03 Şubat 2008 00:00

asya pasifik'te bu hafta

dünden bugüne endonezya

Paylaş

Endonezya, Hollanda’dan bağımsız olduğu 1945’ten bu yana, o ya da bu biçimde, ‘Pancasila’ diye adlandırılan 5 ilke ile yönetiliyor. Ve bu özellik 6 Ok’u andırıyor; ama içerikte farklılaşma var. İlkeler şöyle:
1) ‘Tevhid’: Endonezya Devleti, tek Allah inancına dayanır.
2) ‘Adil ve Uygar İnsanlık’: Sömürüsüz bir düzen savunusu.
3) ‘Endonezya’nın Birliği’: “Endonezya bölünmez bir bütündür”de billurlaşan, saldırgan ulusalcılığın ta kendisidir.
4) Oydaşma İlkesi: Bu ilke, -ki çoğunlukla uygulanmamıştır- kararların tepeden inmeci değil, tarafların anlaşması ile alınması ilkesidir.
5) Toplumsal Adalet İlkesi.
Pancasila, 1945’te Endonezya bağımsızlığının önderi Sukarno tarafından ortaya atılmış; Suharto tarafından üniversite eğitimi için zorunlu kılınmış ve daha da ötesi, Pancasila’ya dayanmayan partiler, yasadışı ilan edilmiştir. İlk ilke, İslamcılar arasında şeriatı açık olarak benimsemediği için ve İsacılık gibi diğer tek tanrılı dinleri de içerdiği için çoğunlukla reddedilmiştir. Öte yandan, Endonezya’daki yerli dinlere inanan çok sayıda insan, çok tanrılı inanışlara sahip oldukları için bu ilkeyi reddetmiştir. Üçüncü ilke, 1975’te Endonezya’nın Doğu Timor’u işgali ve sonrasında, Endonezya ordusunun D. Timor’daki toplu kıyımları için dayanak yapılmıştır. Dördüncü ilke, Endonezya’nın kurucusu olduğu Güneydoğu Asya Birliği’nin karar düzeneği olarak belirlenmiş ve böylece, birliğin neredeyse hiçbir zaman kayda değer bir karar alamamasını sağlamıştır. (Tüm devletlerin üzerinde anlaşabileceği bir karar bulmak neredeyse olanaksız). Aslında Pancasila, 6 Ok gibi, çeşitli Avrupa düşün yapılarının (ideoloji) bir karışımından oluşmaktadır. 3. ilke, Nazilerden; 2. ve 5. ilke açıkça, toplumsalcı dünya görüşünden esinlenmiştir. Sukarno, bu ilkelere ülkede saygınlık kazandırmak için sanki bu ilkeler, Avrupa’dan alınmamış da Endonezya’nın yerli geleneklerinde kökleri varmış gibi yeni bir tablo çizmiş; ondan sonra gelen Suharto ise Pancasila’yı tümüyle yerlileştirmiştir.
Sukarno, 1955’te Bandung Konferansı’nda, ABD ve Sovyetler’e karşı bağımsız bir siyaset izleme çabası içerisinde olan Yugoslavya, Çin ve Mısır gibi ülkelerin önderliğine soyunsa da; her zaman Sovyetler’e ve Çin’e yakın bir çizgiye sahip olmuştu. Onun döneminde, temel dayanak noktalarından biri olan Endonezya Komünist Partisi, sosyalist ülkeler dışında en çok üyesi olan komünist parti olarak nam salmıştı. Onun düşüşüyle, partinin düşüşü çakışacaktı. 1965’te Endonezya’nın ABD yörüngesi dışındaki duruşundan rahatsız olan CIA, darbe düzenlemeye kalktı; olaylar uzadı ve sonunda CIA piyonu Asker Suharto, Sukarno’yu görevden uzaklaştırmakla kalmadı; 300 bin-1 milyon komünisti öldürttü. Onun dönemi, Türkiye’deki 12 Eylül sonrası Türk-İslam bireşimi gibi ‘Endonez-İslam bireşimi’ dönemi olarak anılacaktı. Bu dönemde Suharto, 31 yıllık iktidarını korumak için bir Endonez ayağına kaydı, bir İslam ayağına kaydı. Ama bu sarkaç gibi salınımları ne yönde olursa olsun, şu konularda şaşmadı: Sukarno’nun kamulaştırdığı işletmeleri ve diğerlerini özelleştirme, Endonezya’yı yabancı sermayeye açma, daha fazla yoksulluk, IMF gibi kurumlardan alınan kredilerin Suharto’nun kendi hesabına geçirilmesi (kimi kaynaklarda 31 yılda zimmetine geçirdiği toplam 15-35 milyar dolarla, dünyanın kendi zimmetine en çok para geçiren başkanı olarak nitelendirilmektedir), öğrenci eylemlerinin kanla bastırılması, hükümet karşıtı parti kongrelerinin askerlerce basılması vb...
