17 Mart 2008 00:00

GÜNDÖNÜMÜ


Bu köşede yazmaya başlarken köşeye bir isim vermem gerekti. Bir süre düşündükten sonra “Gündönümü” dedim. Sayfa sorumlusu arkadaş ‘neden gündönümü’ diye sordu. Yanıt olarak havanın işçiden yana dönmekte olduğuna inandığımı, o nedenle köşeye bu adı verdiğimi söyledim. O gün o kadar net görünmese de emek cephesinde havanın değiştiğine dair önemli göstergelerin ortaya çıktığı günlerden geçiyoruz. Elbette rehavete yer yok. Mücadele kararlılıkla sürdürülmezse her an geri sıçramalar yaşanabilecektir. Bu çekince ile son günlere emek cephesinden bakalım.
14 Mart günü Türkiye’de emekçilerin ayak sesleri vardı. Emek Platformu’nun aldığı kararla harekete geçen emekçiler, kendilerine ve çocuklarının geleceğine yönelen sermaye saldırılarına karşı direnme haklarını kullanmak üzere iki saatlik iş bırakma eylemi yaparak alanlara çıktılar.
İşçileri ve emekçileri bölerek birbirleriyle rekabete sürükleyen sermaye politikaları boşa çıkartıldı. Şu ya da bu konfederasyonun üyesi olmak, etnik kimlik, siyasi düşünce ve dinsel inanışlarının ne olduğuna bakmadan tüm sınıf kardeşleri emekçi kimliklerinin birleştiriciliğinde aynı alanlardaydılar. Talepleri de aynıydı. SSGSS Yasa Tasarısı’nın geri çekilmesi başta olmak üzere, IMF politikalarını reddeden, bağımsız ve demokratik bir Türkiye isteyen işçiler ve emekçiler, IMF’ye ve patronlara teslim olmuş AKP’yi de “Kahrolsun IMF, işbirlikçi AKP” sloganıyla protesto ediyorlardı. Ülkenin en önemli kamu kurum ve kuruluşlarının özelleştirme yoluyla satışına karşı “Sermayenin imamı, kaça sattın vatanı?” sloganıyla tepkilerini ortaya koyan emekçiler, yüz binler ve hatta milyonlar olarak bu politikaları reddettiler.
Özel sektörde örgütsüz olarak çalışan işçiler ile belediye otobüslerinin ve diğer kitle ulaşım araçlarının çalışmaması nedeniyle eylem alanlarına ulaşamayan işçi ve emekçi halk kesimleri de gözetilirse, emekçiler 24 Ocak 1980 “ekonomik istikrar programı”na ve DGM Yasası’na karşı yapılan kitlesel eylemden bu yana ilk defa bu kadar geniş katılımlı, bütün işkollarına ve ülke sathına yaygın eylemler yapıyorlardı.
Eylemi bizler de İzmir’de yaşadık. Mütevazı bir rakamla en az 50 bin işçi ve emekçinin katıldığı eyleme, kilitlenen trafikte mahsur kalan araç sürücülerinden çevredeki esnafa, dershanelerdeki öğrencilere kadar çok geniş bir halk desteği alkışlarla ifade ediliyordu.
Öğrenci gençler, bir noktada bekleyerek eğitim emekçilerinin geçişi sırasında “Sokakta yoldaşım, okulda öğretmenim ol” sloganıyla karşılıyorlardı öğretmenlerini.
Emek Platformu’nun tüm bileşenleri alandaydı. Ağır işçiler olan posta dağıtıcıları, esnek çalışan, çalışma zamanları belirsiz adliye emekçileri, Tapu-Kadastro, vergi daireleri, mal müdürlükleri, Karayolları, İller Bankası, hastaneler, eğitim kurumları ve daha nice işyerlerinde çalışan kamu emekçileri, yol işçileri, tersane işçileri, haber işçileri, petro-kimya işçileri, tekstil, demir-çelik işçileri, belediyelerin emekçileri, tarım işçileri ve genç işçiler yürüyüş kortejlerindeki ve alandaki yerlerini almışlardı. Emekçiler Konak Meydanı’na sığmadılar. Meydan birkaç kez dolup boşaldı.
