24 Mart 2008 00:00
YAŞADIKÇA
Bu ülkeyi uzunca bir süre yöneten bir zat: Benim vatandaşıma plan değil pilav lazım! demişti.
Bu ülkeyi uzunca bir süre yöneten bir zat: Benim vatandaşıma plan değil pilav lazım! demişti. Geldiğimiz noktada görüyoruz ki; plan olmadan pilavda olmuyor!
Öncelikle ülke olarak bir karar vermemiz gerekiyor. Bir takım ülkelerin kölesi ve hamalı mı olacağız, başka ülkeleri kendimize köle mi yapacağız, yoksa hem kendimize karşı hem de başkalarına karşı sorumluluk içerisinde mi davranacağız?
Elbette ki; kimsenin kölesi olmadan, kimseyi de köle yapmadan, kendi topraklarımızda; paylaşarak, barış, zenginlik ve mutluluk içerisinde yaşamalıyız. Ama her güzel şey sadece istemekle olmuyor. Onu gerçekleştirmek için gerekli yaptırıma da sahip olmak gerekiyor.
Günümüzde emperyalizmin başka ülkeleri köle gibi kullanmasının yöntemi; çevreyi kirleten ve enerjiyi fazla tüketen sanayi dallarını o ülkelere kaydırmakla başlıyor. Sonra hizmet sektörüne, enerji ve tarım sektörüne kadar ele geçirmekle devam ediyor. Köle olarak seçilen ülkelerin ulusal ekonomisi ve ulusal kaynakları ele geçiriliyor, halk yoksullaşıyor. Tabi ki bu işi yapabilmek için o ülkelerde sağlam işbirlikçiler bulmak gerekiyor. Bu konuda da doğrusu pek bir sıkıntı çekilmiyor. Tıpkı ülkemizde olduğu gibi
Oysa her ülkenin sorumluluk içerisinde davranması ve kendi pisliğini kendisinin temizlemesi gerekmektedir. Doğru olan, insana yakışan davranış budur. Bu gün kendi ülkelerinde nükleer santral kurmak istemeyenlerin başkalarının ülkelerine de kurmaması gerekiyor. Kendi ülkelerinde çimento, demir-çelik, gübre, petrokimya fabrikası kurmayanların başkalarının ülkelerine de kurmaması gerekiyor. Ya da bizdeki gibi bu kirli teknoloji ürünlerini; gereksinimimizin üzerinde üreterek, bakın ihracat yapıyoruz diye övünme avanaklığına düşmemek gerekiyor.
Ülkemizdeki çarpıklık sadece batılı emperyalistlere hizmetkarlık etmekle kalmıyor. Bir de kendi kendimize kazık atmayı becerebilen ender ülkelerden birisiyiz. Şu günlerde karar vericiler yağmalama planı yapmaya çalışıyorlar. Bu planlamalara baktığımızda, bilgiye ve bilime değil, kısa dönemde elde edilecek getirime dönük olduğunu görüyoruz. Uzun erimli ve gelecek kuşaklara daha iyi bir ülke, daha iyi bir dünya bırakmak gibi bir düşünceye sahip değiller. Onları sadece bu gün ve bu gün ki çıkarları ilgilendirmektedir. Bu duruma bir örnek vermek istiyorum.
İstanbulun sürekli göç alması ve bu durum karşısında vize konması gibi önlemler tutmayınca, trafik bir çileye dönüşünce, bu kez Trakya ve Gebzeye doğru büyümesi gündeme geldi. Doğal olarak bu nüfus kaydırma uygulaması, iş olanaklarının buralara kaydırılmasıyla olacaktır. İşte sorun tam da bu noktada başlamaktadır. Çünkü Trakya ülkemizin en verimli topraklarına sahip bir tarım bölgesidir.
Bilim insanları bu topraklar mutlaka organik tarım amaçlı kullanılmalıdır diyorlar. Oysa İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Çevre Bakanlığı ve Valilik ekonomik değeri düşük işletmeleri Trakyaya konuşlandırmak istemektedir. Üstelikte su havzalarını tümden kirletecek bir planlama yapılmaktadır. Oysa bölgedeki Üniversite hocaları ve uzmanlar, bu planlamanın Trakyada geri dönülmez yıkımlara neden olacağını dile getirmektedirler. Ama bilime ve bilim insanına aldıran yok!
Emperyalist ülkelerin ülkemize karşı tutumunu; İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve hükümet Trakyalılara ya da başka bölgelere takınmaktadırlar. Oysa yurdumuzun; siyasi sınırları içerisindeki her karış toprağı değerlidir ve korunmak zorundadır.
Ülkemizin bu çok önemli tarım merkezine yönelik bu saldırıya karşı verilen ve verilmesi gereken mücadeleye değinmeye devam edeceğiz.
Enver Şat