22 Mart 2008 00:00

EKOKÜLTÜR

Geçen yazıda şeyleşmenin ve yabancılaşmanın ilk durağına işaret etmiştik. Bugün şeyleşmenin ve yabancılaşmanın ikinci durağını ele alacağız.

Paylaş

Geçen yazıda şeyleşmenin ve yabancılaşmanın ilk durağına işaret etmiştik. Bugün şeyleşmenin ve yabancılaşmanın ikinci durağını ele alacağız.
Emek-gücünü emek piyasasında satın alan sermayedar, emek-gücünü emekçiden ayırıp üretim yerine götüremeyeceği için emek-gücünün emekçiden ayrılması, yani sermayedar için kullanım değeri olan emek-gücünün işe yaraması için belirli üretim mekanlarına taşınmaları gerekir. Emek-gücünün üretim için gerekli diğer bileşenlerle belirli bir yerde birleştirilmesi gerekiyor. İşte bu yer ve yerlerin adı önceleri ev, sonraları atölye ve daha sonra fabrika, bürolar oldu. Günümüzde ise hemen hemen yaşamın her alanı üretim mekanlarına dönüşmüştür. Korunmasız ve farklılaşmış emek güçlerine ulaşmak için erkek egemen yapılanmanın sağladığı olanaklarla kadın emeği, geçim derdine düşen ailelerin çocuklarının emekleri izlenir, bu bulundukları mekanlarda bulunur ve tüketilir.
Tabii açıklanan ihtiyaç listeleri ve uyum sağlama çabaları da bunu emekçiler kanalıyla destekler.
Satın alınan emek-gücünün belirli bir yerde kullanılması, emekçinin de bu yerlere belirlenen zaman dahilinde bağlanması anlamına gelecektir. Fabrika ve atölyeler, bürolar emek-gücü üzerinde kontrol kurma mekanlarıdır. İşletme, işletme mühendisliği ve burada sayamadığım birçok disiplin, fabrikalarda emek-gücünün nasıl kontrol edileceğinin bilgisini sermayedarlara sunarlar. Emekçinin belirli zamanlarda belirli yerlere bağlanması, emekçinin sahip olduğu zaman üzerinde de sermayenin egemenliğini kurması anlamına gelir. Meta üretiminin genelleşmesi için eş zamanlı olarak, hem emek-gücü için emek üzerinde kontrol kurulması ve hem de emekçinin kendi emek-gücünü bir meta olarak algılayacak biçimde kendi eylemliliğine/enerjisine yabancılaşması gerekiyor. Bu gereklilik de oldukça bilinçli bir şekilde yerine getiriliyor. Yabancılaşma+kontrol olmazsa kırmızı gülen nesne/metalar da olmayacak. Ne kadar yabancılaşma ve kontrol, o kadar çok gülen kırmızı nesne. Ne kadar gülen kırmızı nesne, o kadar çok kontrol altına alınmış, ayaklar altında dolaşan kahverengi emek-gücü. Sakallı amca ne güzel özetlemiş: Sermaye ölü emektir, vampir gibi sadece canlı emeğin enerjisini çekip aldığında yaşıyor, ne kadar çok canlı emeğin enerjisini çekip alıyorsa o kadar güçleniyor ve daha fazla yaşıyor. (Marx)
Meta biçimine dönüşen emek-gücü, esas işlevini yararlı enerjisini üretim araçları dolayında üretim sürecine aktardığında yerine getirir. Üretim sürecine aktarılan, emekçinin eylemliliği/enerjisidir. Her el-kol hareketi, her alın teri, harcanan her kalori üretim sürecinde yaratılacak yeni metayı var eder, biçimlendirir. Böylece meta, harcanan enerjide hayat bulur. Yani gökyüzünde dolaşan Müslüm Baba’nın kırmızı ve gülen metaları tam da bu enerjilerin ürünüdür. Emekçinin üretim sürecinde açığa çıkardığı yararlı enerji, sonuçta nesneleşmiş, metada biçimlenmiştir. Çalışma zamanı bittiğinde çalışanın enerjisi de bitmiştir. Evrensel gazetesinin işçi mektupları köşesinde bir işçinin sözleri ne çok şeyi anlatıyor: Sekiz saat çalışıyorum, 16 saat çalışmış gibi yorgun hissediyorum.
Neyse, çalışma zamanı ve çalışma yoğunluğu daha sonraki bir yazımızın konusu. Tüm bu yorulma ve enerjinin harcanması sonucunda yaratılan yeni kullanım değeri, yani meta üzerinde çalışanın hakkı var mıdır? Tabii ki yok. Diğer yandan çalışanlardan çekilip alınan enerji, yaşamını meta formunda ve daha sonra ise para formuna dönüşerek sürdürür. Genelleşmiş meta üretiminin egemenliği birçok dönüşüm ve farklılaşmayı ve birçok yabancılaşmayı içinde taşır. Böylece üretim süreci sonucunda açığa çıkan metalar, bir yandan birilerinin (tüketici) ihtiyacını karşılayacak özelliğe sahipken, diğer yandan ürün üzerinde söz sahibi olan sermayedar için ise metanın değişim değeri özel bir önem kazanır. Müslüm Baba’nın eline ihtiyaç listesini veren, anlaşılacağı gibi ne tüketici ne de işçilerdir.
