10 Şubat 2008 00:00

‘avrupalılaşmak’ (mı?)


Türk modernleşmesinin öncülerinden İbrahim Hilmi Çığıraçan’ı ne yazık ki günümüzde pek çok ‘okur yazar’ tanımamaktadır. Ülkemiz düşünce hayatına büyük katkıları olan ustamızı bir kitabından yola çıkarak anımsatmaya çalışacağız.
Tulça’dan İstanbul’a…
Tüccarzâde İbrahim Hilmi, 1876 yılında Romanya’nın Tuna deltası yakınlarındaki Tulça kasabasında dünyaya geldi. Ailesi 1883’te İstanbul’a göç edince ilköğrenimini burada tamamladı. Bir süre terzi çıraklığı yaptı. Okumaya olan büyük hevesi, onun on beş yaşında Bâbıâli’de İkdam gazetesinin abone memuru olarak basın hayatına girmesine neden oldu. Bu arada Ticaret Orta Okulu’na heves ettiyse de ikinci sınıftan ayrılarak isteğinin ağır bastığı basın mesleğinde karar kıldı.
***
Bâbıâli yokuşunda…
1896’da, henüz yirmi yaşında iken, ülkemizde ‘ilk’ olarak bilinen ‘Kitaphane-i İslâm’ Yayınevi’ni kurdu. Kahramanımız bu yayınevine daha sonra getirdiği kardeş Kitaphane-i Askerî ile adını ve alanını genişletti: ‘Kitaphane-i İslam ve Askeri’
Cumhuriyet döneminde yayınlarını Kitaphane-i Hilmi, daha sonra da Hilmi Kitabevi adıyla sürdürdü.
Yayınladığı binden fazla eserle Bâbıâli’nin önde gelen kitapçılarından oldu.
Tarihçi Ahmet Refik Altınay’dan, (sonradan çok ünlenecek) Hüseyin Rahmi, Refik Halit, Yakup Kadri, Halit Ziya, Mehmet Emin Yurdakul’dan Ahmet Cevat Emre’ye dek yayınladığı yazarlarımızdır. Yine İkinci Meşrutiyet döneminde çok ses getiren Prens Sabahattin’in ünlü ‘Türkiye Nasıl Kurtulabilir?’ de (1913) yayınladığı kitaplardandır. İbrahim Hilmi, 93 Harbi, Balkan ve Trablusgarp yenilgileri üzerine ‘Askeri Kitaplar’ dizisinden 200 kadar kitap yayınladı. Bunlardan biri de Mustafa Kemal’in ‘Zabit ve Kumandan ile Hasbihal’ (1918) adlı eseridir.
***
İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra resimli ilk günlük gazeteyi, Millet’i çıkardı (5 Ağustos-7 Kasım 1908). Daha sonra Hüseyin Rahmi ile birlikte ‘Boşboğaz ile Güllabi’ adlı mizah gazetesini ve ‘Ordu ve Donanma’ (1912-1914) adlı dergiyi yayınladı.
Yakın tarihimizin düşünce kaynaklarını araştıran kimi yazarlarca, İkinci Meşrutiyet’deki fikir hayatının Cumhuriyet döneminden daha zengin ve renkli olduğu ileri sürülmektedir.
***
İbrahim Hilmi’nin yayıncılığı yanı sıra birçok eserin de müellifi olduğu bilinmektedir.
İlk kitabı ‘Osmanlıların Muzafferiyatı-Teselya ve Yenişehir’. İstanbul, 1898. Arada pek çok eğitim, kültür kitabından sonra, ‘Herkese Mahsus Yeni Harflerle Türkçe Alfabe’yi imzalamıştır ustamız. (İstanbul, 1928).
***
Toplumsal sorunlara duyarlığı oldukça erken yaşlarında gelişen İbrahim Hilmi Bey, özellikle İkinci Meşrutiyet döneminde tartışılan önemli yurt sorunlarını ‘Kitaphane-i İntibah’, (Uyanış Yayınları, Kitaplığı denebilir) başlıklı dizisinde “Felâketlerimizin Esbabı” (Nedenleri) ve Türkiye’nin içine düştüğü/ düşürüldüğü bunalımlardan kurtulmak ve ilerlemek için çözüm yollarını tartışmaktadır.
