04 Şubat 2008 00:00

NABIZ

İstanbul Davutpaşa’da patlayan neydi? Havai fişek üretiminin sonucu bir iş kazası mıydı? Yerel ya da merkezi yönetimin yapması gereken denetimlerin yapılmaması sonucu, bir ihmal mi söz konusuydu? Kayıt dışı mı patlamıştı?

Paylaş

İstanbul Davutpaşa’da patlayan neydi? Havai fişek üretiminin sonucu bir iş kazası mıydı? Yerel ya da merkezi yönetimin yapması gereken denetimlerin yapılmaması sonucu, bir ihmal mi söz konusuydu? Kayıt dışı mı patlamıştı? Patlayan her neyse, yoksul ve genç emekçi insanlar ölmüş ya da yaralanmıştı. Ve de bu ilk değildi.
Bilindiği gibi, Sanayi Devrimi, muazzam teknolojik gelişmelere paralel olarak yarattığı muazzam üretim patlamasına karşın, insanların yaşamlarında, sağlıklarında, çalışma ortamında o güne dek görülmemiş sorunlara yol açmıştı. Ölümlülüklerin, bulaşıcı hastalıkların, açlığın, beslenme yetersizliğin, vb artışı, o çok övünülen üretim artışının insani bedeli olarak karşımıza çıkmıştı. Bu insani bedeli ödemek istemeyen işçi sınıfının tepkileri, “dizginsiz bir piyasa fikrinin hayal olduğu gerçeğini” herkesin kafasına çakınca, sosyal düzenlemeler gündeme geldi. Sonraki yılların, adım adım işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarındaki iyileştirme yılları olduğu da-hiç olmazsa Kuzey’de-görüldü. Sonra? Sonra, küreselleşme. Ve neoliberalizm. Yine, piyasanın her şeye kadir olduğu fikrinin egemen kılınması çabaları.
Birkaç yıl önce, “Emeğin Yeni Dünyası” adlı (Ronaldo Munck, Kitap Yayınevi) bir kitap okumuştum. Küreselleşmenin Kuzey’i Üçüncü Dünyalaştırdığı, bu nedenle bu sürecin “Kuzeyin Brezilyalaşması” diye adlandırılmasının mümkün olduğu ifade ediliyordu. Anlatılmak istenen, işçi sınıfının mücadelesi sonucu oluşturulmuş çalışma ve yaşam koşullarına ilişkin kazanımların/standartların giderek eridiğiydi. Doğal ki, Kuzey’de küreselleşmenin yaşattığı “Brezilyalaşma”, Güney’de “Pakistanlaşma” biçiminde yaşanmaktaydı. 1960’lı yılların sonundan itibaren, geleneksel sömürgesel ilişkilerin değiştiği Üçüncü Dünya’da büyük sayıda çalışmaya hazır ve ucuz işgücünün ortaya çıkması, üretim sürecindeki değişiklikler sonucu çok vasıf getirmeyen çok sayıda üretim sürecinin Üçüncü Dünya’ya taşınmasının olanaklı olması, ulaşım ve iletişim olanaklarının ucuzlaması ile bu durumun kolaylaşması gibi nedenlerle Güney’de bir üretim patlaması oldu. Küreselleşme ile birlikte, Güney’in ucuz emek cenneti olma özelliği iyice öne çıktı.
Türkiye’de 1980 sonrası dışa açılma süreçlerinin ağırlık kazanması ile, büyüme dinamikleri giderek dışa bağımlı hale gelmiş bir ülke olmaya başladı. Çok övünülen ihracata dayalı büyüme stratejileri, belirli bir sektörde uzmanlaşma, düşük yatırım oranları, düşük teknolojilerle büyüme, en ucuza üretebildikleri ve rekabet edebildikleri mallarda yoğunlaşma anlamına gelmektedir. Türkiye ya da bir başka çevre ülkesi, dünya ekonomisinde tutunabilmek için, belirli sektörlerde belirli üretkenlik düzeyini yakalamak durumundadır. Yoksa, dünyada barınamaz! Ancak, bu rekabetin bütün “numarası”, birim emek maliyetlerini aşağıya, daha da aşağıya çekmektir. Çünkü, “başarılı” ülkeler, bunu yapmaktadır. Sonuç, çok abartılan büyüme vb rakamlarına karşın reel ücretlerin baskılanması, işsizlik ve de hepsinden önemlisi kayıtdışılıktır. Yani, kayıtdışılık, bir ahlaki problem değil, tercih edilen yolun “yapısal” bir özelliğidir.
Hal böyleyken, bizzat kayıtdışılığın rantı ile iktidar olmuş bir iktidardan, denetim gibi bir beklenti olması çok gerçekçi değildir. Kayıtdışılık, aynı zamanda, çalışma ve yaşam koşullarının insani düzeyin altında olması demektir. Sağlığın, beslenmenin, sosyal güvenliğin, eğitimin, kamu hizmetlerinin bir hak olmaktan çıkarılması demektir. İşçinin, işçi olmaktan çıkarılıp, köle kılınması, dolayısı ile ortaçağ iane modeline razı edilmesi demektir. Ortaçağ ideolojileri ile etkilenmesinin olanaklı hale getirilmesi demektir.
Patlayan, [Türkiye] kapitalizm[i]dir. Neoliberalizmin yapısal bir parçası olan kayıtdışılığın patlaması, bir gerçekle bizi yüzleştirmesidir. Sadece, örgütlü, düzenli istihdamı olan, eğitimli, modern işçi sınıfına ve onun sorunlarına kilitlenerek politika yapmanın yetersizliği ile yüzleştirmesidir. İşçinin sağlığı ile ilgilenecek olan, onun güvenliğinden kaygı duyan, sosyal güvenlikle ilgilenen, çevre diyen herkes, bugüne kadar yanında yöresinde görmezden geldiği, adı yok, kayıtsız işçileri görmeden, ona göre kurgu yapmadan bir şey yapamayacağı gerçeği ile yüzleştirmesidir.
Ata Soyer
ÖNCEKİ HABER

Tunceli’deki tek kütüphane kapatıldı

SONRAKİ HABER

İfade özgürlüğüne kelepçe: 301 -1

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa