02 Ocak 2008 00:00

UFUK

2008’in ilk gününde, gazetelerde, adet olduğu üzere, bu yılın neler getireceğine ilişkin yorum ve analizler ağırlıktaydı.

Paylaş

2008’in ilk gününde, gazetelerde, adet olduğu üzere, bu yılın neler getireceğine ilişkin yorum ve analizler ağırlıktaydı.
Ancak bu yorum ve analizlerin arasında, artık çoktan eskimiş, hükmünü yitirmiş ve geçersizliği tarih tarafından da kayda geçirilmiş olan düşünceler de, yeni bir yıla dair öngörüler olarak gündeme getirildi. Bunlardan birisi de, hükümete yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak gazetesinin yorum sayfasında yer alan “Terör sorunu demokrasi ile çözülür” başlıklı yazıydı. Mülkiye Başmüfettişi Ahmet Faruk Güneş’in yazısının başlığı, soruna geleneksel yöntemlerin dışından baktığı izlenimi veriyor. Ancak yazıyı okuduğunuzda karşınıza, AKP Hükümeti’nin şu anda uyguladığı “terörle mücadele” politikası çıkıyor.
Dağa çıkmanın önüne polisiye önlemlerle geçilemeyeceğini belirten Güneş, bu konuda yöntem olarak, bireysel özgürlüklerin genişletilmesi, demokratikleşme adımlarının derinleştirilmesi gibi önerilerde bulunuyor. Ardından da şöyle diyor: “Türkiye şehirlerde teröristle mücadelede görece başarılı bir ülkedir. Hizbullah operasyonu ve son dönemde şehirlerde yapılan terör eylemlerinin hiç değilse faillerinin yakalanmış olması iyi örneklerdir. Şehirlerdeki bu başarının ardında gittikçe yükselen önleyici istihbarat kapasitesi ve profesyonelliği katlanarak artan polis teşkilatı vardır.
Örgütle kırsal alanda polisiye mücadele önemlidir. Zira örgüt belirli bir kırsal alanda “gerilla” olarak tanınmak istemektedir. Bu bakımdan kırsal alanda teröristle mücadelede başarı hayati önem taşımaktadır. Bu alanda önemli başarılar da sağlanmıştır.
Kırsal alanda teröristle mücadelede reformlar yapılarak başarı tahkim edilmelidir. Kırsal alanda terörle mücadelede sorumluluk olağan iç güvenlik birimlerine bırakılmalı, en geç 2008 başı itibariyle kırsal alanda terörle mücadele unsurlarında er/erbaş kullanımı sona erdirilmeli, jandarma ve özel harekât polislerinden müşterek operasyon birlikleri kurulmalı, geçmişte denenip başarılı olunduğu gibi bazı kırsal bölgelerin kontrolleri tamamen polis özel harekât timlerine bırakılmalıdır. Teröristle mücadelede en etkili araç yüksek profesyonelliktir. Türkiye’nin terörizmle mücadelesi için bir çözüm vardır ve bu çözüm makro eksenleri bakımından bulunmuştur. Kırsal alanda teröristle mücadelede profesyonellik ve sivilleşme yolunda reorganizasyona gidilmesi terörizmle mücadelenin başarısına başarı katacaktır. Standardı yüksek demokrasi, daha iyi yaşam koşulları, etkin, profesyonel sivil bir iç güvenlik hizmeti terörizm ve teröristle mücadelede ideal çözümü sunar.”
Güneş, AB uyum sürecinin bir sonucu olarak yaşama geçirdiği kimi düzenlemelere atıf yaptıktan sonra, “Türkiye’nin kökleşen ve derinleşen demokrasisi işlevini görmeye başlamış; örgütün kullandığı malzeme ve mazeretleri azaltırken terörle mücadelenin meşruiyetini arttırmıştır” diyor ve şöyle devam ediyor: “Türk demokrasisinin derinlik ve sınırlarının artması, işlevini daha fazla yerine getirmesini sağlayacak, örgütün her şeyi olan insan kaynaklarını giderek kurutacaktır.”
Bu saptamalar, yazısının hiçbir yerinde “Kürt sorunu” tanımını dahi kullanmamış olan Güneş’in, nispi demokratikleşme düzenlemelerini “terörle mücadele” adımlarını meşrulaştıracak bir araç olarak gördüğünü açığa vuruyor ve “Türk demokrasisinin derinlik ve sınırlarının artması” sözü de bunu kanıtlıyor.
Yani Mülkiye Başmüfettişi Güneş, özünde, ayrıntılı önerilerle bulunduğu militarist yöntemleri destekleyecek türden “derin” bir demokrasiden söz etmiş oluyor.
Güneş’in bakış açısından önümüzde duran sorun “terör örgütü”nün icadından başka bir şey değil, önerdiği “derin” demokrasi de bu nedenle tarihsel, sosyal ve kültürel temelden yoksun “güvenlik” merkezli öneriler bütünü olmaktan öteye geçmiyor.
Oysa bu bakış açısı, onun “terör” dediği sorunun temel kaynaklarından birini ve başlıcasını oluşturuyor.
Karşısındakini tanımak, onu kendi adıyla çağırmaktan ziyade, onu “yoldan çıkarılmış” bir sosyal gerçeklik olarak görme yanılsaması, kendi yanlışlarını her gün yeniden üretmek ve ülkeye mal etmekten başka bir işe yaramıyor.
AKP tam da bu nedenle Kürt sorununu çözemez ve belki de bu sorun onu çözer.
Tarih bunu söylüyor. Geleceği de geçmişin yanlışlarını tekrar ederek kurmak ve kurtarmak mümkün değil.
2008’te Türkiye kendi tarihiyle ve gerçekleriyle daha açık yüreklilikle yüzleşirse o zaman çözümün kapısını aralamak da mümkün olabilecektir.
Yoksa “derin demokrasi” hayalleri, yitirilen bir tarihin tekerrüründen başka bir şeye hizmet etmeyecek.
Fatih Polat
ÖNCEKİ HABER

Fabrika yok, sizi girişimci yapalım!

SONRAKİ HABER

Siirt’te OHAL’i aratmayan uygulamalar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa