31 Mart 2008 00:00

KENTTEN GELEN

Bilindiği üzere ilimizde Temmuz 1987 tarihinde Olağanüstü Hal ilan edilmiştir. Ve OHAL resmi olarak '30.7.2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere' kaldırılmıştır.

Paylaş

Bilindiği üzere ilimizde Temmuz 1987 tarihinde Olağanüstü Hal ilan edilmiştir. Ve OHAL resmi olarak '30.7.2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere' kaldırılmıştır.
OHAL sürecinde ulusal hukuka ve uluslararası hukuka aykırı olarak 285 sayılı Olağanüstü Hal Bölge Valiliği İhdası Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile OHAL Bölge Valiliği kurulmuş ve yine en temel hukuksal normlara aykırı olarak OHAL Valisi'ne sınırsız, deyim yerindeyse 'Fatih Kanunnamesi' yetkileri (padişah yetkileri) verilmiştir.
Bu yetkilerden biri de 285 sayılı Kararname'nin 4. maddesinin h bendindeki, "Olağanüstü Hal Bölge Valisi güvenlik yönünden gerekli düzenlemeleri yapabilmek için geçici veya sürekli olarak görev alanı içinde bulunan köy, mezra, kom ve benzeri yerleşim birimlerini boşalttırabilir, yerlerini değiştirebilir, birleştirebilir ve bu maksatla gereken kamulaştırma ve diğer işlemleri resen ve ivedilikle yapabilir" yetkisidir.
Ve fakat bu yetkiye rağmen Tunceli ilinde Güneydoğu'nun bir kısım illerinde olduğu gibi köy vs. boşaltma uygulamaları '90'lı yılların ortalarında güvenlik görevlilerince fiili olarak yapılmıştır. (Bir not düşelim: Tunceli'de, büyük acıların, yıkımların yaşandığı Tunceli Kanunu,1937-38 sürecinde zorla yurtlarından edilen kişiler bile batının çeşitli vilayet ve kazalarında iskan edilmiştir. Yani aradan geçen onca zamana rağmen yerinden yurdundan etme anlayışı devam etmiş ve fakat '90'lı yıllarda yerinden yurdundan etme pratiği herhangi bir politika üretilmeksizin, ekonomik ve sosyal vs. tedbirler alınmaksızın keyfi olarak yapılmıştır.)
'90'lı yıllarda köylülerin bir kısmı ise 'güvenlik kaygıları' ile köylerini boşaltmak/terk etmek zorunda kalmışlardır.
Şöyle ki; faili meçhul(!) cinayetler… Bir kontrgerilla klasiği olarak 'hukuk dışı, keyfi ve kısa yoldan infazlar'… Ve kayıplar… 'Güvenlik kaygıları'nın temel sebeplerindendi. (Bu olaylardan sadece biri: Tunceli, Gökçek köyünde 1994 yılının Eylül ayının sonlarında Hıdır, Hatun, Elif, Yeter Işık ile Düzali, Gülizar, Dilek Serin (üç yaşında) isimli 7 kişi askeri bir operasyon sürecinde kaybolmuştur(!) Ailesinin akıbetini öğrenmek için köye giden Ali Işık'ın ise çıplak ve başı ezilmiş vaziyetteki cesedi bir süre sonra köy civarında bulunmuştur. Bu olay hâlâ dehşetini korumaktadır.)
…
Tüm bu süreç boyunca birçok insan köylerini terk etmek zorunda kalmış ve telafisi güç ağır maddi, manevi zararlara uğramıştır.
Güneydoğu'da yerinden edilenlerin sorunlarını ve alınacak tedbirleri araştırmak için kurulan 'Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Boşaltılan Yerleşim Birimleri Nedeniyle Göç Eden Yurttaşlarımızın Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Tespit Edilmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu'nun, 14 Ocak 1998 tarihli raporuna göre Tunceli ilinde 183 köy 823 mezradan tahliye edilenlerin sayısı yaklaşık 40 bin 933 kişidir. Tabii ki gerek boşaltılan/boşalan köy ve mezra sayısı ve gerek göç eden kişilerin sayısı ile malvarlıklarına ulaşamayan kişilerin sayısının daha fazla olduğu açıktır.
O süreçlerde ilgili mercilere başvuru halinde 'misilleme' ile karşılaşılabileceği yönündeki yoğun endişe, 'etkili iç hukuk' yollarının bulunmayışı vs. sebeplerle köy boşaltma pratiğinden kaynaklı hukuki-cezai sonuç alınamamıştır.
