28 Mart 2008 00:00

Tiyatro nereye? 2

Uzunca bir süredir 27 Mart Dünya Tiyatro Günü için İTİ kanalıyla yayınlanan uluslararası ve ulusal bildiriler, az çok birbirinin tekrarı olmağa başladı ve esas soruna pek değinmemek neredeyse hepsinin ortak noktası haline geldi. Peki, nedir o esas sorun: Sahnenin amaçsızlaşması!

Paylaş

Yılmaz Onay: Tiyatro amacına kavuşsun!

Uzunca bir süredir 27 Mart Dünya Tiyatro Günü için İTİ kanalıyla yayınlanan uluslararası ve ulusal bildiriler, az çok birbirinin tekrarı olmağa başladı ve esas soruna pek değinmemek neredeyse hepsinin ortak noktası haline geldi. Peki, nedir o esas sorun: Sahnenin amaçsızlaşması!
Bir zamanlar, örneğin daha bizim gençliğimizde, tiyatronun, seyircisini değiştirmesi amacıyla (yani genelde sanatın toplumu değiştirmesi amacıyla) bile yetinilmez, seyircide o değiştirme eylemine katılma istek ve aktivitesini de uyandırmak amaçlanırdı. Ne var ki kapitalizm kemirgeni, önce toplumları ve “birey”leri amaçsızlaştırdı, sonra da insanları bu amaçsızlık hastalığına karşı uyarmak için eldeki en önemli yaşantı alanı olan sanatın kendisini amaçsızlaştırmayı başardı. Sanat, önce kendi kendinin amacına indirgendi, sonra sanatın “bunalım”ından söz edildi, ardından sanatın iyice “metlaşması” derken kaçınılmaz biçimde “Sanatın Sonu”na gelindi (bknz. D.Kuspit’in aynı adlı kitabı).
Öyle mi? Tiyatro sanatının da sonuna gelinmesini kabul edip oturacak mıyız?
Elbette hayır. İnsanlık ve en başta da sanat eylemi, bu körlüğe razı olup oturamaz. Çünkü böyle giderse bütünüyle insanlığın “son”una gelinmekte. Irak’ta ABD ve suç ortakları, her çeşit vahşeti pervasızca uygulamakta. Irak, petrol şirketleri için gerekli kuyular ve petrol yatakları dışında bir bakıma tüm yaşamıyla yok oluyor, çünkü Irak’ta “insan” hedef alındı. Ama bu toplu cinayetin üstü, o ülkeye “özgürlük” ve “demokrasi” götürmek yalanıyla hâlâ örtülmeğe çalışılıyor. Afganistan’da aynı yıkım yıllar önce başlatıldı, şimdi sözde “kurtarma” yalanıyla daha da yıkılmakta. Kaldı ki, ABD ve suç ortakları, başka savaş planları yapmaktan geri durmuyorlar. Kısacası insanlık bir ölüm-kalım davası ile burun buruna!
Ama bu toplu cinayetlerin üstü, o ülkelere “özgürlük” ve “demokrasi” götürmek yalanıyla hâlâ örtülmeğe çalışılıyor. Ve ABD’nin bu haydutça saldırılarına yönelik pek bir kalem kımıldayıp pek bir perde açılmadı. Oysa bu ikiyüzlülüklerin, bütün bu yalanların maskesini indirecek en etkili yöntem, zevk verici, ustalıklı “yabancılaştırma” yöntemidir ve bu yöntemi seyircisiyle yüz yüze en “değiştirici” etkiyle kullanabilen sanat da tiyatrodur.
27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde kendi kendimize soralım: “Gerçeği sorgulamaktan ve bunu en güzel biçimiyle sahnede seyirciyle birlikte yapmanın zor sanatını üstlenmekten kaçınıyor muyuz?” Ben, bu soruyu “hayır, gerçeği görüyoruz ve insanlığa karşı sanatsal sorumluluk yüklenmenin zorluğundan kaçınmıyoruz” diye yanıtlayabilecek, üstelik dünya sanatına soru yöneltmeyi hak eden pek çok tiyatrocumuzun ve sanatçımızın bulunduğunu düşünüyorum, yeter ki ülke içinde özgürlük ve özerklik mücadelesi kazanılsın!
Kapitalist dünyanın insanlığı sürüklediği ölüm-kalım davasında tiyatroya uzaktan yakından eli değen herkesi, gerçekten şaşırtıcı yeteneklerine ve sanatsal güçlerine güvenmeğe ve sanatın artık toplumu etkilemeyeceği yalanına karşı, birikimlerini mücadeleye seferber ederek sanatın pekâlâ insanları etkileyip değiştirebileceği gerçeğini tüm dünyaya kanıtlamağa çağırıyorum.

Mehmet Esatoğlu: Tiyatro gündeme vuruyor

Ülkemizde tiyatro, çok geniş yığınlarca talep edilen bir sanat dalı olmamasına karşın her yıl gerek oyunlarıyla gerekse yaşadığı sorunlarıyla hep gündemde kalmaya devam ediyor.
Bu yıl da 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’ne girerken gündemde baş sıralarda yerini koruyor. Değerli yazar Haşmet Zeybek’in, 70’lerde yazmış olmasına karşın, oyunu “Düğün ya da Davul” Trabzon Devlet Tiyatrosu’nda sansürleniyor. Oyuncularına cezalar veriliyor. Koca İstanbul’da yer kalmamış gibi Taksim Sahnesi kapatılıyor, Muhsin Ertuğrul Sahnesi yıkılıyor, Atatürk Kültür Merkezi üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. Bu saldırılar boşuna değil tabii.
Biz bu yıl ülkemizin değişik illerinde değerli Yazar Bilgesu Erenus’un “Tarih Böyledir!” oyununu oynarken izleyicinin ilgisini yakından gördük. Tiyatro ciddi bir konuyu ele alıp tartışınca geniş kitleler gözlerini oraya dikiyorlar. Yönetenlerin tiyatrodan bu kadar korkması boşuna değil. 21. yüzyılda tiyatroyu izinlere bağlamaları boşuna değil. Televizyon sektörü istediği kadar oyuncularını çalsın, yine de yüzlerce oyuncu her akşam kostümlerini giyip, makyajlarını yapıp sahneye koşuyorlar.
İnsanoğlu binlerce yıldır oynamış anlatmış. Teknoloji bir yanda gelişerek insana yeni seçenekler sunsa da insandan insana oyun hep sürüyor. Düşünen ve değiştirmek isteyen insan ve onun oyunu da ne kadar engellenmeye çalışılırsa çalışılsın gündeme vurmaya devam ediyor.

27 Mart ‘yas günü’

27 Mart Dünya Tiyatro Günü, iktidarın tiyatro sanatı üzerindeki baskıları ve adaletsiz ödenek dağıtımı konusundaki tartışmalarla kutlanıyor. Tiyatronun özgürlükçü, yaratıcı ve barış yanlısı olması gerektiğine dikkat çeken tiyatrocular, “iktidara karşı sanat” çağrısı yapıyorlar.
Tiyatro oyuncusu ve yönetmeni Nedim Saban 27 Mart’ta AKP’nin yerel yönetimleri kazanması nedeniyle bu günün Başbakan tarafından “yerel yönetimler bayramı” ilan edildiğini hatırlatarak, o günden sonra tiyatrolar gününün yas gününe dönüştüğünü savunuyor. Nedim Saban, “Bazı yerel yönetimler ise genel istek üzerine tiyatroları sessizce yıkarken, gözü yaşlı tiyatrocuların nerede kaldıklarını pek merak ediyorlardır herhalde” diyor. Saban, Ertuğrul Günay’ı kastederek, eskiden sosyal demokrat olanların Kültür Bakanı olduktan sonra yıkılan tiyatrolara bakmaktan başka bir şey yapmadıklarını kaydediyor. Dünya Tiyatro Günü bildirisinin de suya sabuna dokunmadığını belirten Saban, bu bildiriyi okuyanları da, “tiyatronun sorunlarının olmadığı bir ülkede yaşıyorlarmış hissine kapılmakla” suçluyor. Saban “Halkımızın Muhsin Ertuğrul’un uyarılarına kulak asarak, tiyatroda kabuklu yemiş yeme yasağını delme zamanı gelmiştir artık. Kabuklu yemişleri, muzları çürük domatesleri bir ülkenin hayat damarlarını tıkamak isteyenlere yedirmenin zamanı gelmiş de geçmiştir” diyor.
İstanbul Devlet Tiyatrosu Oyuncusu ve Tiyatro Avesta’nın yönetmeni Turgay Tanülkü ise şöyle konuşuyor: “30 yıldır Türkiye’de tiyatro yapan biri olarak şunu görüyorum ki, tiyatro binaları alışveriş merkezlerine çevriliyor ve ya yıkılıyor. Halk için yapılan sanatın var olması gerekiyor. Bilindiği gibi uzun zamandır cezaevlerinde yaptığımız tiyatroların, hangi görüşten olursa olsun bir araya toplayabiliyorsak, birbirine selam verdirebiliyorsak, sokak çocukları sahneye çıkabiliyorsa, demek ki sanat büyük bir savaşımın silahsız nöbetçisidir. Dünyadaki tüm silahlı güçlere karşı, yani barış güçleri sanatçılar ve hukukçulardır. Onlarla barışa ulaşabilir. Her yerde barış çığlığı atacak tek çığlık sanat çığlığıdır.” (İstanbul/ANF)
ÖNCEKİ HABER

GÜNCEL

SONRAKİ HABER

Keçiörenlilerin ulaşım kabusu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa