13 Ocak 2008 00:00

cızırtı


Madem havada savaş kokusu var, diziler neden boş dursun? Patır patır araziye uyuyorlar tabii, reyting davasına.
İki farklı kanalda başlayan iki farklı dizi, Gazi ile Pars. Aynı kadına aşık olan iki zengin patronun hikayesi falan değil, ya da aynı mahallede yaşayıp sürekli gürültü çıkaran beceriksiz bir tayfanın güldürürken düşündüren halleri hiç değil.
Ciddi misyonları var dizilerin. Adam dizinin tanıtımının daha başında duyuruyor: “Gazi, bu vatan uğruna toprağa düşen, bu vatan için canlarını ve kanlarını seve seve veren Mehmetçiklerimizin hikayesi...” Kim ne diyebilir? Bir kişinin hikayesi değil, hepsinin birden, hem de kanlı, canlı, seve seveli bir hikaye olunca, biz ona propaganda diyoruz. Nitekim, Gazi’de izleyeceğimiz Fırat, askerden sakat dönen, bir süre hayata küsen biriymiş ama (buraya dikkat) neyse ki “düşmanın sadece dağlarda olmadığını” anlayıp mücadelesine evinde de devam ediyormuş. Osman Sınav’ın dizisi Pars, daha önce sinema filmi de yapılmış bir hikayenin devamı. O da bir misyon dizisi olduğunu daha başlamadan aylar önce ilan etmişti. Hangi uyuşturucunun kaç gramıyla kaç mermi alındığını tablo tablo verdiler bize. Burdaki kahraman başkomiser de, anladığımız kadarıyla “terörün finansmanı” meselesine el atacak.
Bugüne kadar içinden “terör” geçen dizileri dağlarda, çatışmalarda görüyorduk, o da tek tük. Ama “elde silah terörist avı”nın şehirlere, yardım edenlere, destek verenlere derken iyice genişleyip yayılması, malum, tam büyüklerimizin ilan ettiği konsepte uygun. Henüz dizilerde konuyu nasıl işlediklerini görmedik ama çok tehlikeli, riskli bir alana girdiklerinin farkındadırlar diye umalım.
“Biz gerçekle ilgisi olmayan bir şey anlatıyoruz” deseler bile, ortam bu kadar gerginken söylenecek bir laf, bir diyalog izleyiciyi nerelere götürebilir. Bir de açık açık güncel meselelere gönderme yaptıklarını ilan ediyorlar. Cinayet işleyenin Kurtlar Vadisi’nden “esinlenmesi” gibi, mahallesindeki, okulundaki Kürt’e saldıranlar da yarın öbür gün dizileri örnek almaya başlarsa işimiz var.
Çünkü bir dizi yapayım da barıştan söz edeyim diye düşünmek zor geliyor nedense.
Hiç hassas olmadıklarını düşünmek için elimizde çok veri var üstelik. Bir örnek isterseniz, iki hafta önceki Selena’da aynen şöyle bir vaka yaşandı: Selena, kötülükle savaşan bir iyilik perisi. O kadar ki, dünyada yapılan bütün iyilikler Selena’nın hesabına yazılıyor, o da bunları artırmak için çalışıyor. En son aklına gelen iyilik, Mehmetçik Vakfı yararına ilköğretim okulunun içinde bir konser düzenlemek oldu! Selena’nın can düşmanı kötülük perisi Hades bile bu işe sesini çıkaramadı.
Yani, iyilik perisinin çocuk dizisinde bile barış yok. Asker dizisinden ne çıkar siz hesap edin...

KAMPANYA - samanyolu ermenilerin yakasını bıraksın!
Samanyolu çevresi, son haftalardaki dizilerinde Ermenilere takmış vaziyette. Saflık bu ya, ben de oturup bölümlerin sonuna kadar, acaba ne güzel mesajlar verecekler diye izliyorum. Çünkü kafadan girmiyorlar, ama maşallah sağ gösterip iyi sol vuruyorlar.
Önce Sırlar Dünyası, bir Ermeni kızla Müslüman delikanlının aşkını konu alan bir bölüm yaptı. Gençler birbirini seviyor, aileleri de onay veriyor. Her şey çok yolunda başlıyor. Derken, erkek tarafının kızı Müslüman yapma operasyonu başlıyor. Tabii öbür taraf itiraz ediyor, iş büyüyor ve sonunda evlilik yatıyor. Fatura “bizimkilere” kesilecek değil ya, problem “ötekilerin” başının altından çıkıyor herhalde.
Hakkını Helal Et’te işler daha da karışık. Kahramanımız Murat’ın gençliğinde bir Ermeni ustası varmış, Agop Usta. O da dahil, Ermeni cemaatinden karakterler gayet olumlu. Agop Usta Murat’a iş öğretmiş, halim selim bir adam. Kazığı atan Murat olmuş, ondan bir şeyler çalmış. Dizinin konusu gereği, gidip ondan helallik istiyor. Tabii Agop Usta da ondan karşılığında bir şeyler istiyor. Derken şöyle bir manzarayla karşılaşıyoruz, gizli Müslüman olup da bunu kimseye söyleyemeyen Agop ölmüş, onu Müslüman mezarlığına gömmek de Murat’a kalmış! Neyse ki, uluslar arası bir krize ramak kala, Murat bu işten vazgeçiyor. Ama biz büyüklüğün onda, yani “bizimkilerde” kaldığını görüyoruz.
Herkesi kendi haline bıraksalar, her bölüm dinden döndürmeye uğraşmasalar ne olur?
Çağdaş Günerbüyük

Evrensel'i Takip Et