7 Ocak 2008 00:00

Gençler olmayınca tiyatro yenilenemiyor


Kısaca kendinizden söz eder misiniz?

Sahne sanatlarına dans ve edebiyat gibi iki ayrı yapıda eğitim görerek ve aynı zamanda bu alanlarda çalışarak girdim. Sonra, bu iki alanı dramaturji, tiyatro/dans eleştirmenliği ve koreografi gibi yine hem teorik hem de pratik iki ayrı alanda geliştirdim. Sonunda yazar-yönetmen olarak tüm bu alanları birbirine bağlayıp kendi dilini ürettiğim bir tiyatro anlayışının yapısını 10 yıldır ürettiğim işlerle ortaya koymaya çalışıyorum. Yaptığım işlerden hem büyük prodüksiyon olup hem de en çok ses getirenler arasında; üç yıl boyunca yurtiçi ve yurtdışında sürekli turne yapabildiğim, çok davet alan bir iş olan Perihan Mağden’in şiirlerinden yola çıkarak hazırladığım “Mutfak Kazaları”, uluslararası ortak bir proje olarak yaptığım yurtiçi ve yurtdışında birçok kent için yeniden yazıp kurguladığım “Home Sweet Home”, Sarah Kane’nin “Tutku”su ve “Psikoz 4.48”i, Caryl Churchill’in “Çok Uzak”ı, prodüksiyon olarak iki ödül alan Özen Yula’nın “Kırmızı Yorgunları”, bir otel tiyatro projesi olarak yazıp sahnelediğim “Kendine Ait Oda No:104”ü sayabilirim.

Uzun yıllardır dramaturg, yazar ve yönetmen olarak sanat ortamının içindesiniz, klasik bir soru olacak farkındayım ama yine de sohbet açımlansın diye sormak isterim; sanatsal arayışınızın hedefinde hangi değerler ve nasıl bir yaşam anlayışı var?

Samimiyet, emek benim için çok önemli. Ve de bir iş üretirken paylaşmak istediğin bir derdinin, bir fikrinin, bir tavrının olması... Tüm işlerimde, bir tiyatro/sanat düşüncesi oluşturduğuma ve sürekli kendi yolumda iş üretmeye çabaladığıma inanıyorum. Yaptığım işler sadece bir oyun değil. Tüm tercihlerim ve duruşlarım da bir tiyatro ya da bir sanat düşüncesini ya da bir yaşam şeklini savunuyor. Ben, hem kurumsal hem de öncü ve bağımsız/mekansız tiyatronun içinde iş üretiyorum. Bunlar sanki birbirine ters, birbirini dışlayan şeyler gibi görülür. Bence birbirlerini beslerler. Beni beslediler. Ben hiçbir şeyi dışlamadan her yerde tiyatronun yapılacağına inanırım. Ve de her yerde ulaşacağınız bir seyirci vardır. Malzemeniz farklılaşabilir ama neden bu işi yaptığınız pek farklılaşmaz.
Kısacası, bugünün insanını, kendi değerlerim, algım ve sanat dilim doğrultusunda evrensel bir kalite/standart seviyesinden bakarak, yaşadığım kültürü öncelikli malzemem olarak kullanarak, estetik önerileri olan, seyircisini yaratabilen, her zaman bir problematiği olan, bununla da bir politik duruş üreten, benim için anlamı olan ve başkalarına da anlam oluşturacak işler yapmak amacıyla iş üretiyorum.

Siz tiyatroda deneysel çalışmalarınızla özellikle Avrupa’da tanınıyorsunuz. Ancak Türkiye’de sanırım performans ve özgün denemeler kendi seyircisini yeterince yaratamadı, neler söylersiniz?