Diyarbakır ilinde de benzer durumların yaşanması sonrasında zarar görenler, direkt olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurmuşlardır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi köy yakma/boşaltma pratiği, malvarlıklarına ulaşamama olgusu sonucunda oluşan zararların tazmini açısından, Türkiye aleyhine karar verdiği ilk dava olan Akdıvar ve Diğerleri-Türkiye Davası (1 Nisan 1998-99/ 1995/ 605/ 693), Selçuk ve Asker/Türkiye Davası (24 Nisan 1998, 12/1997/796/998-999) kararlarında sorumlu hükümete, ihlali sona erdirmek ve ihlalin neden olduğu sonuçları ortadan kaldırarak, ihlalden önceki durumu yeniden sağlamak borcunu yüklediğini belirtmiştir. (Restitutioin integrum.) Eş anlatımla köy yakma/boşaltma pratiğinin doğrudan ve dolaylı sonucu olan tüm zararların karşılanması gerekliliğine karar verilmiştir. Bu zarar kalemleri içerisinde konutlar ve bunların müştemilatlarına dair zararlar, bağ, bahçe, ağaçların, tarlaların vs. tahrip olması, ürün elde edilememesi olgularını kapsayan tarımsal zararlar, hayvansal zararlar, kira zararları, ev eşyalarından vs. kaynaklanan zararlar mütalaa edilmiştir.
Sonraki süreçte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nce verilen birçok karar gereğince Türkiye, 'köy boşaltma/yakma pratiği' nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 'Özel hayatın ve aile hayatının korunması', 'Etkili başvuru hakkı', 'Mülkiyetin korunması' gibi hükümlerini ihlal ettiğinden zarar görenlere ağır tazminatlar ödemek zorunda kalmıştır.
O tarihlerde AİHM'e yapılan başvurular binlerle ifade edilmeye başlanmıştı.
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Katılım Sürecine İlişkin 2003 Yılı İlerleme Raporu'nda, 'Yerleri değiştirilmiş kişilerin durumu hâlâ hassastır. Bu kişilerin büyük bir kısmı şehirlerin civarlarında ve büyük köylerde aşırı derecede kötü koşullarda yaşamaktadırlar. Sosyal ve ekonomik sorunlar şiddetini korumaktadır, işsizlik oranı çok yüksektir' denmiştir.
Gerek Türkiye aleyhine AİHM'e yapılan başvuruların fazlalığı ve gerekse de Avrupa Konseyi'nin ülke içinde yerinden edilmiş kişilere dair yaptığı tespitler sonrasında, kamuoyunda "Zarar Tazmin Yasası" olarak bilinen yasa, 27 Temmuz 2004 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu yasanın yürürlüğe girmesinden sonra, AİHM Tunceli-Ovacık-Eğrikavak köyünden Aydın İçyer isimli şahsın yaptığı başvuruyu pilot dava olarak incelemiştir. Bu davada hükümet, 5233 sayılı Yasa kapsamında özellikle Tunceli-Hozat-Boydaş köyünden olan bir kısım şahsa yapılan ödemeleri delil olarak sunmuştur.
Netice olarak AİHM, 'tazminat yasası'nın 'mal ve mülküne ulaşamayanlar bakımından etkili bir iç hukuk yolu olduğunu' ileri sürerek başvuruyu kabul edilemez bulmuştur.
(12.01.2006, 18888/02, Aydın İçyer-Türkiye davası)
Müteakiben AİHM, yapılan tüm başvuruların "kabul edilebilir olmadığına" karar vermiştir.
Ve fakat 5233 sayılı Yasa ihlalden önceki durumu yeniden sağlamak borcunu karşılayıcı değildir. Tazminat miktarları zararları tam karşılamadığı gibi kira-hayvancılık gibi zarar kalemleri de 5233 sayılı Yasa'nın 7. maddesine rağmen karşılan(a)mamaktadır.
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Katılım Sürecine İlişkin 2004 Yılı İlerleme Raporu'nda, 'Başvuruların kabul edilmesi ve değerlendirilmesine ilişkin kriterler, kanunun kapsamının oldukça daraltılmasına yol açabilecek' tespitinde bulunulmuştur.
Sorun şu ki, halihazırda da Tunceli'de süregelen çatışma ve şiddet ortamı, Ottowa Sözleşmesi ile yasaklanan kara mayınları, serbest patlayıcılar vs. sebebiyle kişiler hâlâ malvarlıklarına ulaşmada 'güvenlik kaygıları' sebebiyle ciddi sıkıntılar yaşamaktadırlar.
Sonuç olarak, çatışma ve şiddet ortamı ortadan kalkmadıkça, bölgedeki anti-personel mayınları temizlenmedikçe, serbest patlayıcılar imha edilmedikçe, 'güvenlik kaygıları' da 'mülkiyet hakkı ihlalleri' de devam edecektir.
Çatışma ve şiddet ortamı ekonomik, sosyal, kültürel, psikolojik olarak ağır maddi-manevi zararları süreklileştirecektir.
Her koşulda, yerinden edilmiş kişilere 'ekmek'leri ve 'özgürlük'leri geri verilmelidir artık.
(*) İnsan Hakları Deneği Tunceli Temsilcisi
Av. Barış Yıldırım*
ÖNCEKİ HABER

Tunceli’de operasyonlar bitmiyor

SONRAKİ HABER

EVRENSEL’den

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...