17 Temmuz 2007 00:00

Yaşadığım coğrafyadan etkileniyorum

Son yıllarda Diyarbakır’da artan kültürel ve sanatsal faaliyetler arasında sinema da kendisine yer edinmeye başladı.

Paylaş

Son yıllarda Diyarbakır’da artan kültürel ve sanatsal faaliyetler arasında sinema da kendisine yer edinmeye başladı. Bunun en sıcak örneği olarak geçtiğimiz ay içinde “Diyarbakır Film Günleri”nde gösterimi yapılan onlarca kısa film ve belgesel çalışmaları gösterilebilir. Birçok olanaksızlık içinde ve türlü engellere rağmen sinema dalında bu tür işlerin Diyarbakır’da çıkması, sinema potansiyelini açığa çıkarıyor ve sinema yapma arzusunun ne kadar ciddi boyutlarda olduğunu gösteriyor.
Diyarbakır’da sinema ile ilgilenmeyi bir ihtiyaç olarak gören çok sayıda gençten biri de üç kısa film ve bir orta metrajlı film yapan Ali Kemal Çınar. “Bu Bir Cinayet Değildir”, “Ev”, “Dolap” kısa filmleri ile Diyarbakırlı izleyiciler karşısına çıkan Çınar, geçtiğimiz haftalarda Diyarbakır Film Günleri’nin açılış filmi olarak gösterimi yapılan “Duvar” ile adını duyurdu.
Hedefinin hem Kürt sinemasında yol katetmek, hem de bölgede yaşanan tüm gerçekleri sinema dili ile aktarmak olduğunu dile getiren Çınar, sorularımızı yanıtladı.

Kendinizden biraz söz eder misiniz? Tabii ki sinemaya olan ilginizin nasıl başladığını da öğrenmek istiyoruz.
Ben Diyarbakır doğumluyum. Beden eğitimi bölümünü bitirdim. Sinema ile üniversite yıllarında içli dışlı oldum. İzleyici olmanın dışında işin kuramıyla da ilgilenmeye başlamıştım. Bu benim için iyi bir başlangıçtı ve kendi kendime kararımı vermiştim. Bir şekilde sinema yapacaktım.
Diyarbakır Sanat Merkezi bünyesinde kurduğumuz sinema kulübü de buna önayak oldu. Dört yıl önce sinema kulübü kurulduğunda ben de burada film yapacağıma kesin kanaat getirdim.

Sizin “Duvar” ve “Dolap” isimli filmlerinizi izleme şansımız oldu. Ancak daha önce çekimini yaptığınız iki kısa filminiz daha vardı. İsterseniz öncelikle onlardan konuşalım. Sonuçta sizin yaptığınız ilk işler ve size sinema anlamında hem bir heyecan hem de bir deneyim kazandırmıştır...
Gerçekten de bunu kabul etmek gerekir. Zor olduğu kadar güzel yönleriyle de insana öğrettiği çok şey oluyor. Ama ben ilk çektiğim film olan “Bu Bir Cinayet Değildir” filmini daha çok biçim üzerine kurmuştum. Çok basit bir konu olsa da onu sinema dilinde en iyi şekilde nasıl anlatırım endişesiyle yaklaştım ve öyle çektim. Tabii ki konusu da benim için önemliydi. İlk filmim, işsiz bir gencin bunalıma girmesi ve sonrasında işlediği cinayeti konu alıyordu. Ortada bir suç kavramı var ama suçu ortaya çıkaran nedenler filmin asıl vurgusunu oluşturuyor. O yüzden işlediği cinayet artık bir cinayet olmaktan çıkıyor. Bu filmde de diğer filmlerde de benim için kurgu çok önemli olmuştur. Film, kendi içinde de bir yanılsama yaratıyor.

“Ev” isimli filminize geldiğimizde....
Ona geldiğimizde farklılaşıyor. Başlangıçtaki arayış biraz daha derinleşti. Bir araştırma hali oluştu bende. Sanırım böyle olmaya da devam edecek. Hem tema hem de biçim olarak bir arayışı sürdürmeye çalışıyorum. En son ‘Duvar’ filmini çekerken de aynı arayış içindeydim. Bunu devam ettirmek de istiyorum. Bir şeyleri bulmaktan çok bir şeyleri arayarak ortaya çıkan şeyler beni cezbediyor.

Ama sanırım kendi sinema dilinizi yaratacaksınız...
Mutlaka... Ben bunun çabası içindeyim zaten. Eğer sinema ile ilgileniyorsanız ve kendinizi bu iş içinde üretiyorsanız, elbette yakalamaya, yaratmaya çalıştığınız bir dil de olmalı. Bu bağımsız, özgün kendi şahsına uygun bir dil olmalı tabii ki... Şu anda “Şu film Ali Kemal Çınar filmidir” demek elbette çok güç. Ama filmler artınca ve daha güçlü temeller üzerinde yeni filmler çıkınca bir şeyler de kendini iyice hissettirecektir. Benim böyle bir çabam var...

