca, 1954 ve 1957 seçimlerini de aynı sistemle düzenledi.
27 Mayıs darbesiyle gelen 1961 Anayasası ise Türkiye tarihinde ilk defa seçimlerin, “serbest, eşit, gizli, tek dereceli gizli oy ve açık tasnif ve döküm esasına göre” yapılacağını kayıt altına aldı. 1961 seçiminde; Cumhuriyet Senatosu seçimi çoğunluk sistemine, milletvekilleri seçimi ise nispi temsil yöntemine göre yapıldı. Yani, bir ilde oyların çoğunu alan partinin tüm vekillikleri alması yerine, her partinin aldığı oy oranına göre vekil çıkarması tercih edildi.
1965’te, her iki meclis seçimlerinde de bir nispi temsil çeşidi olan “milli bakiye” sistemi getirildi. Bu seçimde, Türkiye İşçi Partisi (TİP) de parlamentoda 16 vekil ile yer aldı. 1969 seçimlerinde ise ilk defa “baraj” getirildi. Buna göre, bir seçim çevresindeki oyların milletvekili sayısına bölünmesiyle elde edilen sayının altında oy alan adaylar, hiçbir şekilde vekil olamıyordu. O koltuklar, diğer partiler arasında paylaştırılıyordu.
Bu sistemle yapılan, 12 Mart Muhtırası vesayeti altındaki 1973 ve 1977 seçimleri, büyük oranda CHP ve Adalet Partisi düellosu şeklindeydi. Her iki parti de hükümet kurmak için Milliyetçi Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin desteğini arar oldu.
1980 faşist darbesinden sonra hazırlanan 1982 Anayasası ve yeni seçim kanunu ile ABD tipi “güçlü partiler” temsiline daha da yaklaşılmış oldu ve Türkiye genelinde partilere yüzde on barajı konuldu.
1987 genel seçimleri öncesinde çıkarılan bir kanunla, bir çeşit “dar bölge sistemine” geçildi. 1991 seçimlerinden önce çıkarılan bir kanunla da 2 ve 3 milletvekili çıkaracak olan yerlerde yüzde 25 barajı kabul edildi.
Bugünkü sistemde ise yüzde 10 barajı varlığını koruyor.
Elif Görgü
ÖNCEKİ HABER

vaatler ve seçim masallarına kim inanır?

SONRAKİ HABER

cızırtı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa