5 Mart 2008 00:00
UFUK
TSKnın Irakta PKKye yönelik olarak yürüttüğü kara harekatının bitiş zamanlamasının ABD Başkanı ve ABD Savunma Bakanının açıklamalarının hemen ardından gerçekleşmiş olmasının yol açtığı yorumlara Cumhurbaşkanı Abdullah Gülün ardından konunun doğrudan muhatabı konumundaki Genelkurmay Başkanı Büyükanıt da sert tepki gösterdi. ABDnin etkisinin kanıtlanması halinde üniformasını çıkaracağını belirten Büyükanıt, harekatın erken bitirildiğini savunan CHP Genel Başkanı Baykalın da aralarında bulunduğu çevrelere de sert tepki gösterdi.
Aslında gerek medya yorumcularının, gerek harekatın ilk gününden itibaren gazete ve televizyonlarda boy gösterip, büyük bir askeri stratejist edasıyla Nisandan önce dönülmez diyen emekli askerlerin bu tutumlarını sadece damarlarındaki asil kanla açıklamak herhalde yeterli olmayacaktır.
Bugüne kadar bu konuda askeri yöntemlerin baş tacı edilmesi ve gireriz ve kökünü kazırız türünden hamasi ve şoven bir çizginin her gün yeniden üretilmiş olmasının, harekatı bizzat yöneten askeri kurmayların ayağına dolandığını görmeden gerçekçi ve doğru sonuçlar çıkarmak da mümkün olmayacaktır. Bu konuda Genelkurmay Başkanı Büyükanıtın da, bu havanın oluşmasına hizmet eden pek çok beyanı arşivlerden çıkarılabilir. Yani medya birlikleri, harekat sırasında yitirilen canların sorumluluğunu taşımamanın verdiği keyfiyetle yorumlar yaparken, bunu aslında belirli bir tarihsel bağlamın içinde yapıyorlardı. Geriye dönüp bakıldığında, o bağlamın içinde Türkiyenin asker ve sivil pek çok simasının gayretkeşliklerini görebiliriz.
Harekatın bitiş zamanlamasına dair tartışmalara, pek çok başka yazara kıyasla bölgesel ölçekte bakan Yeni Şafak yazarlarından İbrahim Karagül ise, dünkü yazısında şöyle diyordu: İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejadın Bağdat ziyaretinin ilk gününde; PKK ve PKKnın İran kolu olan, ABD tarafından finanse edilip silahlandırılan PJAKla savaşmak için Türkiye, İran ve Irakın ortak hareket etmesi çağrısı oldukça dikkat çekici.
İşte Türkiye ile ABD arasındaki teröre karşı savaşta işbirliğinin sınırı bu nokta! Türkiyenin kara harekatı PJAKa zarar verecek noktaya geldiği anda ABD harekete geçiyor, panikliyor. Son operasyonda Türkiyenin ABDnin beklentilerinin ötesinde bir operasyona girişmesi, tahminlerin ötesinde bir hızla ilerlemesi, birkaç günde hedeflere ulaşması, operasyonu belli noktaların ötesine yayması etkili olmuş, ABDyi panikletmiş olabilir. Yani PKK/PEJAK sınırı tehdit edilmiş olabilir. Washingtondan ardı ardına yapılan çekilin açıklamasını başka türlü yorumlamak mümkün görünmüyor.
Karagül, ABD için önceliğin PKK olmadığını dile getirerek devam ettiği yazısında, Bölgesel planlamaları, Irakın genel durumu, Afganistandaki hezimet, enerji politikaları, İranı dengeleme sancısı. PKK burada sadece bir unsur. Bize göre çelişki, onlara göre büyük politikanın bir unsuru diye bitiriyor.
Yeni Şafakta Karagülün karşısındaki sütunda yazar Akif Emre de, onunla aynı görüşleri dile getiriyor ve şöyle diyor: Tahran, Türkiyeye PKK ve onun İran versiyonuna karşı ortak mücadele önerirken İranı Türkiyeden sıkıştırmak isteyen ABDye karşı önemli, en azından diplomatik anlamda somut hamle yapmış oluyor. Tüm bunlar olup biterken Türkiyenin nerede durduğunu soracak olursak, en güçlü olduğu pozisyonda Amerikadan izin alıp almadığı tartışmasıyla ağırlığını tartışılır hale getiriyor. Daha da vahimi kendi etki alanındaki coğrafya ile Amerika üzerinden ilişkiye geçmenin doğurduğu yabancılaşmayla yüzleşmek durumunda.
Aslında Karagülün ve Emrenin ifade ettiği görüşlerin, AKP kurmayları tarafından da değerlendirildiği ve belli ölçülerde paylaşıldığını görmek mümkün. Ancak gerek Başbakan Erdoğan gerekse de Türkiyenin dış politikasında Dışişleri Bakanı Babacandan daha önde görünen Cumhurbaşkanı Gülün yorumcu değil, sorumlu bir konumda olmaları ve siyasi akıbetleri açısından ABDnin desteğini fazlasıyla önemsemeleri, Karagül ve Emrenin ima ettiği denge politikasını uygulayabilmelerini engelliyor.
Ancak bundan daha da önemli olanı, Yeni Şafak Yazarı Karagül ve Emrenin, bu coğrafyada Kürtlerin sadece piyon olarak algılanmasından hareket eden teorilerinin ırkçı özünün gerçeği görebilmeye imkan vermiyor olmasıdır. Kürtlerin kaderi ya ABD himayesinde bir piyon olmak ya da ABD-İran-Türkiye denkleminde yok olmak mıdır?
ABDnin başını çektiği büyük oyun içinde Türkiyenin çıkarları yanında, aynı coğrafyada birlikte yaşadığımız Kürtlerin yaşadıkları trajedinin hiç mi önemi yoktur? Bizim saadetimiz, onların trajedilerinin sürekliliği üzerinden mi gerçekleşecektir?
Vicdani açıdan bile onaylanamayacak böylesi denklemin Kürt sorununda çözümsüzlüğü derinleştirmekten başka bir şeye hizmet etmeyeceği de açıktır.
Fatih Polat
Evrensel'i Takip Et