12 Temmuz 2007 00:00

Ateş kimin elinde

Sivas’taki sanatçı kıyımı konusunda, alabildiğine inceleme, araştırma yazıları yazıldı, görsel ürünler gerçekleştirildi. Olayın acılı görüntüleri tüm boyutlarıyla hikayelerde ve romanlarda yer aldı.

Paylaş

Bilindiği gibi, ameliyat olacak hastayı uyku durumuna getirmek ve bu durumdan çıkarmak için de narkoz kullanılır. Ateşin de narkoz gibi iki başlı bir işlevi vardır. Hem yok eder, hem de aydınlatır. Bunun hangi yolda kullanılacağı, bilinç düzeyine bağlıdır.
Ortaçağın kanlı gömleğini giyenlerin şimdiki torunları, aydınlığı yok etme girişimlerini zaman zaman günümüze de taşımışlardır. Sivas toplu kıyımı, işte bu eylemlerinden biridir.
İğneyle kuyu kazanlar gibi, halkın özgürlüğü ve aydınlanması için kalemleriyle, saz ve sözleriyle uğraş veren aydınlar, sanatçılar, bir anlamda Prometheus görevini gönüllü üstlenen bireylerdir. Afşar Timuçin’in:“Özgürlük kavramı Prometheus’un kişiliğinde en yetkin anlatımını bulur. Özgürlüğü özerklikle karıştıranlar, özgür olmayı bildiği gibi davranmak diye anlayanlar Prometheus’un zincirli tutsaklığını özgürlük diye kavramakta güçlük çekeceklerdir. Çok zaman özgürlüğün bir bilinç sorunu ortaya koyduğunu düşünmeyiz, düşünmek istemeyiz. Oysa insan ne kadar kendiyse, buna göre insanlığa ne ölçüde bağlanmışsa, ne ölçüde tarihe, insanlığın tarihine yerleşmişse ya da kısacası insanla ne ölçüde bilinç düzeyinde içli dışlı olmuşsa o ölçüde özgürdür, ne ölçüde kendi yasalarına göre davranabiliyorsa o ölçüde özgürdür,” belirlemesiyle dile getirdiği gibi, aydınlanma ve özgürlük ateşini yüklenerek Sivas’a gelmişlerdi, ortaçağ yanlısı kara sermayenin cellatları tarafından Madımak Otelinde yakılarak öldürüldüler.
Sivas katliamının boyutunu, belirtilen ölü sayısıyla sınırlı tutmamak gerekir. Bir an kente gelen tüm sanatçıların Madımak otelinde kaldığını düşünürsek, facia, geniş çaplı bir aydın kırımı tasarısı olarak karşımıza çıkar.
Ülkemizde böylesi toplu kıyımların, çoğunlukla oy sağlama, hedef şaşırtma ya da gözdağı verme amacıyla iktidarlar tarafından ateşlendiği ve yönlendirdiği bilinir. Sivas’ta da böyle olmuştur. Dini inançlar karşı karşıya getirilmiş ve gerici anlayışa yeşil ışık yakılmıştır.
Sivas katliamı, ülkemiz sanatçılarının yüreklerindeki meşalenin ateşini sürekli çoğalttıkları için, sanatın her türlü olanağını kullanarak kayıplarını halkla birlikte andıkları için unutulmamıştır.
Attila Aşut’un hazırlayıp, Edebiyatçılar Derneği tarafından 1994 yılında yayınlanan “Sivas Kitabı” konuyla ilgili anı, belge ve incelemelere ayrıntılı bir biçimde yer vermiştir. Ayrıca Behçet Aysan, Metin Altıok ve Uğur Kaynar adına birer anma kitabı yayınlamıştır. Aynı yıl Asım Bezirci’ye saygı kitabı çıkarılmış, onu Ali Yıldırım, Lütfi Kaleli, Ali Balkız, Çetin Yiğenoğlu, Zeki Coskun, Muzaffer İlhan Erdost, Öner Yağcı, Haydar Gölbaşı, Serdar DoğanNedim Şahhüseyinoğlu, Ahmet Koçak’ın inceleme ve araştırma kitapları izlemiş ve Av. Şanal Sarıhan, İclal İlimoğlu, Sevil Ceylan Erkat, Onur Tatar tarafından hazırlanan “Madımak Yangını: Sivas Katliamı Davası” iki cilt olarak Ankara Barosu tarafından yayınlanmıştır. Sivas Katliamıyla ilgili olarak yazılan öykü ve romanlar, bunların dışındadır.