Suharto, 1998’de Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra Asya komünizmine karşı ABD uydusu rolünün artık gereksiz olması, Asya Finans Bunalımı’nın bir sonucu olarak enflasyonun tavan yapması, Doğu Timor’da Endonezya ordusunun gerçekleştirdiği toplu kıyımlara uluslararası tepkiler ve Sukarno’nun kızı Sukarnoputri’nin etkin muhalefet çalışmaları sonucu iktidardan düşürüldü; ancak, siyaset kırım (siyasal nedenlerle yapılan toplu kıyım), rüşvet ve zimmetine para geçirme suçlamalarıyla yargılanamadı; çünkü doktorları, Suharto’nun bozulan sağlığının yargılamaya izin veremeyeceğini ileri sürüyorlardı. Onun yerine, yine rüşvet batağına batmış oğulları yargılandı ve hapis cezasına çarptırıldılar. Nehirlerin kan aktığı söylenen günlerde (1965’te) Suharto’nun emriyle, İslamcılarca kör bıçaklarla öldürülen yüzbinlerce komünistin kanı ise hâlâ yerde duruyor... 1998’de, Suharto’dan sonraki seçimlere kadar geçici bir süre devlet başkanı olan Yusuf Habibi, Endonez-İslam bireşiminin İslama kayışının temsilcisi idi. Yine de ülkede özgürlük alanının genişletilmesine katkısı oldu: Kısa süreli yönetiminde, partiler üzerindeki Pancasila kısıtlaması kaldırıldı; siyasal tutsaklar serbest bırakıldı. Ülkede yaşayan çok sayıda Çinliye baskı yapan, onlara zorla Endonez adları veren Suharto yönetiminin siyasasının tersine, Çinlilere çeşitli özgürlükleri iade edildi. Uluslararası baskılara dayanamayan Habibi, D. Timor’da halk oylaması yaptırdı; hiç ummadığı bir sonuçla, Timor halkının çoğunluğu bağımsızlık istedi ve Habibi, kararı kabul etmek zorunda kaldı; çok eleştirildi. Habibi’den sonra gelen, babası Endonezya’nın ilk Diyanet İşleri Bakanı olan ve kendisi de Mısır ve Irak’ta din eğitimi almış, Suharto sonrasında Ulusal Uyanış Partisi’ni kurmuş Abdurrahman Vahit, ülkenin İslama kayışının doruğu idi. Yine de görece ılımlı olduğu için ülkenin İslamcılarınca pek de sevilmeyen bir başkan idi. Ülkede 1965’ten beri yasak olan Marksçı-Leninci yayınlara, Vahit döneminde hoşgörü adına serbestlik tanındı. Çinlilerin koşulları daha da rahatlatıldı. Yine de Vahit’in yönetiminde skandallar ve yönetim beceriksizlikleri eksik olmadı. Vahit de Suharto gibi, Sukarnoputri’yi başkanlık koltuğunda görmek isteyen halk gösterileri sonucu iktidardan düştü. 1998’de Suharto’nun 31 yıllık iktidarını tuzla buz eden büyük halk ayaklanması, 2001’de Sukarno’nun kızı Sukarnoputri’yi iktidara taşıyacaktı. Ev hanımı olan Sukarnoputri’nin siyasetle aslında hiçbir ilgisi yoktu, başkanlığı sırasında da silik bir önderlik sergiledi. Ülkenin ilk kadın devlet başkanı idi ama bu görevi taşıyacak düşünsel donanıma sahip değildi. Rüşvete bulaşmadığı için ve her şeyden önemlisi Sukarno’nun kızı olduğu için büyük halk desteğine sahip olan Sukarnoputri’nin özel ilgi alanlarını, en başta astroloji ve falcılık oluşturuyordu! Sanırız daha fazla söze gerek yok.
Sukarnoputri’den sonra gelen bugünkü Devlet Başkanı Susilo B. Yudhoyono, ordu kökenli bir aydın. Başkan olmadan önce görüşleri nedeniyle “Düşünen General” olarak adlandırılıyordu. Çeşitli ülkelerde bir asker olarak eğitim almış, doktora yapmıştır. Onun yönetiminde, ücretsiz eğitim ve ücretsiz sağlık yönünde girişimlerde bulunulmuştur. Susilo, D. Timor işgalinde üst düzeyde görev yapmış bir komutandır ve bu nedenle, bir savaş suçlusu olarak yargılanması gerekmektedir. Ama elbette yargılanmamıştır. D. Timor, diğer birçok küçük ülke gibi, tam da küçük olması nedeniyle bağımsızlıkla yetinmeyi yeğliyor; toplu kıyımların hesabını sormuyor ya da soramıyor.
İşte Endonezya’nın 63 yılı... Önce toplumsal adaletten yanalık, sonra ABD’nin dayattığı Endonez-İslam birleşimi ve ardından Soğuk Savaş sonrası oluşan yeni ortam... Geleceği kestirmek zor olsa da, Endonez ve İslam öğelerinin gelecekte de etkili olacağına kuşku yok.
Suharto’dan Sonra Notu: İşte o Suharto, 27 Ocak’ta öldü. Ölümü Endonezya için büyük değişikliğe yol açmadı. Suharto için yas ilan edildi ve halk duaya çağrıldı. Oysa halklar, dua yerine lanet okuyor, yas yerine bayram ediyorlar. En büyük üzüntüleri ise yargılanmadan ölmesi. Suharto’nun ölümüne bu yazıda çok az yer ayırıyoruz. 3 nedenle: Yeterince yazıldı çizildi. Suharto’nun getirdiği baskıcı kurumların çoğu duruyor. Dolayısıyla Suharto hâlâ ölmüş değil. Bu, büyük olduğu ileri sürülen ‘küçük adam’, dünya halklarının adalet kavgasında küçük bir nokta yalnızca... O halklar ki nicesini devirdi şimdiye dek...
Dr. Ulaş Başar Gezgin
ÖNCEKİ HABER

bir bebek nasıl bir dünya ister?

SONRAKİ HABER

dünyanın en büyük komedi tiyatrosu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa