21 Mart 2008 00:00
GÖZLEMEVİ
Donkişot Prodüksiyonun yeni oyunu Dalganın konusu, esasında gerçek bir olaya dayanıyor. Alman yazar Reinhold Tritt, ABDdeki kolejlerden birinde Tarih öğretmeni olarak görev yapan Ron Jonesun yaşadığı bir deneyi konu edinmiş, Dalgayı yazmış. Oyunda, Gordon Collegeda tarih öğretmeni olarak görev yapan Ben Ross, II. Dünya Savaşı ve soykırımı anlattığı dersinde, öğrencilerin neden Alman halkının çoğunluğunun soykırıma karşı çıkmadığı sorusuna verecek yanıt bulamayınca, tüm sınıfın katılacağı bir buyruğa uyma, boyun eğme, sorgusuz sualsiz söz dinleme deneyi yaparak bu soruya yanıt arıyor ve oyun başlıyor. Deney, önceleri basit bir disiplin oyunu olarak algılanacak, dersler ilerledikçe kendi selamı, amblemi, kuralları ve sloganları olan Dalga adlı bir harekete dönüşecektir. Dalga hareketi tarih dersiyle de sınırlı kalmayacak, giderek dışarıdan üye kabulüyle genişleyecek, hatta artık Mr. Rossun dahi denetleyemeyeceği boyuta gelecektir. Ders içinde, bir anlamda eğlence olarak başlayan Dalga, oyunun ileri aşamalarında bütün okulu içine alan bir çılgınlığa dönüşüyor.
Kısacası Ron Jones, kitle ruhuna teslimiyetin felaketini ve kitle ruhunun nasıl önü alınamayan bir çavlan gibi zorbalığa dönüşebileceğini yaptığı deneye dayanarak savlıyor. Dalga, işte bu belgesele dayanan ve her insanın içinde zorbalık vardır iletisini veren bir oyun. Alıp elime okumadım, ama tekst olarak zayıf.
Kemal Yiğitcanın başarısı
Dalgayı A. Naki Öner, Türkçesine pek fazla titizlenmeden çevirmiş. Haydi idiotizm neyse ne de, bir okuyucu mektubu gibi tümceler rahatsızlık veriyor. Oyunun müziklerini yapan Targan Türe, metnin sahnelenmesinde eşlik niteliği taşıyan incidendal music, yani hep dolaylı, arada geçen müzik yolunu seçmiş, iyi de etmiş. Metnin ve oyunun kolay anlaşılmasına ciddi anlamda katkı sağlıyor. Kemal Yiğitcan, oyundaki tüm dekor değişimlerini, fonları mükemmel hesaplayarak dekorun hangi bölümünün hangi mertebede gösterileceğine kadar didiklemiş. Beyazın hakim olduğu dekor malzemesinin, metal iskemlelerin reflesini ne yapmışsa yapmış önlemiş. Oyuncuların dekor önünde durmalarında gölgelerinin dekora gitmesini de engellemiş. Kutlanacak bir ışık tasarımı sergilemiş.
Ali Cem Köroğlunun dekoru
Nalan Türkoğlu, giysilerini yönetmenin özel yorum amacına hizmet eder nitelikte tasarlamış ya da yönetmenle gerekli fikir alışverişinde bulunmuş. Ali Cem Köroğlu ise, seyirci ile oyun arasında etkileşim sağlayan bir dekor tasarımı yapmış. Prizmaların kapaklarının açılması içinden yeni bir tablo çıkması yeni bir şey değil, ama izleyici, salona girer girmez, oyun başlamazdan önce perdesiz sahnede ilk gördüklerinden kendince bir yargıya varıyor ve dekor, oyunun başlamasıyla birlikte işlevine başlıyor. Eserin gelişmesini bir anlamda dekordan da izlemek olası. Ali Cem Köroğlunun dekoru, sahnede sergilenen oyunla eşgüdüm içinde, hatta müziğe dahi eşlik ederek oyunun grafiğini yükseltiyor, alçaltıyor, sonuca ulaşıyor. Dekor, kalabalık sayılacak sayıda ve devinim içindeki oyuncuları kenara köşeye sıkıştırmıyor, aksine bedensel görüntülerinin birleşerek seyirciye geçmesine katkı sağlıyor. Tamam da, laf değişince tablo değişmesi izleyiciyi yoruyor. Gerekli mi? Bilemem, onu Gürzumar bilir. Bence fazla deyip, sözü değiştireyim.
Bakalım Şakir Gürzumar neler etmiş, neler eylemiş
Oyunu sahneye koyan deneyimli yönetmen Şakir Gürzumar, metnin söylenme, sözcelenme, sahnede ifade edilme biçimini doğrusu çok iyi betimlemiş. Yetersiz metni olası bütün anlamlarıyla çeşitli yönlere doğru fırlatmış. On bir genç insana sahnede müthiş bir dinamizm sağlamış. Kesik kesik tablolardan doğan zorunlu black-outları, Targan Türenin müziğiyle çağrıştırdığı sevinç, acı, kaygı, arzu, doyum gibi ruh durumları eşliğinde; sesli ve zamansal bir bütünün üçüncü öğesi olarak ritmi kurarak sıkıcı olmaktan kurtarmış. Gel gelelim, hızlı anlatım sık dekor değişimi izleyiciyi inandırıcılıktan uzaklaştırıyor. Final sahnesi ise, haydi vazgeçtim Saddam Huseyinin ve diğer katı yürekli devlet adamlarının projeksiyondan yansıyan portrelerini, ama Heil Bush ile bana sorarsa ucuzluyor.
Hepsi tiyatro kökenli olup, yollarını televizyon dizilerinde inci olmaya yöneltmiş on bir genç insanı, beyaz camın şıpınişi büyüsünden allem edip kalem edip kurtarmış, asıllarına rücû etmelerini sağlamış. Bu genç insanların, canlandırdıkları karakterleri belirginleştirmeleri için, seslerinin parametrelerini değiştirme yetisine ulaşmaları gerektiğine pek aldırmamış. Yalnızca bedensel tavır yeterli mi? Değil elbette. Oyuncularının (kimilerini) jestüele, mimiklere psikolojik jeste ya yeterli çalıştırmamış ya da (kimi) oyuncuda kamera karşısı kolaylığından olsa gerek, dersi alacak yer kalmamış. Ama yapmış. Dizi dizi incileri er meydanına getirmiş, hodri meydan demiş. Aralarından meydanda kalabilecek yetenekte olanlara, izleyici tarafından seçilme şansını sağlamış.
Ya başka ne yapsaymış?
Oyuncular
Sıra oyuncuların değerlendirmesine geldiğinde daha önce oltama takılmışgillerden Serhan Süslerin Davide fiziksel ifadeyi gözleriyle, yüzünün ve mimiklerinin yardımıyla kazandırdığını söyleyerek rahatlayayım. Nasıl ve neden rahatladığımı elbette kendisi anlayacaktır, ama anlayamazsa ben gene buradayım. Laurie ile ikili tablolarında gözlerinin dile getiremediğini sesiyle ele almasını ayrıca kutlamak isterim. Sözcük kullanımı, tonlamaları gayet iyi. Müdür Owensta Faruk Akgören gövdesinin yapaylıklarla ve gerilimlerle olan savaşını kaybetmiş. Robertta Onur Dikmenin sesindeki gerilim tınısına, telaffuzuna, tonlamasına zarar veriyor, ona esnekliğini yitirtiyor, kabalaştırıyor.
Ekin Türkmeni kazanabiliriz
Ekin Türkmenin Haliç Üniversitesi Konservatuarı Tiyatro Bölümü 3. sınıfında okuduğunu biliyorum, reklam filmleri ve dizi incisi olmasının dışında sanıyorum ilk kez profesyonel anlamda tahtaya ayak basıyor. İç aksiyonu ile dışa dönük hareketleri arasındaki uyumsuzluğu isterse halledeceğine inanıyorum. Bir başka tiyatro kökenli oyuncu Serdar Yeğinin, psikolojik yönelimlerini başarıyla oluşturmasını kutlamak istiyorum. Ayşegül Apaka ise soruyorum: Andrea, devingen ve her an patlamaya hazır bir karakter mi, yoksa bana mı öyle geldi. Fatih Sönmezin, Alexte Gürzumarın tüm verdiklerini aldığını ve uyguladığını söyleyeceğim. Andyde Serhat Teomana ise coşkularını yönetmeye ve onları izleyiciye okutmaya biraz daha çalışmasını önereceğim.
Levent Ülgen ayakta alkışlanmalı
Janet olarak izlediğim Duygu Erenin hareket ve diksiyon kontrolünü ne yalan söyleyeyim, eksik buldum, bilmem yanılıyor muyum? Çetin Güner Bradi keşfetmiş, incelemiş, araştırmış, tartmış, tanımış ve Bradin aksiyon çizgisini açığa çıkartmış. Bravo doğrusu. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bilimleri Bölümünde başladığı üniversite eğitimine aynı fakültenin oyunculuk bölümünde devam ettiğini bildiğim, şarkı sesine de bayıldığım Ayçe Abana, Christie Rossun duygulanımlarını izleyiciye ne yazık ki layık-ı veçhile okutamıyor. Usta oyuncu Levent Ülgen, pasif bir halin bile nasıl teatral terimlerle yansıtılacağını gösteren bir oyun sergilemekte. Pasif halin böylesine başarılı aksiyonunu genç oyuncular Levent Ülgeni izleyerek umarım belleklerine yerleştireceklerdir. Levent Ülgen, elbette Tarih Öğretmeni Ben Ross olarak Dalgada izlenilmeli ve alkışlanmalı.
Mercek altında gene bir genç oyuncu
Haaa, bir de yirmi altı yaşında bir genç kız var. Adı, Ece Özdikici. İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı Bahar Noktasında izleyemedim, ama kendisi Dalganın Lauriesi olarak tarafımdan mercek altına alınmıştır, haber veriyorum. Dalgayı izlerken, Ece Özdikicinin sözsel akışının sürekliliğine siz de özel dikkat gösterin. İşaret ve dayanak noktaları üzerinde eklemlediği yönlendirici devinduyumsal ve duygulanımsal şemayı da aman gözünüzden kaçırmayın.
Şayet yanılmışsam, lütfen bana yazın.
Üstün Akmen
Evrensel'i Takip Et