Sivas’ta yaşanan vahşetten sağ olarak kurtulanlar, olayın tanığı durumuna geldiler. Bu tanıklardan biri olan Lütfiye Aydın “Belki de ben hala kötü bir düşteyim. Birileri bunun gerçek olmadığını söylese, hala sızlayan yaralarıma karşın, inanacağım yaşananların bir düş olduğuna… Yüreğim, aradan geçen yedi aya karşın, şimdi bile tutuşmaya hazır bir kömür. Böylesi bir acıyla yaşamak için, insanın yüreği demirden olmalı oysa” demekte.
Kurtulduğuna sevinemeyen Battal Pehlivan, yedi saat gecikmeyle geldiği için ölümden kurtulan Mahzuni Şerif, olayı canavarlık olarak tanımlayan Cahit Külebi, belki her gün biraz daha çoğalan yürek kanamalarına dayanamayarak aramızdan ayrıldılar.
Olayı değerlendiren Cevat Geray “Eğer devlet önleyici gücünü kullansaydı, bu facia yaşanmayacaktı. Orada sanki devletin bizi koruma kararlılığı değil de ölüme terk etme kararlılığı vardı,” diyerek devletin şeriatçı düzene verdiği desteği ortaya çıkarıyor.
Sivas’ta etkinliğe katılanların tümü, Sami Karaören’in dediği gibi “şeriatçılara göz yumulduğunu” biliyordu. Bir rastlantı olarak kurtulanlar, günümüzde de Sivas’ı unutturmama mücadelesi veriyorlar. Buna karşın olaya nesnel bakması gerekenlerin, etkinliği düzenleyenlere haksız olarak saldırması Ali Balkız’a; “O zaman ne yaparsınız? Gider kendinizi Madımak’a atarsınız. Öyle mi yapsak?” sorusunu sorduruyor. Oysa ki, “…Bizler böyle bir saldırıyı düşümüzde görsek inanmazdık. Bu yüzden bir öngörümüz yoktu,” diyen Hidayet Karakuş ile; “…Otelin içinde, birlikte olmaktan sıkıntı duyduğum, yalnız kendi canı için kaygılanan, bencil hiç kimse yoktu…Ama orada o insanların davranışları, dingin görünen bekleyişleri, dayanışmaları, en çok da göz göze geldiğimiz anlardaki gülümsemeler… onlarla orada, birlikte olduğum için onur duydum hep,” diyen Zerrin Taşpınar, olaya insani bir bakışla yaklaşırken sanatçının saf ve ince yanı ile onlara yaklaşım boyutunda da vurgu yapıyor.
Burhan Günel’in “Sivas’tan sonra kendimi, gerçek kimliğimi gördüm. Uykusuz gecelerde, hastane koridorlarında, daktilo başında ülkemin geleceğini düşündüm, umutsuzluğa kapıldım, yaşama sevincimi yitirdim. Daha dipdiriyken, öldüğümü gördüm. Ateşi seçmiş, acılardan geçmiş biriydim ama, Sivas’tan sonra gerçek acıyı da gördüm, ellerimle dokundum acıya, bin kez daha yandım… Sivas bir örnek. Kafalardaki örümceği her yerde gördüm… Acılıyım, kaygılıyım, öfkeliyim, yaralıyım… Yine de umudu diri tutmanın, direnci toplumsallaştırmanın gereğine ve zorunluluğuna inanıyorum,” sözlerinde, Sivas Kıyımıyla yüz yüze gelmiş herkesin ortak duygu ve düşüncelerini görmemek olası değil.
Sivas’taki sanatçı kıyımı konusunda, alabildiğine inceleme, araştırma yazıları yazıldı, görsel ürünler gerçekleştirildi. Olayın acılı görüntüleri tüm boyutlarıyla hikayelerde ve romanlarda yer aldı. Etkinliğe katılanların anılarıyla daha da zenginleşen bu verilerin, bir belgeliği dolduracak düzeyde olduğunu söylemek sanırım abartı olmaz. Öner Yağcı’nın dediği gibi bu verileri Sivas’ı unutturmamanın araçları olarak kullanmak kaçınılmaz bir sorumluluktur. Çünkü, ateşi ölüm için ellerinde tutanlarla, aydınlatmak için ellerinde tutanlar ancak bu ve benzeri girişimlerle ayrıştırılacaklardır.
Güngör Gençay
ÖNCEKİ HABER

Jaro’un fendi ölümü yener mi?

SONRAKİ HABER

AKP’nin kültürü 2

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa