14 Temmuz 2007 00:00

EMEK DÜNYASI


22 Temmuz seçimini önceki seçimlerden ayıran en önemli özelliklerden birisi; “bağımsız aday” çokluğudur. Türkiye tarihinde görülmemiş bir biçimde bu seçimde 750’den fazla “bağımsız milletvekili adayı” vardır.
Kuşkusuz burada belirleyici faktör, yüzde 10 barajıdır ve bağımsızların çokluğu, bu antidemokratik uygulamaya, adaletsiz seçim sistemine tepkidir.
Ancak “bağımsız aday”; sorunu, Bin Umut Adayları ile sadece pasif bir tepki olmayı aşarak bir demokrasi mücadelesine dönüştürmekte, Meclis’e girecek Bin Umut Adayları, daha şimdiden Meclis’i kendi kapalı av alanları olarak kullananların kabusu haline gelmiş bulunmaktadır.
Bu seçimin diğer bir önemli özelliği ise halkın; yüzde 10 barajı, antidemokratik seçim sistemi ve Siyasi Partiler Yasası’yla; mitinglerle, karanlık güçlerin ortalığa salınmasıyla, çete organizasyonlarının giriştiği suikastlarla, kanlı cinayetlerle, provokasyonlarla geliştirilen “kırk satır mı kırk katır mı” dayatmasının farkında olmasıdır. Bunun farkında oldukları içindir ki mikrofon uzatılan emekçilerin büyük bir çoğunluğu, “Bunların hepsi aynı, hiçbirine güvenmiyorum”, “Hepsi yalan söylüyor. Bu sefer yutturamazlar” diye söze başlamakta; “Hepsine lanet olsun”a ya da “Kerhen ..... partisine vereceğim” diye sözlerini tamamlamaktadırlar.
Kuşkusuz ki sistemin sahipleri, bu gerçeklerin farkındadır ve onu için de; 1-) Sermaye partilerinin düzen savunuculuğuna karşı yeni, demokratik, ekonomisi halkın ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş bir Türkiye mücadelesini (Bağımsız ve Demokratik bir Türkiye) savunan, mevcut partilere seçenek olabilecek partileri gözlerden saklamak, onlara yok muamelesi yapmak, 2-) Halkın tepkisini ve kararsızlıklarını kendi kliğinin partisine yönlendirmek için medya gücünü kullanıyorlar. Burada “seçim anketleri”ni devreye sokuyorlar.
Seçim yaklaştıkça da anketler çığırından çıkmış görünüyor. Aynı gün birbiriyle taban tabana zıt anketler yayınlanıp “En doğru anket bugün bizim yayımladığımız ankettir”, hatta “Gerçek budur!” propagandası yapılmaktadır. Bu anketlerde; AKP oyları yüzde 25 ila 44 arasında değişirken CHP oyları yüzde 20-31, MHP oyları yüzde 9 ila yüzde 17, GP’nin oyları ise yüzde 6 ila 12 arasında değiştiriliyor. DP ise çok az ankette yüzde 10 barajını aşıyor. Böylece anketler yoluyla; kararsız geniş çoğunluk, kazanma şansı yüksek gösterilen partilere doğru yönlendirilirken(*) bu mevcut çürümüş partiler ise “diğer” başlığı altında toplanarak önemsizleştiriliyor, yok sayılıyor!
Elbette bu seçim için “Sermaye partilerinin çürümede yarıştığı bir seçim”, “12 Eylül’ün partiler sisteminin çöktüğü bir seçim”, “Askerler ve öteki siyaset dışı odakların dayatması bir seçim” gibi pek çok özellik sayılabilir. Ama demokrasi güçleri için bu seçim; demokrasi güçlerinin, öteki partilere karşı açık ve inandırıcı (burada yeterince güç toplamış ve ileri güçleri birleştirmiş olma önemli) olarak halkın karşısına çıkıp kendilerini, tüm düzen partilerine karşı bir seçenek olarak ortaya koymaları ihtiyacını dayatan bir seçimdir.
Burada söz konusu sorun, “program sorunu” değildir. Çünkü böyle bir program, en azından EMEP tarafından ortaya konmuş, yıllardır savunulmaktadır. Dahası, önceki seçimlerde “blok güçleri” böyle bir “program” üstünde birleşmişti. Ne var ki ne EMEP ne de “blok güçleri”, halkın gözünde öteki partilere karşı “somut bir seçenek” düzeyine varmadı.
Bu yüzden de burada “seçenek” derken teorik ya da programatik düzeyde bir seçenekten değil, halkın indinde; emekçilerin ileri unsurlarını, sendikaları, emek örgütlerini (imkan olduğu ölçüde) aydın ve demokrat çevreleri bir ortak program etrafında birleştirmiş bir demokrasi cephesinin seçim seçeneğinden bahsedilmektedir. Bunun imkanı vardır. TÜSİAD-IMF programının ezdiği emekçiler, Kürt sorununun çözümünü bekleyen Kürtler, inanç ve vicdan özgürlüğü olmadığı için baskı gören dini çevreleri de kapsayacak; vekil adaylarının, doğrudan bu mücadelenin içinden çıkmış kadın ve erkeklerin oluşturacağı listelerle seçime gireceği bir seçenek için bugün yeterince birikim vardır. Bugün, bütün bu siyasi ve ahlaki çürümüşlüğü süpürecek; Türkiye’yi demokratikleşme yoluna sokacak, ekonomiyi halkın ihtiyaçlarına göre düzenlemeyi başaracak tek seçenek budur. Bu seçimler; 1-) Böyle bir seçeneği yaratmayı olmazsa olmaz olarak dayatarak, 2-) Bin Umut Adaylarını Meclis’e taşıyarak (taşıyacağını göstererek) böyle bir demokrasi cephesinin inşasını hepimizin önüne en acil görev olarak koymuş bulunmaktadır.
Seçim çalışmaları, bu temel görevin yerine getirilmesine hizmet ettiği bir çalışma olarak değerlendirildiği ölçüde başarılı olacaktır. Bu çalışma üstünden Meclis’e gidecek vekiller de böyle bir demokrasi cephesinin dayanağını oluşturdukları ölçüde seçilmiş olmayı hak edeceklerdir.
Seçimden halkın kazancı da bu olacaktır.

(*)Çünkü fiiliyatta oluşturulan“seçim borsası”nda bu partilerin hisseleri işlem görüyor. Vatandaş da “inanmamak”tan, “lanet”ten söz ederken bu partileri kastediyor.
İhsan Çaralan

Evrensel'i Takip Et