24 Şubat 2008 00:00

SÖZ OLA, TORBA DOLA


Şu ayaktopu denilen büyüleyici oyunun neredeyse tüm güzelliği ve de yeşil alandaki koşuşturmanın tek amacı olan “gol” ile ilgili söylenen onca söz üzerine bir çeşitleme yapmak geçti içimden. Çünkü bu sözleri ve de umursamadan kullananları yadırgarım. Hani kalecinin ya da oyuncunun golü kurtardığı söylenir ya!.. Yapılan iş, herhangi bir oyuncunun topun kaleye girmesini engellemesidir oysa. İşte bu tür sözler üzerine düşünsel bir irdeleme yapmaya oturdum bugün. Ancak, üzüntü ve sevinç kaynağı şu golün ne olduğuna bakmalı önce.
Olağanüstü bir hızla endüstrileşen ve bir spor dalından bir iş koluna dönüşen ayaktopunda topun, oyunun kurallarına bağlı olarak bir takımın kalesine sokulması işlemidir gol. Yani, topun bir biçimde kale çizgisini geçmesine deniliyor ve goooooollll diye bağırtılı bir biçimde duyuruluyor. Bir başka deyişle gol, topun içeride olması durumudur; ama bir tutukluluk değildir bu.
Bu durumda “golün kurtarılması” diye bir söylemin olmaması, olursa da yanlış olması gerekiyor. Yargıç kararına karşın mapus mapusluktan kurtulur bir biçimde de, karar verici öyle dediyse gol, gollükten ömür boyu kurtulamaz... O, olmuştur artık, yapacak bir şey de yoktur. Olmuşla ölmüşe çare bulunamaması gibi bir şey bu da. O olmuştur ve ölmüş gibi de belgelendirilmiştir. Yine de kurtarıldığı söyleniyorsa yalandır. Olmamış bir şeyin kurtarılması kesinlikle söz konusu olamaz.
Gol, bir sayıdır aslında. Sözlükler de, “…. topun kaleye sokulmasıyla kazanılan sayı” olarak tanımlamaktadır onu. Konuya böyle bakıldığında, kimden ve neyden olduğu bilinemese de kurtarıldığı söylendiğinde kazanılan sayısal değer yok edilmiş olmaktadır. Ayrıca bu golü değil, olsa olsa gole neden olan oyuncuyu, sonrasında da onun takımını kurtarmaktır. Golü kurtardığı söylenen adam da, olsa olsa golün oluşmasına engel olmuştur ya da topun gol olmasını önlemiştir. Daha olmamış bir şey nasıl kurtarılır ki!!!???
“Goooooollll!!!!” diye bağırır insanlar onu gördüklerinde. Kuşkusuz sevinçlerinden. Gerçi, anlatıcı kılığındakiler sevinseler de sevinmeseler de sesleri çıktığınca bağırırlar ya!.. Ama genellikle gerçekten sevinenler, yani çoğunlukla takımın yandaşları bağırır. Beklenen gol sonunda olmuştur çünkü. Öyle denir. Kimi zaman da sonunda attı ya da yedi denilir o gol için. Bülend Karpat’ın “erken golü” gibi “geç gol” denmez de, geç gelen gol denir.
Hepsi doğru olabilir de “golün yenmesi” doğru olamaz. Çünkü, topun kale çizgisini geçip ağlarla buluşması demek olan gol, bu oluşum sonrasında değer kazanmaktadır ve gol adını almaktadır. Bir golün geçersiz sayılması üzerine işlerindeki bir iki doğru sözden birini söyleyerek “gol olarak değer kazanmadı” der ya anlatanlar. Budur işte olay. Gol adı vererek ona değer kazandırmaktır.
Ekmek ve peynir, yenmeden önce ekmek peynirdir, yendikten sonra değil. O zaman bambaşka bir şey olurlar. Gol ise yenmeden önce başka bir şeydir, ancak yendikten sonra gol olur. Yani, topun tutulamamasının yenmiş gibi algılanması sonucu oluşan sayısal bir değerdir. Kedi ile kaleci arasındaki ayrım, birinin tuttuğunu, diğerinin tutamadığını yemesi olarak açıklanırdı bir zamanlar. İşte öyle bir şey. Kedi fareyi yakaladı mı yer. Ne var ki yedikten sonra fare olarak değer kazanmaz o hayvan. Kedi kaleci ise topu tutarsa gole engel olur. Bir de tutamazsa… Top kaleye girerse… Ağlarla buluşursa… İşte o zaman goooooollll!!!!
Gol kaçmaz ayrıca ve de kaçırılmaz. Hep denir ya “Çok gol kaçırdı, çoook” diye. Ne yapmış yani kaçırmış da. Golü ya da golleri arabasına atıp başka bir takıma mı götürmüş? Karaborsada mı satmış? İstediği yere götürsün ya da kaçırsın. Gol, olduktan sonra olduğu yerde durup durur tüm varlığıyla ve de benliğiyle. Yani, o kaçırılamaz. Mehmet Ali Ağca kaçırılır, Alaattin Çakıcı kaçırılır; ama o kaçırılamaz. Kaçırılan, gol olarak değer kazanabilecek bir fırsattır sadece. Kaçırılmadığında da… Goooooolll...
“Gol” denilen o dayanılmaz olgunun en yaygın olarak biçimlendiği ve en yoğun olarak yaşandığı ayaktopunun ülkemizdeki birinci adamı da ancak II. Tayyip döneminde belli oldu. Cumhuriyet hükümeti aylar süren uğraş sonunda, Çankaya ve YÖK başkanlığı ve de üniversitede türban yengisi sonrasında bir yengi de yeşil alanda kazandı. İstediği adamı seçtirerek Futbol Federasyonu’nu da yakın koruma ve kollama altına alıverdi. Doğal olarak bu yengide eski bir topçu olduğu söylenen Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun atak oyununun etkisi çoktu. Tam cumhurbaşkanı olacak adammış doğrusu. Aslında Baykal desteklemeseydi olurdu da… Baykal bu, olmazı oldurur ya…
Bakanın bu atak oyunu karşısında Kulüpler Birliği de dirlik, düzenlik uğruna hükümetin dediğini yapmakla kalmayıp gittiği yoldan da gidince, yıllardır el üstünde tuttuğu adamı alaşağı ediverdi. İşte o zaman bir kez daha Goooooooollll… Ama kimin kalesine?..
Üstün Yıldırım

Evrensel'i Takip Et