Seyircisi olmayan bir tiyatroya inanmam. Seyircimin olduğuna da inanıyorum. Hem de yalnızca İstanbul’da değil, Anadolu’da da. Çünkü genelde yaptığım işlerde, gittiğim yerin elbisesini üstüme giyer, kendime göre düğmeler takarım. Yani hep mekana ve seyirciye göre iş yaparım ama ne söylemek istiyorsam onu söylerim.
Hiçbir sahnede sahneleyemeyeceğim bir oyun olan Caryl Churchill’in “Çok Uzak”ını DOT’ta sahneledim, şu anda çalıştığım David Harrower’ın “Karatavuk”unu da DOT’a yapıyorum. Çünkü DOT’un seyircisi çağdaş tiyatronun en güncel metinlerini/projelerini takip etmek isteyen bir seyirci. Yani bu oyunların eleştirel düzeyi ve içinde var olan kavramsallık ve politik gerçeklik veya tabu yıkıcılık, DOT’un seyircisini rahatsız etmiyor. Ama belli bir algıdan bakmaya ısrar edenler için de yıkıcı gelebilir. Sinop’ta Sinopale kapsamında, “Sinop Komün-ikasyonu” adını verdiğim bir belgesel tiyatro örneği yazıp-kurguladım. Bu da Sinop’da hapisanede kilitli kalmış devrim-ütopya-gerçeklik düşüncesi üzerine sahneye konmuş 2.5 saatlik bir tur yapısında kurgulanmış bir gösteriydi. Bu çalışma da gerçekten orada yapılırdı. En doğru yer o mekandı. Çok heyecan veren bir seyirci oluşturduk. Bir de en güzeli, çalıştığım yerlerde bir süre geçirdiğim için arkadaşlıklar kuruyorum tabii ki. Oyun sonrası, kalıcı güzellikler de oluşuyor. İzmit’te de Şehir Tiyatrosu’nda Özen Yula’nın “Kırmızı Yorgunları”nı sahneledim. Hemen kalkar denen oyun, üç yıl oynadı ve seyircisi hiç eksilmedi; kalktığında da sürekli soruldu, hatırlandı, hem seyircisi hem de oyuncuları tarafından. İzmit Sokak Festivali’nde ise Bejan Matur’un “Allahın Çocukluğu” şiirinden yola çıkarak yaptığım performansta kendim sahnedeydim. Sokak Festivali’ndeki seyircimiz zor bir seyirciydi evet, ama oluşuyordu bir yandan da. Seyircinin oluşması için süreklilik de şart. Festival ne yazık ki sürekli olamadı… Lush Otel’deki bir oda için ise “Kendine Ait Oda No:104”ü yazdım ve orada sahneledik. Oranın da seyircisi oluştu.
Bağımsız işlerin sürekliliği tabii çok büyük problem oluşturuyor. Ancak bir süreliğine gösterinizin devamlılığını sağlayabiliyorsunuz. Türkiye’de bağımsız işler değil de ticari işler destek alır. Ayrıca, tabii ki bir kurumsal tiyatro ya da bir ticari turne tiyatrosu hızında seyirciye ulaşmam mümkün değil, seyirciye ulaşma yöntemlerimiz de çok farklı.
Avrupa’da tanınmamın nedeni, davet ettiklerinde para veriyorlar ve oralara gidip oynayabilmem kolaylaşıyor, ekibime karşılığını verebiliyorum. Özellikle yurtdışı turnelerine gidiyorum ki, ekibi oradan kazandıklarımızla besleyip Türkiye’de daha fazla çalışabilelim diye. Ben Türkiye’de yaşayan ve Türkiye’de üreten ve hep Türkiye’den Avrupa’ya iş üretmiş bir sanatçıyım. Avrupa’da ilişkiler kurup, buralarda dolaşmadım. Burada ürettiğimi onlar buraya gelip, görüp satın alıyorlar. Yani burada var olmasam, onların beni bulacağı bir yer yok…

Türkiye’de tiyatroların geleneksel anlamda biçimsel ve gösterim teknikleri ve reji açısından kendini yenileyememesinde temel sorun nedir sizce?

