24 Şubat 2008 00:00
ARA SIRA
Son haftalarda türbanla yatıp türbanla kalkar olduk. İçinde türban kelimesi geçmeyen bir sohbete, tartışmaya veya televizyon programına rastlanmaz oldu. Sorun üniversitelerin sorunu olmaktan çoktan çıkmış durumda. Türban sadece ülkenin en hassas sorunu olmakla kalmadı, yabancı basın kuruluşlarının ülkemizle ilgili olarak yaptıkları haberlerin de odak noktası haline geldi. Ulusal sınırları aşıp evrensel boyut kazanan bu soruna burada temel olarak üniversiteler bağlamında yaklaşılmaya çalışılacak ve türbanın üniversitelerde neleri örttüğüne ve neleri açığa çıkardığına maddeler halinde değinilmeye çalışılacaktır.
Türbanın açığa çıkardığı ve toplumun gündemine getirdiği önemli tartışma noktalarından bir tanesi kuşkusuz özgürlük sorunudur. Üniversitelerdeki özgürlük sorununa türban bağlamında yaklaşılması ilginçtir. Üniversitelerin özgürlük sorunu olduğu açıktır. Ancak bu sorunun sadece türbanla sınırlandırılması, bu sınırlamayı yapanların özgürlükten ne anladıklarıyla ve/veya nasıl bir üniversite yaşamı kurguladıklarıyla yakından ilişkilidir.
Günümüzde üniversite kapılarından girerken öğrenciler kılık kıyafetleri dışında da ciddi denetimlere tabi tutulmaktadırlar. Üniversite yerleşkelerinin ana girişinden başlayan denetim, fakülte ve bölüm binalarında da kısmen devam etmektedir. Kolluk kuvvetlerinin yetersiz kaldığı durumlarda özel güvenlik ekipleri devreye girmektedir. Eğer özgür bir ortama giriliyorsa bu kadar yoğun denetimin işlevi nedir, sorusu insanın aklına gelmektedir.
Ne var ki üniversitelerdeki özgürlük sorunu artık kanıksanmış hale gelen gündelik denetim faaliyetleriyle sınırlı değildir. Öğrencilerin bir araya gelip topluluklar kurması, bu topluluklarda etkinlikler düzenlemesi oldukça uzun sorgulamalara uğramaktadır. Bir topluluğun kuruluş aşamasında üniversite yönetimlerini ikna etmek, deyim yerindeyse deveye hendek atlatmaktan daha zordur. Kuruluşu tamamlanan bir topluluğun düzenlemek istediği bütün etkinlikleri haftalar öncesinden ilgili birimlere iletmeleri gerekmekte, buna rağmen tasarlanan etkinliğin gerçekleştirilmesinin herhangi bir garantisi bulunmamaktadır. Etkinlikler sakıncalı görülebilmekte, istenen mekanlar tahsis edilmemekte ve buna benzer çeşitli engeller çıkartılabilmektedir.
Öte yandan, öğrencilerin pek çok konudaki taleplerini, huzursuzluklarını, şikayetlerini veya protestolarını bireysel veya toplu olarak ifade etme özgürlükleri de oldukça sınırlıdır. Soruşturmaya uğrayabilirler, tartaklanabilirler, saldırıya uğrayabilirler, fişlenebilirler, üniversiteden geçici veya sürekli olarak uzaklaştırılabilirler. Öğrenim hakları ellerinden alınabilir. En hafifinden istenmeyen adam ilan edilebilirler.
