08 Temmuz 2007 00:00

evrensel olmak

günlük üzerine notlar

Paylaş

İnsanı günlük yazmaya iten duygu ne olabilir? Kişiye, yaşadığı günde başından geçen, tanık olduğu, okuduğu ya da duyduğu olayları, duygu ve düşüncelerini de katarak yazdıran güç nereden gelir? Üstelik yazdıklarına bir ölçüde baraj da koymayarak... Sonra bunları kimin için yazar? Bunun altında herhalde yazdıklarının bir gün kimselerce okunmayacağı güvencesini içinde duymuş olmalıdır. Tersi de düşünülebilir.
Mektup, günlük ve anı yazmak Ortadoğu toplumunda yakın zamanlara kadar pek sık görülen bir alışkanlık değildi. Hep merak etmişimdir, Osmanlı döneminin saray mensupları, komutanları, başvezir ve vezirleri, mimarları, şairleri, elbette padişahları, bırakalım günlük ve mektup yazmayı, hiç anılarını yazmayı düşündüler mi? Yoksa güzelim İstanbul’un bu şanslı ve yaşama yorgunu sakinleri, gariban Anadolu insanı gibi hep sözlü mü yaşayıp gittiler?
Bilindiği gibi, dünyada olan biten vakaları, Osmanlı Sarayının vakanüvisi gün be gün yazarmış. Unvanı da buradan geliyor: Vaka/nüvis (= yazan). Yazılıp ortaya çıkana ‘vakayiname’ denmiş.
***
Ülkemizde günlük tutanların çoğunun öyle ‘yazarlık’ iddiasında olduğunu düşünmüyorum. Bunlar olsa olsa, bir bakıma “kendinin vakanüvisi”dir. Genelde orta sınıftan olan bu insanlar, kendilerini merkez almak üzere, çevrelerinde olan biteni kısa cümlelerle, sade bir şekilde deftere geçirirler. Çok kez bir iç dökme yanında, hoşlandığı, hoşlanmadığı insanlara da yer verirler. ‘Günlük tutma’nın bazı kurallarına sıkı sıkıya bağlıdır bu yazıcılar; ortalık yerde asla bırakmadıkları ‘defterleri’ne, hemen her gün yazmanın getirdiği bir alışkanlıkla, nerde olursa olsun, yazacak bir şey bulurlar yine de. Bahse girerim ki, bu defter sahiplerinin pek çoğu çocuk yaşta yazmaya başlayan genç kız ve kadınlardır.
***
Günlük yazanlara gelince... Bunları iki kümeye ayırıyorum.
Birincisi, yazdıklarını sağlığında yayınlamayı düşünmeyenlerdir. Hatta kendileri için yazdıkları bile söylenebilir. Belki bu nedenle daha içten ve cesurdurlar. Bunların çoğunluğu genelde düşünce ve sanat alanında ünlenmiş kimselerdir. Günlüklerini, onlar dünyamızdan ayrıldıktan sonra okuma olanağı buluruz. Tabii yazdıklarının başına bu arada bir iş gelmemişse...
Bazıları da, bir gün anılarını yazmaya oturduğunda, yanı başında hazır bellek kutusu bulmak için günlüğünü özgürce doldurur.
***
İkinci küme günlükçülere gelince... Bir gün yayınlamak, yayınlanmak üzere yazanlardır. Birkaç günlük, bilemediniz bir haftalık izlenimlerini yazıp, neredeyse ‘sıcağı sıcağına’ dergilerde ‘Günlük’ diye yayınlayan arkadaşları pek anlayamıyorum; bana bu başlık altında yazılanlar ‘Günlük’ün o gizemli ve içten havasından yoksun gibi görünüyor. Okur/yazar çevresinden, sanat galerilerine dek izlenimler ve dağınık notlar… Bu arada eşe dosta selam da unutulmuyor tabii. Yazılanlara son kertede bir diyeceğimiz yok ama, acaba bunlar için başka bir başlık bulunamaz mı?
***
Buyrukçu’nun günlükleri
Muzaffer Buyrukçu, edebiyatımızda kendine özgü (nevi şahsına münhasır) bir günlük yazarıdır. (Kaç zamandır, yenilerde yazdığı bir günlüğüne rastlamadım. Sanıyorum sağlık sorunu var. Bu eski arkadaşıma şifalar diliyorum.) Şimdiye dek okuduğumuz hiçbir ‘Günlük’te, onun yazdığı günlüklerde olduğu kadar, üstelik gerçek adlarıyla, kahraman sahneye çıkarılmamıştır.