İşçiler ile kamu emekçileri aynı alanda, aynı talepler için kol kola mücadele ediyorlardı. “İşçi memur el ele, genel greve” sloganı da hayat buluyordu.
İşçilerin örgütsüz ve yalnızken hissettikleri güçsüzlük ve yılgınlık, yerini sınıf kardeşleriyle birlikte farkına vardıkları güç ve kararlılığa bırakmış, aslında bütün hayatı işçilerin emeğinin yarattığı iki saat bile çalışılmayınca yaşamın nasıl durduğunun görülmesiyle somut olarak anlaşılmıştı.
Kocaeli’nden işçilerin seslendirdikleri “İşçiler birlik olsa, dünya yerinden oynar” sözünün gerçeğe dönüştüğü, 14 Mart eylemiyle bir kez daha görüldü.
İşçiler, sendikalarından protestoyu aşan hak almaya yönelen eylem kararları bekliyorlardı.
14 Mart eylemi ile işçiler, birliğin yarattığı güç, sınıf kardeşlerine güvenmenin önemi ve yaşamı emeğin yarattığı, patronların gücünün de bedeli ödenmeyen/sömürülen emekten doğduğu gerçeğini; sendikalar da sınıfın mücadeleye her zaman hazır olduğunu gördüler.
İşçilerin birlikte bir üflemesi bile AKP’ye geri adım attırmaya yetti. Ne demişti Can Yücel: “Hava döndü, işçiden esiyor yel, /Dumanı dağıtacak yıldız, poyraz başladı./ Bahar yakın demek ki mevsim böyle kışladı.”
Çıtayı epeyce yükselten bu mücadelenin AKP’ye açılan kapatma davasına kurban edilmemesi için ağırlaşan görevlerimizi unutmadan yola devam edelim.Bu köşede yazmaya başlarken köşeye bir isim vermem gerekti. Bir süre düşündükten sonra “Gündönümü” dedim. Sayfa sorumlusu arkadaş ‘neden gündönümü’ diye sordu. Yanıt olarak havanın işçiden yana dönmekte olduğuna inandığımı, o nedenle köşeye bu adı verdiğimi söyledim. O gün o kadar net görünmese de emek cephesinde havanın değiştiğine dair önemli göstergelerin ortaya çıktığı günlerden geçiyoruz. Elbette rehavete yer yok. Mücadele kararlılıkla sürdürülmezse her an geri sıçramalar yaşanabilecektir. Bu çekince ile son günlere emek cephesinden bakalım.
14 Mart günü Türkiye’de emekçilerin ayak sesleri vardı. Emek Platformu’nun aldığı kararla harekete geçen emekçiler, kendilerine ve çocuklarının geleceğine yönelen sermaye saldırılarına karşı direnme haklarını kullanmak üzere iki saatlik iş bırakma eylemi yaparak alanlara çıktılar.
İşçileri ve emekçileri bölerek birbirleriyle rekabete sürükleyen sermaye politikaları boşa çıkartıldı. Şu ya da bu konfederasyonun üyesi olmak, etnik kimlik, siyasi düşünce ve dinsel inanışlarının ne olduğuna bakmadan tüm sınıf kardeşleri emekçi kimliklerinin birleştiriciliğinde aynı alanlardaydılar. Talepleri de aynıydı. SSGSS Yasa Tasarısı’nın geri çekilmesi başta olmak üzere, IMF politikalarını reddeden, bağımsız ve demokratik bir Türkiye isteyen işçiler ve emekçiler, IMF’ye ve patronlara teslim olmuş AKP’yi de “Kahrolsun IMF, işbirlikçi AKP” sloganıyla protesto ediyorlardı. Ülkenin en önemli kamu kurum ve kuruluşlarının özelleştirme yoluyla satışına karşı “Sermayenin imamı, kaça sattın vatanı?” sloganıyla tepkilerini ortaya koyan emekçiler, yüz binler ve hatta milyonlar olarak bu politikaları reddettiler.
