11 Mart 2008 00:00

GERÇEĞİN GÖZÜYLE


12 Mart, cumhuriyet tarihimizin acılı yıl dönümlerinden biri olarak yer alır belleklerimizde. Doğrusu ya ülkeyi bir adım ileri iki adım geri götüren askeri darbeler üzerine kalem oynatmayı düşünmüyordum.
Kendimce iki nedenim vardı. Birincisi; gençlerin en okur yazarına bile o dönemde yaşanan olayların dehşetini duyumsatabilmek kolay değildi. Hele de darbecileri, onların uygulama ortağı siyasetçileri aklamayı görev edinmiş bir medya varken... Askeri darbelere alkış tutan kimi gazeteciler genç meslektaşlara örnek alınası ustalar diye takdim edilirken...
İkincisi ise toplumda yaratılan yılgınlık ve adamsendeciliğin ulaştığı boyuta ilişkindi. Toplumu hukuk devleti ilkelerinden saptıran, düşünce ve ifade özgürlüğüne ket vuran işkencenin, yargısız infazların yolunu açan dönemlerin baş aktörleri, evrensel hukukta suç olarak tanımlanan eylemlerini medyada gülücükler saçarak anlatmakta bir sakınca görmüyorlar. Kınanmıyor, tersine alkışlanıyorlar.
İşte isteksizliğimin nedenleri. Böyle bir ortamda fikir tutarlılığını yitirmemiş, aklı başında üç beş siyasetçinin, akademisyenin, gazetecinin, yazarın, çizerin uğraşı da; birliğimizi, dirliğimizi bozanların çabaları olarak afişe edilmeye kalkışılıyorsa, çekiver kuyruğunu gitsin...
12 Mart’la başlayan, 12 Eylül darbesi ile de pekiştirilen baskıcı yönetimler sonuçta düşünceye, düşüncesini özgürce ifade etmek isteyenlere, hak ve hukuk arayanlara, insan haklarına saygı bekleyenlere, emekçilere sadece zulüm getirdi. Ölüm getirdi. Yitirdiği çocuklarının acısını dışa vuran, alanlara çıkan anaların feryatları da zor kullanılarak susturuldu. Yerlerinden yurtlarından edilen aileler kendi vatanlarında göçmen olmaya zorlandı. İşkenceye uğrayarak sakat kalan, kayıplara karışan insanlarımızın kesin sayısından söz edebilmek günümüzde bile zor. Hain pusularda öldürülen gazeteciler, sansür, kapatılan gazeteler, toplatılan kitap ve dergiler, yok edilen sendikal yaşam darbe dönemlerinin kısa bir özeti. Hizaya getirilmeye çalışılan yürekli kalemlere uygulanan susturma taktiklerinin izlerini bu gün bile görebilmek ise şaşırtmıyor artık bizi.
12 Marta değgin söylenecek çok söz var elbette. Bir başka yazıya deyip Cemal Süreya’nın dizeleri ile kapatalım;
“Di Gel
Hem ayrıldık hemi de öldük
Kimimiz haritanın bir ucunda; kimimiz öbür
Kimimizin gözlerinde jandarma mavisi
Kimimizin bayrağı naftalin içinde.
Ah! İnanmadık bir türlü inanamadık
Gökyüzü acıyım demedi bize.
Kaç turna sürüsü süzülüp gitti
Buğdaylar kaçıncı sarardı üstümüze
Ah! Umutsuz türküler yaktık, ağladık
Biz dayanamaz olduk gayrı
Di gel gayri zalım ürüzger
Di gel”

***
Sosyal Güvenlik Yasa tasarısı TBMM komisyonlarını bir bir atlayarak ilerliyor. Bütçe Plan komisyonunda risk taşıyan mesleklerde çalışanlara erken emeklilik hakkı sağlayan fiili hizmet zammı, bir başka deyişle yıpranma payı kaldırıldı. Silahlı kuvvetler, polis ve itfaiyeciler içinse bu hak korundu. Gazetecilik riskli meslek sayılmamış, komisyon üyesi parlamenterlerimiz için. Ama daha ilginci Çalışma Bakanı’nın demeci oldu. Özetle, basında teknolojinin geliştiğini ve artık risk kalmadığını söylüyor. Bu da kimi siyasilerimizin basını salt patronaj yönetiminden ibaret görme yanlışlıklarından ve alışkanlıklarından kurtulamadıklarını gösteriyor. Sayın bakana göre, holding patronları gazeteci. Buna karşılık çatışmalarda savaşlarda canı pahasına halkı bilgilendirme görevini yerine getirmeye çalışan muhabir, foto muhabiri, kameraman gazeteci sayılmıyor.
Polisten, korumalardan zulüm gören, haberlerinin nesnelliği yüzünden tehditler alan, sosyal güvencesiz, sendikasız, hatta sigortasız çalıştırılan, stres altında mesleğini yürütmeye çalışan bu emekçi grubu risk altında değil öyle mi? 1908’den bu yana 62 gazeteci öldürülmüş. Çoğunun faili bile bulunamamış. Üstelik bu sayıya, yerel basında ve kendi deyimleri ile “militan basında” öldürülenlerin sayısı da ekli değil. Bu meslek mi risk taşımıyor? Yazdıklarından, haberlerinden, çizdiklerinden ötürü adliye koridorlarını boylayan gazetecileri hiç değilse bilmeli sayın bakan. Çünkü çoğu kendi partisinin genel başkanı ve parlamenterlerinin açtığı davalardan yargılanıyor..
Yine de basın emekçileri sabırlıdır. Demokrasiye inanırlar. Bu inançla da umut etmek istiyorlar ki TBMM Genel Kurulunda vicdan sahibi sağduyulu milletvekillerinin çabaları ile bu yanlıştan dönülecek.
Turgay Olcayto

Evrensel'i Takip Et