Yayınevleri ve meyhaneler dışında, tabii zaman zaman hayatın sürükleyip götürdüğü değişik mekânları da tanırız yazdıklarında. Buyrukçu bulunduğu ortamdaki edebiyatçı, yayıncı ve sanatçılarla (ressam, yontucu, tiyatrocu, müzikçi, vb.), rastlantı sahneye girmiş sıradan insanların, o sıra ne üzerineyse, konuşmalarını, hatta kimi zaman tartışmalarını da yazar. Kendisine birçok kez sorulduğunu anımsıyorum: “Muzaffer Bey, onca içki içildikten sonra, eve gidip uyumuş olmalısınız. Sofradaki arkadaşların söylediklerini belleğinizde nasıl tutuyor, ne zaman yazma fırsatı buluyorsunuz?”
Üstadın yazdığı bir günlüğü, olayın anlatıldığı tarihten bir yıl, kimi zaman daha az, bazen daha fazla bir zaman geçtikten sonra bir dergide okuyabiliriz. (Yayınlanan ve yayınlanmayan günlükleri, daha sonra kitap haline getirilmektedir.)
Günlükte adı geçen kişilerin, bunca zaman geçtikten sonra, sahiden yazıldığı gibi konuşup konuşmadıkları tartışma götürebilir. “Bunu ben mi demişim?” diye yakınmanın artık yararı da, “itiraz edecek bir mercii” de yoktur. Olan olmuştur; ama yazarımız şimdiye dek arkadaşlarını incitecek pek yanlış da yapmamıştır.
Not. Bu yazıyı yazdığımda arkadaşım henüz yaşıyordu. Edebiyatımızın has emekçilerinden değerli yazar Muzaffer Buyrukçu’nun (1930-2006) pek çok romanı ve öykü kitabı vardır. Bunların dışında, edebiyat tarihçilerimizin göz ardı edemeyeceği günlüklerinin büyük bölümü de kitaplaşmıştır. Bu vesileyle Buyrukçu’yu sevgiyle özlemle anıyorum burada.
***
Okuma günlüğü
Aziz Nesin’in, ölümünden beş yıl sonra yayınlanan Okuduğum Kitaplar’ını* burada anmak istiyorum. Son derece ilginç bulduğum bu kitabı, bir çeşit ‘Okuma Günlüğü’ diye niteliyorum. Bana göre Günlük’ün önemli birkaç özelliğini taşıyor çünkü. Birincisi, okuduğu kitaplar üzerine yazdıklarını sağlığında yayınlamak gibi bir düşüncesi olmadı. İkincisi, (bu nedenle olacak) beğenmediklerini, hiç hatır gönül tanımadan, birçoğu yakın arkadaşı ve tanıdığıdır, acımasızca eleştirdi. Aziz Nesin ustanın, okuduğu kitaplar için ‘hemen yaptığı’ değerlendirmeleri okumalıyız. En azından, birçoğumuzu şaşırtacak yargılarının nedenini öğrenmek için. Önsöz’de Ali Nesin, daha bu kitap kadar beş altı dosyanın olduğundan söz ettikten sonra, şunları yazıyor. “Okuduğum Kitaplar notları, Aziz Nesin’in defalarca belirttiği gibi, eleştiri yazısı olarak değerlendirilmemeli. Bunlar bir yazarın okur olarak tuttuğu, kendi kişisel beğenisini, kendi öznel görüşünü yansıtan notlardır.”
Peki günlük dediğimiz genel çizgileriyle bundan başka nedir ki...
***
Yaşamımda bir kez günlük yazdım. 1971 yılının Ocak-Ekim ayları arasında, Beypazarı ve Elmadağ cezaevlerinde, üstelik çoğu yazı makinesinde yazıldı. Bu günlükten ötürü başıma gelen tirajıkomik olayları daha sonra öyküleştirerek yazdım. Bir daha da ne yazmaya hevesim kaldı ne de yazacak zaman bulabildim. Aradan geçen onca zaman içinde iki kez günlük zarfını elime alabildim. Yazdığımı bilmesem, orada yazılanların doğruluğuna inanmayacaktım. O denli uzaklaşmıştım, yaşamımın hepi topu otuz altı yıl öncesinden....
***
Günlük yazmak, birçok bakımdan, zaman içinde gücü azalan belleğimize karşı güvenlik sigortamızdır. Bu şansı kaçırmamalıyız. Yazarlar, cümle sanatçılar, siyasetçiler vb.

* Okuduğum Kitaplar, Aziz Nesin, 392 sayfa. Adam Yayınları 2000, İstanbul.
Remzi İnanç
ÖNCEKİ HABER

sulu bir yazı

SONRAKİ HABER

iş yaşamında cinsler arası eşitsizlik

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...