9 Ocak 2008 00:00
UZUN MESAFE
DİĞER HABERLER
Geçen hafta kitaplığımı düzeltirken eski bir gazetede çok eşya astım habercisi başlığı beni alıp bir başka dergiye götürdü. Belki de malın var mı derdin var türü genel kabul görmüş halk deyişlerinden sıyrılıp sığınak aramıştım o an. Rotam kendi evimizi kurarken yıllar önce edindiğim Cogitonun Bir Anatomi Dersi: Ev başlıklı özel sayısı olmuştu. Şimdi sıra usumda kalan makaleyi çok eşya astım habercisi uyarısı eşliğinde yeniden okumaya gelmişti: Boş Evler Kime Ait?
Ettore Sottsass, genel kanının aksine boş, bomboş evlerin yoksullara ait olmadığını kanıtlar yazısında bizlere. Dayanak olarak da İşçi Sınıfı Cennete Gider filmini gösterir. Söz bir filmden açılmışken Hayat Televizyonunda gösterilse ne iyi olur dediğinizi duyar gibi oluyorum. Gerçekten de yoksulların, çok yoksulların evleri öylesine küçüktür ki, zaman içinde eşyalar bir ırmağın menderesinde biriken artıkları gibi balık istifi atılmadan rutubetle ve astım hastalığı ile buluşmayı beklerler.
Yanıtı yoksullarda bulamayınca yazarımız sorgulamaya devam eder ve nihai kanaatini bizlerle paylaşır: Boş evler kendi iradesiyle yoksul olabilecek (ya da öyle görünebilecek) kadar kendilerine ve tesadüflere hakim olabilecek, kısacası, genel olarak hayatta kalma içgüdüsünün bağlı kıldığı rekabetin günlük gösterisinden ne zaman, ne kadar ve nasıl kurtulabileceklerine karar verebilecek kadar cesur olanlara aittir. Bu ayrıcalıklılar arasına kimleri mi koymuştur; devrimciler, ütopyacılar, hayalperestler ile zenginin kompleksini ve zenginlik halinin melankolik kitsch kopyasını aşmış olan bazı çok zenginleri
Dedik ya; çok eşya astım habercisi! Astım hastalığı için en belirleyici etmen olan alerji özellikle son çeyrek yüzyılda sanayi toplumlarında daha bir görülür oldu. Özellikle küçük ortamlarda fazla miktarda eşya ve oyuncak varlığı solunum alerjisi ve astımı tetikliyor. Anlayacağınız çocuklara toz tutma özelliği olan aşırı oyuncak alma, üşünmesin diye evi boydan boya halı ile kaplama hastalığa davetiye çıkartıyor. Bazı tıbbi çalışmalar kentlerde sağlık hizmetlerinden iyi yararlanabilen hijyenik ve küçük ortamlarda büyümüş şehir çocuklarının, zamanlarının önemli kısmını evleri dışında geçiren ve ağız yoluyla mikrop kapma olasılığı daha yüksek olan sosyal güvencesiz kırsal kesim çocuklarına kıyasla daha fazla alerjik astıma yakalandığını gösteriyor. Neden olarak ise ev allerjenlerine bağlı astımda tozlar arasında yaşayan mayt adlı çok küçük canlıların yaşamaları için daha elverişli olan 37 dereceyi yani insan bedenini tercih etmeleri gösteriliyor.
Ev tipi allerjenlere bağlı gelişen astım hastalığı ile mücadeleye geldiğimizde ise her ne kadar E. Sottsass bize boş evin faziletleri üzerinden devrimci olmanın yeterli olabileceğini hatırlatsa da cesareti olamayanlar için, özellikle çocuklu ailelere birkaç küçük önerim olacak. Temizlenmesi güç boydan boya halılardan ve özellikle toz tutan eşya ve oyuncaklardan uzak durulması gerekiyor. Belki de geçmişle bağları koparma alanları haline getirilen, bir anlamda uygarlığın çağdaş sembolleri olarak algılanan yeni ev mobilya ve yataklarına göz atmaları gerekiyor. Geçmişin maliyeti daha ucuz, pamuğu yeniden attırılabilen ve yıkanan yorgan ve döşekleri yerine yıkanmaz elyaf ve süngerden imal edilmiş görece pahalı yatak, yorgan, yastıklar; yüzü ve içi yıkanabilir, hava alabilen sedirler yerine sadece yüzeysel temizliğe müsait modern oturma grupları. Yani işin özü mevcut halimizle her daim devrimci olunamasa da hiç olmazsa arada bir eleştirinin kıyısında durup ev alışkanlıklarımıza şöyle bir bakmak gerekiyor diye düşünüyorum. Konunun bir başka boyutu ise bugün yalnızca ev ortamı ile ilişkisini irdelediğimiz astımın ev dışı allerjenler bağlamında özellikle çevre kirliliği ve sigara konusunda toplumsal mücadeleye duyduğu gereksinim.
Sağlıcakla kalın ve hastalıklardan uzak durabilmek için hayatta kalma içgüdüsünün bağlı kıldığı rekabetin günlük gösterisinden kurtulabilme cesaretinizi yeniden sınayın. Bir de barış için çabadan asla vazgeçmeyin. Unutmayalım ki kimi zaman kimyasal silah ve seyreltilmiş uranyuma dönüşen savaş aygıtı bağışıklık sistemini çökerterek astım benzeri hastalıkların seyrini olumsuzlaştırıyor. O da sağ kalabilirseniz!
...
GSS kararsızları için bir öneri
Sağlıklı kalmayı kim istemez! Bırakalım hastalarımızı biz hekimler dahi mevcut sağlık ortamında hasta olmaktan ürküyoruz. Bu süregelen kaygı beni son GSS yasa taslağını SES Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Ergün Demir ile birlikte daha titiz okumaya itti; ancak rahatlamak yerine endişelerimiz daha da arttı.
Her ne kadar hekim de olsak hastalık ortak derdimiz. Hasta olduğumuzda bizleri muayene edecek hekimin ilk sorusunun geçmiş olsun, ne şikayetiniz var yerine GSS prim borcunuz var mıya yasa zoruyla evrilecek olmasını önemsiyoruz. Sağlığın hak olmaktan çıkartılıp ödev haline getirilmesinin yönetmeliklere havale edilişini ise kabullenemiyoruz.
Şu anda Mecliste bekleyen 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Yasa Tasarısı, toplumun ve insanların sağlığını, hastalığını, emekliliğini, sakatlığını özetle yaşamını etkilemekte. Bugün genel itirazı bir kenara bırakarak eğer gerçekleşirsi yasanın yoksulluk anlayışındaki gayriinsanî boyutu para yönü ile ele almak istiyorum. Hatırlanacağı üzere yasa yürürlüğe girdiğinde salt yeşil kartlar değil yakınları üzerinden sağlık hakkından yararlanan eş ve yoksul anne-babaların da sağlık karneleri ellerinden alınacak.
Sanırım hem yasayı hazırlayan Meclis komisyonları, hem veto eden önceki Cumhurbaşkanı, hem de Anayasa Mahkemesi akçeli konularda bilirkişilerden görüş almışlardır. Uzmanlara saygım sonsuz ama onlara saygı basit toplama çıkarma işlemlerini dahi elden bırakma anlamına gelmemeli. GSS sürecine bakınca kurumlarımızda bu boyutun eksik olduğunu hissettim. Neden mi?
Genel Sağlık Sigortasında açlık sınırı 145 YTL olarak tanımlanmış. Bu parayla geçinirken ölmemeniz emrediliyor adeta. Taslağa göre aylık gelire göre her ay kişisel GSS primi ödenmesi zorunlu. Aylık geliri 145 YTL den fazla olan bütün vatandaşlar her ay en az 73 YTL GSS primi ödemek zorunda kalacak. Bu arada düşündürücü olan 1 YTL. Yasa taslağını okuyunca en yoksullarımızın yakın gelecekteki beddualarını duyar gibi oluyoruz, sanırız ki lanet olsun ayda 1 YTL fazla gelire diyecekler! Nasıl olmasın ki; bir koyup on almanın klişeleştiği ülkemizde ayda 1 YTL uğruna GSS primi olarak 73 YTL ödemek yoksulların yasadaki hali olarak düzenlenmiş. Yani 145 YTL kazanan 73 lirayı cepten ödeyecek; GSS öncesinin ayda 1 lira daha yoksulu ödeme yapmayınca geliri önceden 217 lira olan yoksul arkadaşının seviyesine çıkacak. AK Partinin devlet babası böyle bir şey olsa gerek; kimini kendince açlık sınırına yukarı çeker, kimini kendi rakamları ile ölüm sınırına iter.
Bu kadar rakamın ardından kafanız karıştı ise sadeleştirmek ve sosyal devlet yerine ikame edilmeye çalışılan lütuf devletini reddetmek adına kararsız GSScilere bir önerim var. Hiç olmazsa şunun için çalışsınlar: Madem yasa taslağı yoksulluk sınırı olarak tanımladığı 144 YTLden GSS primi alınmayacağını söylüyor, o halde yasanın bu maddesinin şu hale evirilmesi için çaba harcayabilirler: GSS primi karşılandıktan sonra aylık geliri 145 YTL altına düşen herkese aradaki fark devletçe ödenir.
Dr. Zeki Gül
Evrensel'i Takip Et