16 Mart 2008 00:00
EKONOMİ ve POLİTİKA
Geçtiğimiz hafta içinde, 12 Mart günü DEM TV kanalında 12 Mart darbesi başta olmak üzere, genellikle askerî darbeler üzerinde ilginç bir tartışma yaşandı. Benim açımdan çok yararlı geçen tartışmaya, benim dışında üç çok değerli arkadaş katıldı. Bu arkadaşların geçmişte yaşamış oldukları ve tartışmalarda aktardıkları çok zengin deneyimleri son yıllar Türkiye siyasetinin anlaşılabilmesi ve yorumlanabilmesi açılarından fevkalâde aydınlatıcı nitelikte idi. Bu kısa yazıda, söz konusu tartışmalarda kafama takılan bazı konuları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Hemen belirtmek durumundayım ki, tartışmadan çıkan ana fikir, 12 Mart olayının tam bir darbe sayılamayacağı, ancak askerî müdahale olarak ele alınması gerektiği şeklinde oldu. Bu fikri tamamlayan ikinci görüş ise 12 Mart olayının 1960 darbesine tepki biçiminde geliştiği, ancak sürecin tamamlanabilmesi için 12 Eylül harekâtını beklemenin gerekli olduğu şeklinde idi.
12 Mart 1971 kalkışında 1960 darbesi ve darbeyi izleyen dönemde kabul edilen 1961 Anayasasının topluma sağladığı görece özgürlükçü açılımlar yanında, aynı dönemlerde başta Lâtin Amerika ülkeleri olmak üzere, dünyanın çeşitli yerlerinde yaşanan sol eğilimli kalkışların Türkiyede etkili olduğu görüşü de bu toplantıda ortaya çıkan temel görüşler arasında idi. 1960 darbesi sonucu oluşturulan görece özgürlükçü anayasanın ekonomik gerekçesi, o dönemde ithal ikameci ve korumacı politikalara yönelmiş olan ekonominin iç piyasayı genişletme gereksiniminin karşılanması şeklinde yorumlanabilir. Ancak, burjuvazinin henüz tam olarak gelişip topluma hakim olamadığı bu dönemde, sendikaların ortaya çıkması ve çeşitli alanlarda özgürlüklerin genişletilmesi bazı çevrelerce-dönemin Genelkurmay Başkanının ifadesiyle, sosyal uyanışın ekonomik gelişmenin önünde gitmesi-şeklinde algılanarak, sağ cephe açısından sistemi zarara sürükleyebilecek davranışların ve sosyal kıpırdanışların önlenmesi zorunlu görülmüştür. 12 Mart güçlü bir askerî harekât niteliğinde olmamakla beraber, ekonomik gidişatı sermaye yönünde eymenin ilk basamağını oluşturmakla kalmamış, darbe sonrası yaşanan acılarla sol kıpırdanışa da büyük bir darbe vurmuştur. Tabiatıyla, böyle bir manevranın gerçekleştirilebilmesi için uygun zeminin hazırlanması da kaçınılmazdı. 1971 yılına gelene dek iç ve dış konjonktürün etkisiyle yaşanmış olan toplumsal olaylar 12 Mart harekâtının hazırlayıcı nedenini oluşturmuştur. 12 Mart harekâtı 1960ların özgürlükçü ortamını döndürmeye yönelik ilk darbe ya da kısmî ayarlama olarak, 12 Eylül harekâtı ise, 24 Ocak kararlarının önünü açan ve 12 Mart harekâtını tamamlayıcı dönüşüm olarak görülür.
Ülkelerde askerî darbeleri ya da müdahaleleri tek bir faktöre bağlamanın doğru olmadığı, bu tür çalkantıları çok sayıda iç ve dış, sosyal ve politik ortamların belirlediği açık olmakla beraber, ele alınan çok sayıda faktörün oluşum ve etkileri açılarından, ekonomik faktörlerin temel belirleyici olduğu düşüncesini taşımaktayım. Temel faktör ekonomi olarak belirlendikten sonra, bunun etrafında oluşan ve gidişatı farklı yönlerde etkileyen çok sayıdaki faktörün de bu temel üzerinde yükseldiği düşünülebilir. Nitekim, dünya çapında askerî darbelerin ya da müdahalelerin yapıldığı ülkeleri tasnif ettiğimizde, ekonomi olgusunun çok başat bir rol oynadığını görürüz. Askerî müdahaleler daha çok az gelişmiş ekonomilerde görülürken, ileri kapitalist ekonomilerde böylesi müdahalelere rastlanmamaktadır. Zira, ekonomik geri kalmışlık hem gelir düzeyinin geriliği hem de gelir dağılımı bozukluğu yollarıyla toplumda ekonomik ve sosyal huzursuzluklara yol açarak, sosyal kalkışlara ve bu tür kalkışlar karşısında baskıcı müdahalelere neden olmaktadır. Buna karşın, ileri ekonomilerde ise, genel olarak sağlanmış olan yüksek gelir düzeyi, gelir dağılımı bozukluğuna rağmen, toplumsal huzursuzlukların görece düşük düzeyde tutulabilmesinde etkili olduğundan sosyal kalkışların önünü kesebilmektedir. Bu itibarla, sosyal kalkış ve bunun karşıtı olarak devreye sokulan baskılama yöntemlerinin salt örgütlenme ya da sosyal ortamların ürünü olarak görmenin, resmin eksik algılanması olarak yorumlanması fazla yanlış sayılmaz.
Sosyal dinamiklerin çözümlenmesinde nedensellik olgusu, yâni sebep-sonuç ilişkisi doğrusal olarak gelişmeyip, farklı gelişmişlik düzeyinde farklı şekilde ortaya çıkabilir. Örneğin, Türkiyede gelir dağılımı ve göreli yoksulluk zaman içinde yükseliyor olmakla beraber, sosyal uyanış ona paralel bir seyir izlememekte, tam ters yönde gelişerek, âdeta sosyal huzur ortamı görüntüsü sergilemektedir. Ancak geniş sosyal araştırmalarla yanıtı saptanabilecek böyle bir patolojik oluşumun ilk ağızda açıklaması, gelişen burjuvazi ve bunun halk kesimlerinde oluşturduğu ideolojik yanlış bilinçlenmedir. Zira, 1980 darbesi öncesi ve sonrasında da rahatlıkla görülebildiği gibi, burjuvazinin gelişmesi ile toplumsal örgütler ve kategorilerin hemen tüm kademeleri giderek burjuvazi ideolojisine boyanırken, karşıt güçler marjinalleşme eğilimine girmiştir. Hatta, böylesi marjinalleşen kesimler kendilerini marjinalleştirenleri sosyal platformlarda ve sandıkta desteklemişlerdir. Böylesi patolojinin oluşumunda ideolojik baskılamalar kadar, medya yanında, devletin aslî kadrolarına da sistemden pay vererek söz konusu kadroların sistemle bütünleştirilmesi ve sisteme sadakat derecelerinin yükseltilmesi de rol oynamaktadır.
Böylesi zor ve çetrefil bir konu ne bir panelle ne de bir yazı ile tam hakkı verilerek, çözümlenemeyeceğinden, yukarıdaki ifadeleri sadece ufak düşünce kırıntıları olarak paylaşmak istedim.
İzzettin Önder
Evrensel'i Takip Et