Şunu da unutmadan belirtelim. Siz bu bölgenin coğrafyasında soluk alıp veren, sinemaya yeni yeni adım atan biri olarak, yaratmaya çalıştığınız sinemayı Kürt sinemasının neresinde görüyorsunuz? Ayrıca Diyarbakır’da sinema ile ilgilenen gençleri de gözeterek, Kürt sineması konusundaki değerlendirmenizi de öğrenmek istiyoruz?
Şunu öncelikle ifade etmek isterim. Ben bir birey, bir insan olarak bu topraklarda büyüyen biriyim. Ve 30 yıldır buradayım. Buranın havasına, acısına, güzelliklerine bir bakıma tanık oldum, onları soludum.. Dolayısıyla, buradan çıkarmaya çalıştığım en küçük bir hikayenin bile buranın izlerini taşıdığının görülmesi gerekir. Kürt edebiyatının, kültürünün tabii ki dile ait olan tüm üretim ve değerlerini içimde, kendimde hissediyorum. Ve eminim ki bilinç dışı, akıl dışı da olsa bunlar benim sinemamın temellerini oluşturacak. Dolayısıyla yaptığım işlerin her yünüyle Kürt sineması içinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Yeri gelmişken şunu da belirteyim, benim filmlerimi izleyenler bu bölgeyi pek yansıtmadığı konusunda eleştiriyorlar. Bu eleştirilere saygı duymak gerekir tabii ki. Ama ben tam tersini düşünüyorum.
Kabul etmeliyiz ki dil ve anlatım, sonuçta kişinin kendi kişisel dünyasından ortaya çıkan bir durum. Bunun yansıtma biçimleri de farklı olabilir... Bunları buradan değerlendirmek gerekir. Diyarbakır’da şu anda eğitime dayalı filmler yapılıyor. Bir iki tane sinema atölyesi var. Buradan çıkan işler, genelde o atölyede verilen dersleri esas alarak, belli bir reçete üzerinde yapılmak isteniyor. Bu tabii anlaşılır. Daha başlangıç düzeyindeyiz. Ama ben elimden geldiğince bunlardan kaçmaya çalışıyorum. Bu kalıplar içinde yürümek istemiyorum. Herkesin hayata baktığı noktalar farklıdır.

Mesela Duvar filminde, siz minimalist bir bakış açısıyla kamerayı sabit şekilde kuruyorsunuz.. Çekim planlarında katmanlı bir derinlik yaratmaya, mekanı, zamanı kovmaya dönük seyre dalarcasına bir duyguyu yakalamaya çalışıyorsunuz... Esinlendiğiniz bir yönetmen ya da başka bir özel nedeni var mı bu tercihleri yapmanızda?
Şunu baştan söylemeliyim ki, sessizlik ve konuşamama hali beni hep etkilemiştir. Bu benim gerçek yaşamımda da bir iletişim hali olarak kullandığım bir araçtır. Kim bilir belki de iletişimsizlik... Bu noktada tırnak açıp bir anekdot anlatmak istiyorum. Diyarbakır’a gelen bir yönetmene “Dolap” filmimi izletmiştim. Yine sessiz, diyalogsuzluk üzerine kurulu bir filmdi. Bana “Bu bir dilin yansıtılması mıdır” diye sormuştu. Elbette ki burada yaşananlardan bunların sonuçlarından muhakkak izler taşıyordur. O sessizlik bir tavra, büyük bir çığlığa dönüşüyor. Ama bu çok da bilinçli, planlanmış olan bir şey değil. Bu sessizlik hali üzerine ben de düşünüyorum. Bunun nedenleri üzerinde sinema yoluyla düşünme hali de hoşuma gidiyor. Sanırım beni yönlendiren bilinç durumu ya da akli bir şey değil, bu arka planda biriken yaşanmışlığın bana dayattığı bir şeydir bir yönüyle de.

Biraz önce sorduğumuz ve izleyicilerin de size sıkça sorduğu soruyu hatırlatalım; etkilendiğiniz yönetmen, sinemacı, yazar...
Benim Uzak Doğu sinemasına karşı bir hayranlığım var. Hatta Tsai Ming –Liang’dan çok etkilenmişimdir son dönemlerde. Tabii bununla birlikte Türkiye’den de etkilendiğim çok insan vardır. Olması da gerekiyor. Bir sinema başka türlü de inşa edilemez bence... Çünkü sinema çok kısa sürede kendisini yarattı, kendisini tüketti. Daha önce de belirttim. Taklitten çok kendime özgü film yapma peşindeyim.

Üzerinde çalıştığın bir hikaye var mı?
Var. Kısa ve uzun projelerim var. Bir filmi nasıl yapabilirimin peşine düştüm.... Kendime ait bir dil yaratmaya çalışıyorum. Bu ne kadar mümkün olur, zaman gösterecek. Yaşadığım yerden etkilenen ama kişisel bir sinemayla hiç ajite etmeden, samimiyet temelinde bir sinema yapmak asıl hedefim. (Diyarbakır/EVRENSEL)
Ali Rıza Kılınç
ÖNCEKİ HABER

kutup geyiği ve kutup ayısı 1

SONRAKİ HABER

Evvel Temmuz Festivali sona erdi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...