İnsanların buna ihtiyaç duyması gerekir. Değişen koşullar ve gerçeklere göre yeni sanatsal kurgular ve bir dil arayışında olman yine senin bir şeyleri söylemeye ihtiyacın olduğunu gösterir. Demek ki genelde öyle bir ihtiyaç yok ya da o ihtiyaç görünür kılınamıyor. Bu da ne demek; tiyatroda şu anda oluşmuş çevre genelde tutucu, hareketsiz ve baskıcı bir çevre demek. Tabii çok genelliyorum. Ayrıca, yeniyi oluşturmak destek isteyen bir şey, ona destek yok denebilecek kadar az. Gençlerin alanı yok. Bu nedenle de yaratıcı gençler için çekici bir alan değil tiyatro. Gençler tiyatroya giremediği için de kendini yenileyemiyor. Tiyatronun çok şoven bir dili var, özellikle biraz paranın dönebildiği alanlarda. Tabii para girince hemen sistem kendini tekrarlıyor. Bir de öyle sanatçılarımız var ki, dışarıdan hiç kimsenin yok etmesine ihtiyaç duyulmayacak kadar içeride her şeyi yok edebiliyorlar.
Oyunlarınızda ve yazdıklarınızda daha ziyade kadın sorunsalı ve psikolojik derinliklere vurgu yapıyorsunuz, sizin için bu iki alanın özel olmasının yaşamsal karşılığı nedir?
Ben bir kadın sorunsalı yazarı değilim. Her yaptığım işin buna indirgenmesini de alan daraltma olarak görürüm. Ama tüm oyunlarım, -kurgulayıp yönettiğim, yazdığım ya da yönettiğim- bir kadın kahraman/anti-kahraman üzerinden dünyayı okurlar. Bir okuma biçimidir, bir bakış açısı veya bir dildir daha çok. İster istemez kadın olmamla ilgili tabii. Yani daha çok bir dil özelliğidir. Sahne dilimin diğer özellikleri yanında ağırlıklı bir özellik. Kesinlikle bu varoluşu yadsımam. Şöyle bir geri dönüp baktığımda neredeyse bir erkeğin başrol oynadığı hiçbir oyun yapmamışım. En fazla, eşit dağılımlı roller olmuş. Eşit dağılımlı rolleri olan oyunlarda bile, durumu okuma, düşünceyi ve estetiğini oluşturma biçimim, hatta komiği yaratma biçimim dişildir. Onun dışında dilimin daha kavramsal bir dil olduğunu düşünüyorum. Gerçekçi ve kavramsal yapıyı birbiri içinde geliştirebiliyorum. Psikolojik olmaktan çok, bazen “kaba/yontulmamış” denebilecek kadar sert gerçekliği olan işlerdir. Ama aynı zamanda sahneyi oluşturmak için seçtiğim göstergelerle, düşünsel anlamda çok katmanlı işler kurgulamak için çok yalın ve net, belli bilgileri içinde taşıyan semboller seçerim. Çoğu zaman sıradan denebilecek kadar bilindik, hatta “kitch” malzemeleri, birbirlerini olabildiğince sert kesen, yan yana duruşları belki biraz gönül acıtan şekilde, birçok anlamı ve duyguyu aynı anda hissettirecek biçimde kullanmayı yeğlerim. Bu psikolojik derinlikten çok sert bir şekilde ortaya çıkan duygu yoğunluğuyla düşünsel alanlarda seyirciyi -biraz istese de, istemese de- asılı tutmak ve durum üzerine düşünmek zorunda bırakmak içindir.
Eğitim sürecinde aldığım yola benzer bir dildir bu, edebiyat ya da tiyatro teorisi alanlarında eğitim gördüğümden, oyunlarımın kurgularında düşünsel ve kavramsal bir yapı vardır, danstan geldiğim için de, yine oyunlarımda oldukça içgüdüsel, sürprizli, ani dönüşümleri olan, varoluşsal olarak orada olan ve hiçbir mantıksal yapıda açıklayamayacağın, şekillenmemiş gerçeği içinde barındıran bir yapısı olan bir dil.

Genellikle gösterimlerde öne çıkardığınız temel unsur hangisidir (oyuncu , konu ya da diğer görsel efektler)?

Anlatılana, mekana, oyunculara, temaya göre çok değişir. Bu anlamda hiçbir oyunum birbirine benzemez. Bazı oyunlarda metin ve oyuncu ön plandadır. Bazılarında müzik. Bazılarında da tamamen görsel dil, plastik dil. Bazılarında da hepsi. Çoğu zaman amatör yapıyı profesyonel kurgu içinde korumaya alırım, çok amatörle çalışmışımdır. Gelenekseli çağdaş içinde okumayı ve özellikle geleneksel sahne sanatları kurgu yapısını, çağdaş tiyatro metnini oyunu yapılandırırken kullanmayı, yine bize ait olan bir tiyatro dili anlayışı adına tercih ederim.

Geçtiğimiz sezon Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek yazdığınız tek kişilik bir oyunu yöneterek otel odasında gösterime sundunuz, amacınız neydi?

Seyirciyle olabildiğince yakın bir ilişki kurabilmek, aktardığım hikayeleri paylaşmak, farklı mekanlarda tiyatroyu yaşayıp tiyatronun alanını genişletmek, paylaşımı çoğaltmak…

Bu sezon çalışmalarınızdan ve hedeflerinizden söz eder misiniz?

Şu anda DOT’ta, Cüneyt Türel ve Mine Tugay’la birlikte David Harrower’ın çok yankılar uyandıran 2007 Laurence Olivier En İyi Yeni Oyun Ödülü’nü olan bir oyununu çalışıyoruz: “Karatavuk.” Şubatta DOT’ta prömiyeri olacak.
Ayrıca bir öğrenci projesini yürütüyorum. Boğaziçi Üniversitesi’nde “Farklı Mekanlar için Oyun Yazımı” dersini alan öğrencilerimle, İstanbul Kültür Üniversitesi Mimarlık Bölümü hocaları ve öğrencileriyle beraber yürüttüğümüz bir proje. İstanbul Haliç bölgesinde seçtiğimiz altı nokta için tiyatro mekanı ve orası için bir oyun yazımı projesi bu. Bu öğrenim yılı sonunda umarım sonuçlarını sunabileceğiz. Bir de bir ses tiyatrosu projem var, daha oluşmakta olan.
Metin Boran

Evrensel'i Takip Et