25 Mart 2008 00:00
GÖZLEMEVİ
Eskiden okuduğum kitaplara tarih koyma merakım vardı. Albert Camusnün Caligulasını 23 Nisan 1969 Çarşamba günü bitirmişim. İlginçtir kırmızı kalemle aldığım notta, oyunun konusunun Dostoyevskinin o pek ünlü: Eğer tanrı yoksa her şeye cevaz vardır, sözünden alındığını yazmışım
Eskiden okuduğum kitaplara tarih koyma merakım vardı. Albert Camusnün Caligulasını 23 Nisan 1969 Çarşamba günü bitirmişim. İlginçtir kırmızı kalemle aldığım notta, oyunun konusunun Dostoyevskinin o pek ünlü: Eğer tanrı yoksa her şeye cevaz vardır, sözünden alındığını yazmışım. Sonra eklemişim: Yönetimini katı yüreklilikle, huysuzlukla, yıkıcılıkla sürdüren bir imparator. Ama bunları bilinçli yapıyor. Sonunda kendi yıkımını getireceğini bile bile yıkıcı tutumunu sürdürüyor. Belli bir akılcılığı, dürüstlüğü de yok değil hani. Ama oyunun kahramanı Caligula değil, Cherea. Caligulaya karşı çıkanların görüşleri çok yalın. Uslamlama yoluyla Caligulanın yanıldığı hiçbir biçimde kanıtlanamıyor, çürütülemiyor. Gene de Caligulaya, Caligulalara karşı koymak gerek. Böyle notlar almışım.
Ne biçim adammış bu Caligula
Tarihi kurcaladığımızda, Caligulanın esas adının Gaius Caesar olduğunu, babasının askerleri tarafından çocukluğunda takılan Küçük Çizme anlamındaki Caligula adını benimsediğini, tahta çıktıktan sonra yedi ay süren şiddetli bir hastalık dönemi geçirdiğini, iyileşir iyileşmez vatana ihanet yargılamalarını başlattığını öğreniyoruz. Zalimliği ve despotça kaprisleriyle ünlenmiş. Örnek vermek gerekirse, İ.S 39un yazında Napoli Körfezinde Baiaeden Putoliye kadar kayıklardan bir köprü kurdurmuş. Haydi başka bir örnek daha vereyim, İ.S. 40 yılı başlarında İngiltereye saldırmak amacıyla Galyaya gitmiş. Birlikleri, çıkarma harekâtı için gemilere binmeyi reddedince, bu kez onlara deniz kabuğu toplama emrini vermiş. İşte, böyle bir adammış Caligula.
Günümüzde güçlü devletler ve şirketler de aynen Caligulanın istediği gibi, gücü elde etmek istemekte, dünyanın düzenini değiştirmek için uğraşmaktalar. Bunu yaparken de tüm insanlara mutluluk getirmeyi, insanlar arasında eşitliği oluşturmayı vaat etmekteler. Aslında getirdikleri düzen insanlar arasındaki eşitsizliği daha da artırmakta, kutuplaşmalara neden olmakta. Dünyanın hangi tarafında yaşarsa yaşasın her insan, insanca yaşama hakkına sahip olmalı, öyle değil mi ama? Dünyadaki nimetlerden adil bir şekilde pay alma hakkına sahip olmalı. Oysa insanlar aç, işsiz, eğitimsiz ve evsiz kalınca, daha adil şartlarda yaşamak için başkaldırıyorlar. Ama başkaldırabilmek için Camusnün de ifade ettiği gibi haklarının bilincinde olmaları gerekmekte. Diğer taraftan, bugün dünyada büyük bir kitle küreselleş(tir)meye karşı tavır geliştirmekte.
Ahmet Mümtaz Taylanın yaptığı
Camus, Caligulayı yanılmıyorsam 1938 yılında oyunlaştırmış, Ahmet Mümtaz Taylan da tam 70 yıl sonra sahneye taşımış. Oyun, halen Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarında oynanmakta. Yönetmen Ahmet Mümtaz Taylan, oyunu sahneye taşırken bence birinci adımda Caligulanın akıl hastası olduğunu mu, eşcinselliğini mi öne çıkarsam diye hiç bocalamamış, Camusnün söylemek istediğine yaklaşmış. Yani, benim 39 yıl önce kitabı okuduktan sonra aldığım notlarda vardığım noktayı/noktaları yakalamış. Camusün ince mizah anlayışını saptamış. Bertan Onaranın 1969daki o enfes çevirisini neredeyse virgülüne dokunmadan almış. Bertan Onaranın çevirisini virgülüne dokunmadan almış almasına da, keşke yirmi dokuz yaşındaki Caliguladan büyük Coesoniayı genç oyuncu Nagihan Orhana oynatmasaymış ya da onun: yaşlıyım ve çirkinleşmeye başlıyorum repliğini tıraşlasaymış. Ama oyunun esas kahramanı olması gereken ve yazarın sesini simgeleyen Chereayı bir güzel öne çıkarmış. Dört perdelik oyunu iki perdeye indirgemiş. Camusnün birinci perde ile sonraki perdeler arasına koyduğu üç yıllık süreyi uygulamamış. Black outları hızla aşmak için dekordan olabildiğince yararlanmış.