Üniversitedeki özgürlük sorunu sadece öğrenciler için değil, öğretim elemanları açısından da ciddi bir sorundur. Derneğe üye olmaları rektörlük iznine bağlıdır. Siyasi partilere üye olamazlar. Sendika çatısı altında örgütlenmeleri engellenebilir. Yetkili sendikalara yasaların öngörmesine rağmen, işyeri temsilcilik odaları verilmeyebilir. Profesöründen araştırma görevlisine kadar, akademik bir gerekçeye dayanmadan, öğretim elemanlarının işine keyfi olarak son verilebilir. Özellikle esnek çalışma koşullarının tamamen egemen olduğu araştırma görevliliği alanında özgürlük sorunu daha da belirgindir. Ana bilim dalı veya bölüm başkanının her yıl yazdığı görüş doğrultusunda görev süreleri geçici olarak uzatılan araştırma görevlilerinin özgür bir çalışma ortamında akademik etkinliklerini yürüttüklerini söylemek, son derece güçtür. Bölümdeki güç ilişkilerini kollamak, araştırma konularını bağımlı oldukları hocalara göre belirlemek, maddi sıkıntı içinde ve her an atılma korkusuyla kendilerine verilen akademi dışı etkinlikleri sorgulamadan yürütmek zorundadırlar. Modern kölelerden farkları kalmamıştır. Benzer bir durum, iş güvencesinin oldukça düşük olduğu öğretim görevlileri, okutmanlar ve uzman kadroları için de kısmen geçerlidir.
Üniversite dışından görüldüğünün aksine, öğretim üyelerinin de akademik yaşamlarında özgürlük sorunları bulunmaktadır. İstedikleri her konuyu araştıramazlar. Sakıncalı alanlara girdiklerinde başlarına hapis cezası dahil türlü işler gelebilir. Zaten hakim eğilimler, yayın kısıtları, yükselme koşulları gibi dışsal etkenler, yapılacak çalışmaların doğrultusunu büyük ölçüde belirlemektedir. Öğretim üyelerine de genellikle bu dışsal koşullara uymaktan başka bir yol kalmaz. Bu yolu da özgürlükçü bilim yolu olarak nitelendirmek pek doğru olmaz.
Türban tartışmasının açığa çıkardığı sorunlardan bir diğeri de üniversite çalışanlarının ne kadar birbirinden kopuk, atomize bireyler olduğu ve örgütlü tepki verme konusundaki zaaflarıdır. Öğretim üyeleri türban konusunda yapılan Anayasa değişikliklerini birbirlerinden tamamen farklı biçimlerde yorumlamışlar; desteklerini veya karşı çıkışlarını ise ancak sanal ortamlarda düzenlenen imza kampanyalarına verdikleri imzalarla dile getirebilmişlerdir. Gündelik konuşmalarında ve geleceğe yönelik değerlendirmelerinde türban konusundaki yeni düzenlemelerin son derece yaşamsal olduğuna inanmalarına rağmen, bu düzenlemeleri desteklemeleri veya karşı çıkışları oldukça pasif olarak nitelendirilebilecek bir eylem yöntemiyle dışa vurulmuştur. Bu yetersizliği kendileri de yakından hissetmiş olacaklar ki, yine sanal ortamda farklı kampanyalara imza veren öğretim üyeleri, birbirlerini kıyasıya eleştirmekten geri durmamışlardır. Kısacası, türban sorununun, öğretim üyelerinin örgütsüzlüğünün hangi boyutlara ulaştığının, toplumsal sorunlara yönelik tepki verme yöntemlerinin ne kadar kısıtlandığının anlaşılmasında önemli bir işlevi olmuştur.
Öte yandan türban sorunu, üniversitenin gündeminde olan çeşitli sorunların örtülmesinde de küçümsenemeyecek bir işlev üstlenmektedir. Farklı bir ifadeyle, türban sorununun yaşamsal olduğuna ve üzerinde hassasiyetle durulması gereğine inanıldığından, diğer bütün sorunlar üniversitelerin gündeminden hızla çıkıvermiştir. Oysa üniversitelerimiz, bugün üzerinde en az türban sorunu kadar hassasiyetle durulması gereken pek çok önemli sorunla karşı karşıyadır. Üniversite çalışanları ve öğretim elemanlarının önemli bir bölümü yoksulluk sınırına yakın düzeyde ücretle yaşamlarını sürdürmektedirler. Daha önce profesör ve birinci dereceden doçentlere yapılan maaş iyileştirmelerinin üniversitenin diğer çalışanlarına ve akademik personelin tümüne yansıtılması talebi hafızalardan silinmek üzeredir.
Buna ek olarak, sosyal güvenlik sistemindeki düzenlemeler ve üniversite çalışanlarının reel ücretlerindeki düşüş eğilimi geleceğe yönelik kaygıları artırmaktadır. Bu durum, bir yandan mevcut akademik kadronun vakıf üniversitelerine geçmesini veya üniversite dışı iş olanaklarına başvurmasını hızlandırırken, diğer yandan da nitelikli mezunların akademik yaşama yönelmelerini engellemektedir.
Üniversitelerdeki paralı eğitim eğilimini belirgin hale getirecek uygulamalar sorgulanmadan kabul görmektedir. Kamu üniversitelerini de özel üniversitelere dönüştürecek projeler, geçim sıkıntısı içinde bulunan öğretim elemanlarını baştan çıkarmakta ve bu projeler yaygın destek görmektedir. Üniversite eğitiminin piyasalaştırılmasının uzun dönemde bilimsel çalışmaların doğrultusu ve toplumsal faydaya katkısı, öğretim elemanlarının iş güvencesi ve akademik özgürlükleri ile yoksul ailelerden gelen yetenekli gençler üzerinde yaratacağı sıkıntılar yeterince tartışılamamaktadır.
Kamu üniversitelerinin özelleştirilmesi yönündeki eğilime paralel olarak, üniversite çalışanlarının iş güvenceleri de her geçen gün ellerinden alınarak esnek çalışma koşulları akademik yaşama yansıtılmak istenmektedir. Öyle ki, iş güvenceleri zaten büyük ölçüde ellerinden alınmış olan araştırma görevlileri, burslu öğrenciye dönüştürülmek istenmekte, askeri yaşamdaki rütbe indirimine benzer yöntemlerle daha önce verilmiş olan akademik ve idari unvanlar yasal olmayan yollardan geri alınmakta (unvanları haksız yere yardımcı doçentlikten öğretim görevliliğine, oradan da araştırma görevliliğine geri indirilen akademik personelle sıklıkla karşılaşılmaktadır), üniversiteyle ilişkileri akademik olmayan gerekçelerle kesilebilmekte, sürekli değişen ve disipliner farklılıkları gözetmeyen yükselme kriterleriyle öğretim elemanları cendere altına alınmaya çalışılmakta ve böylece yayınla ya da yok ol tehdidiyle karşı karşıya kalmaktadırlar.
Bu hengamede üniversitede üstlenilen idari görevlerin sağladığı güç ilişkileri ve rantlar, akademik yükselmeler, doktora ve doçentlik jürilerinin oluşturulmasında ve adayların değerlendirilmesinde karşılaşılan adaletsizlikler, hasıraltı edilen intihal soruşturmaları, hiçbir katkısı bulunmamasına rağmen güç ilişkileri kollanarak akademik çalışmalara yazılan yazar adları ve benzeri etik sorunların, üniversitenin gündemine girmesi sürekli ertelenmektedir.
Oysa üniversite çalışanları, yukarıda kısaca değinilen kimi sorunlara türban sorunu kadar hassasiyetle yaklaşmayı becerebilmelidir. Bunu becermenin yolu da bireycilikten uzaklaşıp karşıdakini anlamaya yönelmek ve toplumsal yararı öne çıkartarak birlikte hareket etmeye açık olmaktan geçmektedir. Bu başarılabildiği ölçüde özelde üniversitenin genelde toplumun başına türban geçirmeye çalışanların amaçlarına ulaşmaları kolay olmayacaktır.
* Doç. Dr. Hacettepe Üniversitesi İktisat Bölümü
Hakan Mıhcı*
Evrensel'i Takip Et