23 Mart 2008 00:00

SÖZ OLA, TORBA DOLA

Kulübün başına geçtiğinden beri kendi takım arkadaşlarıyla bile kavga eden başkan kulübünün değilse bile, kendi cumhuriyetini kuracak gibi.

Paylaş

Kulübün başına geçtiğinden beri kendi takım arkadaşlarıyla bile kavga eden başkan kulübünün değilse bile, kendi cumhuriyetini kuracak gibi. Kavgalı olduğu ve tanımadığını söylediği Kulüpler Birliği’ne de başkan oldu ya, kim tutar onu.
Son günlerde, “Birlik” içinde birlik sağlanması konusunda sıkı bir birliktelik de gözleniyordu aslında. Birlikte seçtikleri federasyon başkanının düşürülmesi, yerine de başbakana yakınlığı bilinen birinin seçilmesi bunun bir örneğiydi. Sonrasında da birliklerinin başına, yine başbakana yakın olduğu söylenen birinin getirilmesi, bu ani ve sıkı birlikteliğin(!) bir başka örneği idi. Bu birlikteliğin toplumsal birlikten çok, kişisel dirliğe yönelik olduğunu gösteren bir koku da gelmiyor değil yani.
Bu ani oluşum Doğan Koloğlu’nun bir yazısında geçen “İnanılmaz bir ters rövaşata yapan…” sözünü çağrıştırdı bana. Gerçi, okuduğumda “ters rövaşata”yı anlamamış, terslik ben de mi, söz de mi diye Koloğlu’na da sormuştum; ama gazetedeki adresi iletimi kabul etmeyince sorduğumla kaldım. Birlik’teki birliği görünce “ters rövaşata” bir anlam kazandı sanki. Yani, bu birliktelikte bir “ters rövaşata” durumu var gibi. Ve bu durum eski ve düşük federasyon başkanının “Kulüp başkanları sanki kadayıf gibi olmuş” sözü üzerine tam anlamıyla oturdu gibi. Geçekten de bu ne olgunluk böyle?!. Kadayıfın altı mı kızardı ne!
Bu birliğe başkan oldurulan yönetici, kısaca, gelirleri artıracak, giderleri; özellikle de devlete yapılacak ödemeleri azaltacak önlemler alacakmış. Yani, nalıncı keseri gibi hep kendine yontacak, “Almaya gelince hep bana, hep bana, vermeye gelince Rabbena, Rabbena” yöntemini uygulayacakmış. Eğer beklenen indirimi yaparsa devlet, birikmiş vergiler ödenecekmiş, “Al sana, al sana” diyerek. Bir bakmışsınız yüksek aylıklı yöneticilerinin, hocalarının parasını da devlet ödüyor.
Bir zamanlar insanları tokatlamakla korkutan, korkmayanları da tokatlayan birliğin yeni başkanı, oyun alanlarındaki kötü söze son vermek için de herkesin kendisi gibi olmasını istemiş. Umarım, izleyiciler bu isteği iyi yanından ele alırlar ve kötü sözü engellemek için kullanırlar. Yok, hepten tokat atmaya kalkarlarsa vay geldi insanların başına.
Başkanın beni en çok etkileyen tavrı, “Yanınızdakini uyarın, engelleyin” sözü oldu. Düşününce, elli bin kişinin olduğu bir yerde elli kişi açmış ağzını yummuş gözünü durumundayken, beş bin, hadi beş yüz kişinin kapatmış ağzını, kulağını açmış gözünü durumunda bulunmasını anlamak gerçekten çok zor. Nasıl bir vurdumduymazlık, duydum aldırmazlıktır bu böyle. Bu durumu destekleyenler; onun da ötesinde sorundan çıkış yolu olarak gösterenler de vardı ne acı ki. Feyzi Aksoy, “Topsuz Alanda Kırmızı Kartlık Söylemler” kitabımda da değindiğim gibi, “Futbolsever bireylerin, bu nifak sokan kişilere karşı tek silahı, onlara uymama bilinci olmalıdır” diyerek onları engellemek yerine aldırmamayı öğütlüyordu. Neyse ki birlik başkanı öyle düşünmüyordu.
Bizim ilgililer ve de yetkililer onu mu, bunu mu yapsak diye tartışırken, İspanya’da kaleciye su şişesi atarak yaralayan kötü kişiyi, yanındaki futbolsever bireyler yakalayıp polise verivermişler. Adam tutuklanmış. Biz de ise, kendisine küfür edildiğini söyleyen kulüp başkanı, küfür eden yakalanınca davacı olmaktan vazgeçmişti. Adam başkanın kulübünün yandaşı değil miymiş. Artık nasıl bir yandaşsa!.. Ya da kimin yandaşıysa(!).. İşte Avrupa, işte biz. Adam birliğine sokup dirliğini bozdurur mu sana?!.
Umarım, birliğin ve dirliğin yeni başkanın bu dileği, “İnşallah önyargılarım pozitif anlamda Fenerbahçe’nin yararına dönüşür” diyen Ziya Şengül’ün deyişiyle pozitif anlamda yarar sağlar sporun her türlüsüne. Nasıl bir şeyse artık o pozitif anlamda yarar!
Birliğin başkanı, yabancı oyuncu sayısının UEFA ölçüsünde artırılmasını isterken, “Bir takımın kaderine böylesine kan doğranmaz” diyen Osman Tanburacı’yı da doğrulamış oluyordu. Oraya buraya kan doğranırken altyapıyı oluşturacak gençler göz ardı ediliyordu ne yazık ki. Neyse ki “en az üç çocuk doğurun” diyerek çözümü yine başbakan getiriyordu. Eee, işsiz, güçsüz, eğitimsiz bu çocuklardan birkaçı da sokakta ayaktopu oynayarak altyapıyı oluştururlardı artık. O denli çocuktan da, bu denli bir altyapı çıkar sanırım.
Böyle bir altyapıyı oluşturmak için, doğrudan kadınlara, “sırtınızdan sopayı, karnınızdan sıpayı eksik etmeyin” deniyor sanki. Ve de bunu diyen sanki o çocuklar için gerekli altyapıyı hazırlamış gibi. Sanki doğuracak her kadının, çocuklarını yurtdışında okutacak varsıl dostları bulunmuş gibi. Ülkenin bu durumunda başbakanın böyle bir istekte bulunması bile kapanmayı değil de, kapatmayı gerektirecek bir neden olmalı. Hele de Siirt’teki gibi “AKP, laikliğin odağı haline getirilemez” dedikten sonra “... laiklik karşıtlığının odağı…” diye düzeltirse, “söyleyene değil söyletene bak” da denilebilir, “dervişin fikri neyse, zikri de odur” diye de düşünülebilir.
Birlik içindekiler dirlik düzenlik içinde yaşayadursunlar ben Hayyam’a bir bakayım, o ne demiş:
Niceleri geldi neler istediler;
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler;
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler.
Üstün Yıldırım
ÖNCEKİ HABER

Nükleer bir dünya peşindeler

SONRAKİ HABER

G.Saray’ın konuğu Denizli

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...