Oyunu güncelleştirmek uğruna Yurttaşların önce üçüne, sonra sekizine kravatlı takım elbise, redingot tarzı ceket, Coesoniaya dore topuklu ayakkabı giydirmesi, tabancalar patlatması, savaş arabası yerine iki tekerlekli akülü bisiklet benzeri aracı sahneye taşıması gerekli miydi diye sual edecek olursanız, konuşmuyorum, tartışmak istemiyorum.
Ahmet Mümtaz Taylanın yapamadığı
Diğer taraftan, oyuncunun en etkili ve tek silahı olan sözü, Ahmet Mümtaz Taylan gibi bir yönetmenin iplemeyeceğini asla aklıma getirmeyeceğimden, salonun sağırlığına bal gibi karışıyorum. Karışıyorum karışmasına da, gene de sahne derinliğini alabildiğine kullanıp, oyuncuyu izleyiciye arkası dönük olarak derinliğe yürütürken konuşturmasaymış diyorum. Haydi konuşturdu diyelim, o zaman keşke seste gücü ve vurgu uygunluğu ilkesini uygulasaymış diye de düşünüyorum. Helicon: Bakın, sözgelişi beni ele alın, babamı seçmek elimde olsaydı, dünyaya gelmezdim derken, Helicona can veren Sinan Demirerin sesi, ifadenin gücünü yansıtamayınca; tekstin 3. Perde 4. Sahnesinde Cherea ile Caligulanın konuşmalarında Sermet Yeşilin sesinin duyulmamasına, sözlerinin hiç mi hiç anlaşılmamasına çare yaratmadığına üzülüyorum.
Yaratıcı kadro neler yapmış
Tayfun Çebinin sahne tasarımını yaparken salonun yapımından kaynaklanan ses kaybını hesaplamamasını doğrusu anlayamadım. Sahnenin iki kenarındaki ses yükseltilerinin altına koyduğu sütun altları (sütun taşıyıcıları) da bana pek soğuk ve anlamsız geldi, sevmedim. Yoksa askerlerin çuvallarla getirip sahnenin ortasına boşalttıkları pisliği simgeleyen kıtık edilmiş pamuklar fikri pek güzel. Keza tüllerle oluşturduğu sahne düzeni de fevkalade kullanışlı ve Ahmet Mümtaz Taylanın mizansen anlayışına da yararlı. Funda Çebinin kostümlerine diyeceğim yok. Dönemsel olanların dışındaki güncelleştirilmiş kostümler de zevkli. Hele Coesonianın kostümleri (topuklu dore ayakkabı hariç) matluba gayet uygun. Işık tasarımını yapan Ersen Tunççekiçi, kimi tablolarda kullandığı ters ışıkların renklerini fon aydınlatmasında kullandığı renklerden oluşturması, böylece fon perdesiyle sahne ışığı arasında bağlantı kurmaktaki başarısını özellikle kutlamak gerekli. Tolga Çebinin afişlerde falan Ses-Efekt Tasarımı olarak tanımlanan müzik tasarımı da oyuna katkı sağlıyor.
Oyuncular
Oyuncuların tümü başarılı, handiyse kusursuza yakın bir çizgi tutturmuşlar. Bu başarıda elbette Ahmet Mümtaz Taylanın oyuncu yönetimindeki ustalığını yok sayamam, ama aynı şeyleri Nagihan Orhan için söylemem ne yazık ki mümkün değil. Nagihan Orhan vücut ve ses uyumu ilkesini ya yok sayıyor ya da bilmiyor. Coesoniaya esnekliğe uyum sağlatmayan bir kişilik kazandırıyor. Nagihan Orhan, fiziğinin, sahneye yakışmasının hakkını vermeli ve mutlaka çok çalışmalı. Caligulada Basri Albayrak, esnek ve hareketli vücut yapısı, çok iyi ses ve tonlamayla başarıyı yakalıyor. Sinan Demirer Helikona can verirken oyunculuk anlayışı ve yorumlama gücüyle sivriliyor. Mert Kırlak (Scipion) ve Sermet Yeşil (Cherea) yeterliliklerini gayet iyi denetliyorlar. Savran Perk, Maciusun Karısı olarak kısa rolünde görmeyeli beri vücut estetiğini istenilen düzeyde geliştirmiş olmasıyla dikkat çekiyor.
Son söz olarak hiç çekinmeden söylüyorum, Caligulada Ahmet Mümtaz Taylanın ezber bozma girişimini kutlamak gerekiyor.
(Dilerseniz cuma günü de bu kavşakta buluşalım. Bursadaki olumlu bir tiyatro olayından söz edeceğim. Beklerim efendim.)
Üstün Akmen