Özel sektörde örgütsüz olarak çalışan işçiler ile belediye otobüslerinin ve diğer kitle ulaşım araçlarının çalışmaması nedeniyle eylem alanlarına ulaşamayan işçi ve emekçi halk kesimleri de gözetilirse, emekçiler 24 Ocak 1980 “ekonomik istikrar programı”na ve DGM Yasası’na karşı yapılan kitlesel eylemden bu yana ilk defa bu kadar geniş katılımlı, bütün işkollarına ve ülke sathına yaygın eylemler yapıyorlardı.
Eylemi bizler de İzmir’de yaşadık. Mütevazı bir rakamla en az 50 bin işçi ve emekçinin katıldığı eyleme, kilitlenen trafikte mahsur kalan araç sürücülerinden çevredeki esnafa, dershanelerdeki öğrencilere kadar çok geniş bir halk desteği alkışlarla ifade ediliyordu.
Öğrenci gençler, bir noktada bekleyerek eğitim emekçilerinin geçişi sırasında “Sokakta yoldaşım, okulda öğretmenim ol” sloganıyla karşılıyorlardı öğretmenlerini.
Emek Platformu’nun tüm bileşenleri alandaydı. Ağır işçiler olan posta dağıtıcıları, esnek çalışan, çalışma zamanları belirsiz adliye emekçileri, Tapu-Kadastro, vergi daireleri, mal müdürlükleri, Karayolları, İller Bankası, hastaneler, eğitim kurumları ve daha nice işyerlerinde çalışan kamu emekçileri, yol işçileri, tersane işçileri, haber işçileri, petro-kimya işçileri, tekstil, demir-çelik işçileri, belediyelerin emekçileri, tarım işçileri ve genç işçiler yürüyüş kortejlerindeki ve alandaki yerlerini almışlardı. Emekçiler Konak Meydanı’na sığmadılar. Meydan birkaç kez dolup boşaldı.
İşçiler ile kamu emekçileri aynı alanda, aynı talepler için kol kola mücadele ediyorlardı. “İşçi memur el ele, genel greve” sloganı da hayat buluyordu.
İşçilerin örgütsüz ve yalnızken hissettikleri güçsüzlük ve yılgınlık, yerini sınıf kardeşleriyle birlikte farkına vardıkları güç ve kararlılığa bırakmış, aslında bütün hayatı işçilerin emeğinin yarattığı iki saat bile çalışılmayınca yaşamın nasıl durduğunun görülmesiyle somut olarak anlaşılmıştı.
Kocaeli’nden işçilerin seslendirdikleri “İşçiler birlik olsa, dünya yerinden oynar” sözünün gerçeğe dönüştüğü, 14 Mart eylemiyle bir kez daha görüldü.
İşçiler, sendikalarından protestoyu aşan hak almaya yönelen eylem kararları bekliyorlardı.
14 Mart eylemi ile işçiler, birliğin yarattığı güç, sınıf kardeşlerine güvenmenin önemi ve yaşamı emeğin yarattığı, patronların gücünün de bedeli ödenmeyen/sömürülen emekten doğduğu gerçeğini; sendikalar da sınıfın mücadeleye her zaman hazır olduğunu gördüler.
İşçilerin birlikte bir üflemesi bile AKP’ye geri adım attırmaya yetti. Ne demişti Can Yücel: “Hava döndü, işçiden esiyor yel, /Dumanı dağıtacak yıldız, poyraz başladı./ Bahar yakın demek ki mevsim böyle kışladı.”
Çıtayı epeyce yükselten bu mücadelenin AKP’ye açılan kapatma davasına kurban edilmemesi için ağırlaşan görevlerimizi unutmadan yola devam edelim.
Hasan Hüseyin Evin

Evrensel'i Takip Et