20 Mart 2008 00:00

AVRUPA GERÇEĞİ

Tarihsel nedenlerden ötürü zaten “özel” olan Alman-İsrail ilişkileri, İsrail’in kuruluşunun 60. yılında daha da özel bir hal alıyor.

Paylaş

Tarihsel nedenlerden ötürü zaten “özel” olan Alman-İsrail ilişkileri, İsrail’in kuruluşunun 60. yılında daha da özel bir hal alıyor. Filistin toprakları üzerinde Batı’nın zoruyla, “vatansız millet” Yahudilere bir vatan yaratma adına 1948’de kurulan bu devletin yıl dönümü nedeniyle Kudüs’e giden Şansölye Angela Merkel, üç günlük ziyareti boyunca yaptığı açıklamalarda her iki ülke arasındaki ilişkilerde “yeni bir sayfa”nın açıldığını özenle öne çıkardı
Bu “yeni sayfa”da sembolik diyebileceğimiz gelişmeler de yaşanmadı değil. İlk kez İsrail Parlamentosu’nda (Knesset) bir ülkenin başbakanı konuşma yaptı. Bugüne kadar Knesset’te sadece cumhurbaşkanları ve devlet başkanları konuşma yapabiliyordu. Merkel’in konuşma yapabilmesi için meclis iç tüzüğünde özel bir değişiklik yapıldı.
Keza her iki ülke arasında ilk kez ortak bakanlar kurulu toplantısı düzenlendi.
Merkel, gezi boyunca birkaç kez İsrail’e yönelik yapılan saldırıları Almanya’ya yapılmış sayacaklarını dile getirerek bu konuda her türden sorumluluğu üstlenmeye hazır olduklarını söyledi. İsrail’in güvenliği için tehdit kabul edilen İran’a karşı yaptırım mesajını da verdi.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bütün Alman başbakanları İsrail’e karşı hassas bir iletişim içerisinde oldu. Ancak, ilişkilerin şimdi “bir üst düzeye çıkarılması” Alman gazeteleri tarafından Merkel’in özel tutumu ve çabasının sonucu olduğu şeklinde yorumlandı.
Bir önceki Başbakan Schröder’in ABD’den çok Rusya-Çin ekseniyle ilişkileri geliştirme yönünde belirlediği siyasetin tersine, Merkel’in yüzünü daha fazla ABD’ye çevirdiği, dolayısıyla ABD’nin en sadık müttefiki İsrail ile ilişkileri geliştirme yolunu seçtiği dile getiriliyor.
Merkel’in Schröder’e göre daha Amerikancı bir çizgi üzerinde durduğu doğru. Bunu bilmeyen de yok. Ama İsrail ile olan ilişkilerin yeniden tazelenmesi ve üst boyuta taşınması, asıl olarak Almanya’nın Ortadoğu politikasıyla ilgili.
Bu arada, Merkel’in gezi boyunca İsrail’in Filistin halkı üzerinde estirdiği terör, illegal yerleşim yerlerinin yapılmaya devam edilmesi konusunda en küçük bir eleştiride bulunmaması, birçok Alman gazetesi tarafından da “bu kadar da olmaz” biçiminde değerlendirildi. Merkel’in göstermelik ve diplomatik de olsa İsrail’e toz kondurmaması, gitmişken Filistin yöneticileriyle de görüşmemesi her şeye İsrail penceresinden baktığını gösteriyor elbette.
Bu ayın başında İsrail ordusunun Gazze’ye yaptığı saldırıda 120 sivilin yaşamını yitirdiği olaylar sırasında da Merkel sessiz kalmayı tercih etmişti. Dünyanın pek çok ülkesi, hatta Papa 16. Benedikt’in bile saldırıda sivillerin ölmesini protesto ettiği bir dönemde, Merkel’in suskun kalması, Amerikanvari özel İsrail yanlısı siyaset izlediğini yeterince gösteriyor olsa gerek.
Keza İsrail’in Lübnan topraklarını bombalaması sırasında da Merkel’in tutumu yine açıktan İsrail’den yana idi. “Bombalama sırasında BM’ye bağlı Unifil’in dört askerinin İsrail tarafından öldürülmesi Fransa başta olmak üzere birçok ülke tarafından sert bir şekilde protesto edilirken, Merkel sadece üzüntüsünü belirtmekle yetinmişti.” (Der Spiegel, 12/08)
Bu tutumların arkasında, tarihsel hassasiyetlerin yattığını söylemek için çok iyi niyetli olmak gerekiyor. Çünkü, Almanya’nın asıl derdi, arkasına aldığı AB ülkeleriyle birlikte Ortadoğu’ya yönelik kapsamlı bir planı hayata geçirmek. Bu planın somut ifadesi geçtiğimiz hafta sonunda Brüksel’de yapılan AB Zirvesi’nde karar altına alınan Akdeniz Birliği’nden başka bir şey değil. Fransa’nın tek başına gerçekleştirme niyetinde olduğu plana dahil olan Almanya, böylece Fas’tan Suriye’ye kadar, Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkeleri üzerinde yeni bir politika geliştirmek istiyor. Bu; bir bakıma Almanya/AB’nin “Genişletilmiş Ortadoğu Planı” demektir.
Bu planın hayata geçirilmesinde, tıpkı ABD’nin planında olduğu gibi, İsrail-Filistin çatışmasına “çözüm bulması” önemli bir yer tutuyor. Arap ülkeleriyle iyi ilişkiler kurmak isteyen Almanya/AB, İsrail’e karşı sorumluklarını da yerine getirmesi için tarafları bir arada tutmanın hesaplarını yapıyor.
Bütün bu stratejik hamleler, önümüzdeki haziran ayında Berlin’de yapılması planlanan Ortadoğu Konferansı’nda masaya yatırılacak. ABD’nin İsrail-Filistin sorununu çözme adına yaptığı girişimlerin başarısızlıkla sonuçlandığını gören Almanya, bu konferansla inisiyatifi eline alma niyetinde. Kuzey Afrika ve Ortadoğu ile ilişkileri geliştirme niyetinde olan Almanya, bu süreçte “özel” ilişkisinin olduğu İsrail’in nasıl bir tutum takınacağını önemsiyor. Çünkü, İsrail’in böyle bir girişime karşı çıkması demek, planın daha başından suya düşmesi anlamına gelecektir.
Merkel’in üç günlük ziyareti sırasında karşılıklı sarf edilen sözler, İsrail’in Almanya’nın planlarına kafadan karşı çıkma niyetinde olmadığını gösteriyor.
Ama denilebilir ki; Merkel’in de bu hedefini ulaşması şimdiden mümkün görünmüyor. Çünkü İsrail’in 60 yıldır Filistin halkına çektirdiği ve çektirmeye devam ettiği insanlık dışı baskıları ve yok etme politikalarını görmezlikten geldi. Bu elbette bilinçli bir siyasetin parçası.
Ve Merkel, bu tutumuyla gerçekten ABD rejiminin İsrail’e verdiği tam desteğin bir benzerini sergilemiştir. Bu siyasetin hiçbir inandırıcı yanı yoktur, kimse de kanmayacaktır.
Yücel Özdemir
ÖNCEKİ HABER

Amed Newroz’a hazır

SONRAKİ HABER

Kürt sorununun çözümü için ne yapılmalı? 11

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...