İbrahim Hilmi’nin bu diziden çıkan kitabının 3. sayfasında kapak bilgileri şunlardır:
[Kitaphane-i İntibâh: No.15 / Muharriri: Tüccarzâde İbrahim Hilmi./AVRUPALILAŞMAK/ Felâketlerimizin Esbâbı/ Dersaadet / Kitaphâne-i İslâm ve Askerî / 46 – Bâbıâli Caddesi – 46/
1332 (1916) Matbaa-yı Hayriye Şürekâsı ]
***
Bir zamanlar İstanbul’un basın ve yayın hayatının beyni olan Bâbıâli’nin en kıdemli emekçisi (7 yaşında İstanbul’a gelirken Tüccârzade İbrahim Hilmi), 12 Haziran 1963’te İbrahim Hilmi Çığıraçan olarak (87 yaşında) İstanbul’da hayata gözlerini kapadı. Zincirlikuyu Mezarlığı’nda gömülüdür.
***
İbrahim Hilmi’nin Avrupalılaşmak adlı kitabını günümüz Türkçesine uyarlayarak basıma hazırlayan Osman Kafadar ile Faruk Öztürk’ün vefa duygusu kadar başarılı çalışmaları övgüye değerdir. Onları kutluyorum. Osman Kafadar’ın kaleme aldığı aydınlatıcı ‘Sunuş’ yazısının son paragrafını buraya alıyorum: “(…) Eser, bugün Türk düşüncesinde çağdaşlaşma sorunları etrafında yapılan incelemelere önemli referanslar olabileceği gibi, her kesimden okuyucuyu bugünkü tartıştığımız sorunları yeni baştan düşünmeye de davet edecektir. Ankara, 15 Eylül 1996” (Gündoğan Yayınları, (11X16 ) 192 sayfa l. baskı: Nisan 1997 - Ankara )
***
92 yıl önce İbrahim Hilmi’nin, kitabın daha girişinde hayıflanıp üzüldüğünü okuyunca “Vah halimize!” demek geldi içimizden. Neredeyse yüz yıla dayanmış bu ‘yeniden’ modernleşme sürecinin neresinde olduğumuzu oturup düşünmeliyiz. Ustamız kitabının yayımından sonra 47 yıl daha yaşadı. Acaba yaşamının son yıllarında ne düşünüyordu ülkemizde olan bitenler üzerine?
Yüz altmış yıl önceden…
Hilmi Bey kendisini üzen durumu şöyle yazıyor: “Tanzimat-ı Hayriye’den 75 yıl sonra da Avrupalılaşmak gerekliliğine dair eser yazmak ihtiyacını hissetmek, ülke için acı bir durumun göstergisidir. 3. Selim’den önce başlayan uyanma, nasıl oldu da koca bir yüzyıl içinde feyizli bir hale gelemedi? Türkiye’nin yenileşme tarihinde, özellikle Tanzimat’ın ilanında gördüğü destekler ve yardımlar, her türlü nasihat nasıl oldu da verimli olamadı?”(…) Biz ne Avrupa’ya küselim ne de düşmanlarımıza suç bulalım. Bütün suçu kendisimizde bulalım. Tarihimizi okuyalım. İdaresizliklerimizi gözönüne getirelim. Bugünkü toplumal ve ekonomik hayatımızın sefil ve perişan durumunu araştıralım. O zaman ne boş şeylere, ne cahilane safsata ve taassuplara kurban gittiğimizi anlayalım. Anlayalım da, artık bu kangren olmuş yaralarımıza bir sargı arayalım. Ben bu sargıyı Avrupalılaşmakta görüyorum. (s.21)
92 yıl sonra da…
“Ordu ve donanma için on milyon borçlanılacağını duyarsam titrerim. Anadolu’nun imarı için yüz milyon borçlanıldığını duysam sevincimden çıldırırım. Ekonomi işlerine ne kadar çok para dökersek o kadar büyük sonuçlar elde ederiz, millî bağımsızlığımızı o derece güzel savunabiliriz.”(…) Yoksa bugün Fransa’dan 700 milyonluk borçlanma için Rusya ve Fransa’ya bağışladığımız büyük siyasal müsaadeler ve menfaatlerin o zaman yüzde birini vermezdik”(s.130-131)
Al sana din eğitimi…
“(…) Talebe yirmi yıl Arapça öğrenir; Arapça mektup yazamaz, Arapça’dan Türkçe’ye bir şey çeviremez. Dünyadan habersiz yaşar.”(s.144) “(…) Kahire’de gezerken hemen herkesin dilinde iyi bir şey gibi övülüp duran Camiü’l Ezher öğretimini görmek ve elimde bulunan Fransızca rehberde ‘Yirmi beş bin öğrencisi bulunan bir İslâm Üniversitesi’ diye tanıtılan binasını ziyaret etmek amacıyla Camiü’l Ezher’e gitmiştim. Aman Yarab! O ne öğretim! O ne üniversite! Pislikten, tufandan geçilmiyor. Sanki bir deprem veya yangın olmuş da halk karmakarışık bir camiye sığınmış gibi allak bullak bir manzara! Mısırlısı, Arabistanlısı, Kuzey Afrikalısı, Hintlisi, Turanlısı, İranlısı, Afganlısı v.b. yığın yığın buraya dolmuş, küme küme hasırlara çökmüş! Bu tarafta birisi yemek pişiriyor, ötede biri kahve hazırlıyor, beride beş kişi bir sofra başına geçmiş yemek yiyor, ötede birisi Kuran okuyor, diğer birisi bu Kuran’a karşı ayaklarını uzatmış uyuyor, yine ötede üç kişi namaza durmuş, beride yine bir grup cemaatla namaz kılıyor. Bir köşeye beş çocuk geçmiş ilahi okuyor, ötede üç çocuk İngilizce öğreniyor, beride bir hoca Kadı Beyzavi’den ders veriyor, ötede diğer bir hoca Sarf okutuyor. Bunun beş adım ötesinde ise gencin biri araç-gereçsiz kitaptan tabiat bilgisi ve fizik öğreni-yor, diğer bir genç de Berlitz metoduyla Fransızca dersi okuyor.” (s.145-146)
Osmanlı’nın başına gelenler…
Yazarın toplumsal yaşamımız ve kadın haklarıyla ilgili saptama ve eleştirileri de kısaca şöyle:
“ (…) İşte yüzyıllardan beri Osmanlıların başına gelen felaketlerin nedenlerini biraz da aile hayatında aramak gerekir. Bizim bugünkü aile hayatımızla millî, toplumsal yaşam biçimimizin ebediyete kadar devamını ümit edemeyiz.(…) Şunu rahatça söyleyebilirim ki, bugünkü Müslümanların toplumsal hayatları büyük bir karmaşa ve düşüş içinde çalkalanmaktadır. Ben bu düşüşü yalnız İstanbul’a has zannediyordum. Son seyahatlerimde gördüm ve anladım ki, bu düşüş ve alçalma geneldir ve oldukça ümitsizlik vericidir. Eğer Müslümanların aile hayatında büyük bir değişiklik meydana gelmezse felaket daha umumi ve daha elîm olacaktır.(…) Siyasî felaketler şiddetli çarptığı için çoğunlukla tamirine çalışılıyor ve az çok da başarılı olunuyor, fakat toplumsal ve millî felaketler ihmal edilince hiç tamir kabul etmez. Toplumsal ve millî felaketlerin acı sonu, tamamen silinip süpürülmektir.” (s.80-81)
Avrupalılaşmak, Batılılaşmak…
İbrahim Hilmi Bey kitabına ad olan Avrupalılaşmayı pek çok yerde doğrudan, bazen de örnekleriyle açıklıyor. Dayanamıyor, dostu Yazar Ahmet Cevat Emre’den de ödünç bir tanım alıyor: “Batılılaşmak kelimesinin, Batı’nın toplumsal ve ekonomik hayatını mümkün olduğu kadar Doğu’ya nakletmek, yani Doğu’yu da Batı gibi bilim, teknik ve sanayi sahibi yapmak, üniversitelerle, fabrikalarla, parklarla (geniş belediye bahçeleri), operalarla, büyük rasathanelerle canlı bir hale getirmek, kısacası toplumu gaflet ve duraganlıktan kurtarıp ilim ve sanata yöneltmek manası dilimizde olagelmiştir.” (s. 58)
Va mı başka bir izah tarzı?
evrensel olmak - Remzi İnanç

Evrensel'i Takip Et