İhtiyaç listesi metalara içkin olan ve emek-gücünün yarattığı değere ulaşmak isteyen sermayedardır. Bu anlamda da kapitalist toplumda meta biçimi yabancılaşma, nesneleşme ve dolayısıyla fetişizmin farklı uğraklarından geçer. Burada daha sonra ücret ve sınıflar konusunu ele alacağımız için kısaca meta formunun tüm bu fetişistik özelliklerinin sömürü ve dolayısıyla sermaye-emek çelişki ve ilişkisini de içerdiğini kısaca belirtelim. O sevimli nesnelerin üretimden sonra hayatlarını sürdürmelerinin bir bütün olarak yaşam tarzları ve gündelik zaman ve mekan kullanımlarını da belirlediklerini söyleyebiliriz. Bu anlamda tüketim toplumu kavraması ve nitelemesi veya nedenini kaybetmiş sonuçlar toplamı varoluş hali de yine meta biçiminin ulaştığı aşama ile ilişkilidir. Ama Marx ve Engels bizi daha 1848 yılında, yani Komünist Manifesto’da bu yeni toplumsal ilişkilere daha dikkatli ve uyanık bir kafa ile bakmamız gerektiği konusunda uyarmışlardı.
İşte tüm bu nedenlerden dolayı Marx, fetişizme sadece özel bir bölüm ayırmamıştır. Aslında tüm Kapital’i meta fetişizmi üzerinden kurgulamıştır. Konunun önemini de şöyle dile getirmiştir: “Bu ilk bakışta bir meta, çok önemsiz ve kolayca anlaşılır bir şey gibi gelir.” Ama metanın tahlili diye açıklamaya devam eder: “Aslında onun metafizik incelikler ve teolojik süslerle dolu pek garip bir şey olduğunu göstermiştir. Kullanım-değeri olduğu sürece, o ister insan gereksinmelerini karşılayabilen özellikleri açısından, ister bu özelliklerin insan emeğinin ürünü olması yönünden ele alınsın, gizemli bir yanı yoktur. İnsanın, çalışmasıyla, doğanın sağladığı maddelerin biçimini, kendisine yararlı olacak şekilde değiştirdiği gün gibi açıktır. Sözgelişi ağacın biçimi, masa yapılarak değiştirilir. Ama gene de masa, o alelâde günlük şey olmakta, ağaç olmakta devam eder. Ne var ki, meta olarak ilk adımını atar atmaz, tamamen başka bir şey olur. Yalnız ayakları üzerinde yerde durmakla kalmaz, tüm öteki metalarla ilişki içerisinde amuda kalkar ve o ağaç beyninden, ‘masa yürütmek’ten çok daha çarpıcı, parlak fikirler saçar.” (Marx, Kapital-I).
Metaların bu garip varoluşları tamamen kapitalizme özgüdür ve toplumsal-sınıfsal koşullarca biçimlenmiştir. Marx’ın Kapital’ini fetişizm kavramı üzerinden okuyan I. Rubin’in haklı olarak göstermeye çalıştığı gibi, kapitalizmde üretim ilişkileri metalar arasında gerçekleşen ilişkiler olarak görülmez, ilişkiler metalar dolayında kendini açıklar. Bu toplumsal-sınıfsal koşullar, metaların bizlere hep dolaşım alanında yani o gülen kırmızı sevimli halleri ile görülmelerine neden olur.
Paketlenmiş o sevimli şeyler, çeşitlenip çoğalarak hayatımıza girdikçe, metalar dolayında sınıf ilişkileri derinleşir. Üretim süreci sonucunda metalar, kendini yaratan güce değil kendini kontrol eden güce güç katar. Sonunda işçiler ve işçilerin hayatları olabildiğince bir rutin içinde görünmez kılınır, işçilerin enerjileri ile renk bulan ve gülücükler saçan metalar sokaklarda, evlerde dolaşmaya başlar.
Şairimiz Nâzım, bu yabancılaşmayı gündemine almaz mı? Alır, hem de çok güzel ele alır. İşçilerin görünür olduğu zaman, yani en şanlı tulumlarıyla ellerini kollarını sallaya sallaya dolaştıkları zaman, sadece onların değil bütün dünyanın özgürleşeceğini muştular.
Fuat Ercan
ÖNCEKİ HABER

‘Irak işgali yalanlarla başladı yalanlarla devam ediyor’

SONRAKİ HABER

Mortgage krizinin faturası çalışana

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...