01 Nisan 2008 00:00
GÖZLEMEVİ
Vincenzo Salvatore Carmelo Francesco Bellini (1801-1835) müzik öğrenimini Napolide Zingarellinın yanında yapmış, genç yaşta Milanoda oynayan Il Prato (Çayır) adlı operasıyla tanınmış...
Vincenzo Salvatore Carmelo Francesco Bellini (1801-1835) müzik öğrenimini Napolide Zingarellinın yanında yapmış, genç yaşta Milanoda oynayan Il Prato (Çayır) adlı operasıyla tanınmış, hemen sonrasında La Somnambula (Uyurgezer) ve Norma ile dünya çapında ünlenmiş, 1833de geldiği Pariste I Puritani (Püritenler) adlı operasını sahneye koymuş, kısa süren yaşamına rağmen romantik İtalyan operasının kurucusu olmuş, Wagner ve Verdiyi etkilemiş bir İtalyan besteci.
Bu bestecinin, librettosunu Felice Romani imzasını taşıyan, William Shakespearein Romeo ve Juliet trajedisinden esinlenerek bestelediği, 11 Mart 1830 tarihinde Venedik La Fenice Tiyatrosunda ilk kez sahnelenmiş iki perdelik trajik lirik eseri I Capuleti e I Montecchi (Kapuletler ve Montegüler), mart ayı sonunda İstanbul Devlet Opera ve Balesince sahnelenmeye başlandı.
Yeni bir Yekta Kara başarısı
Orkestra şefliğini, ünlü İtalyan Maestro Giorgio Crocinin, La Rondineden anımsayacağımız Peter Valentovic ile dönüşümlü yaptığı ve Yekta Kara tarafından sahneye konulan yapım, iki başrole de (yani hem Giuliettaya, hem de Romeoya) mezzosoprano kadın seslerinin verilmesiyle İstanbullu operaseverleri önce şaşırttı, ancak bestecinin buluğ çağındaki bir aşkı anlatması açısından eser bittiğinde kabul gördü. Öyle değil mi ama, eserde anlatılanlar haşin, kaba ve kanlı bir erkek dünyasında geçiyordu ve Giulietta, o vahşi dünyanın maçolarından birine değil; masum, kırılgan, duygulu Romeoya âşık olmuştu.
Shakespearein ünlü romantik tragedyası ile aynı içeriği paylaşan I Capuleti e I Montecchi operasını 13. yüzyıldan günümüze taşıyarak çağdaş bir anlayışla sahneye koyan Yekta Kara, oyunun ana kahramanları Romeo ile Julieti Mafianın çatışma yaratan, saldırgan dünyasına taşımış, romantik tragedyaya gerçekçi bir bakış açısı katmıştı. Giuliettanın saf, yalın, kırılgan dünyası izleyiciye fevkalade büyük bir başarıyla geçirilmişti.
Romeo and Juliet ile Romeo e Giulietta farkı
Felice Romaninin, libretto yazımı sırasında opera için Nicola Vaccai tarafından hazırlanmış olan Romeo ve Juliet öyküsünden esinlendiği, yani bu librettonun doğrudan Shakespeare kaynaklı değil, daha ziyade İtalyan temelli olduğu açıkça görülmekteydi. 13. yüzyılda Veronanın önde gelen iki ailesi Montegüler ile Kapuletler arasında süregelen ezeli ve ebedi düşmanlığı ve Romeo ile Juliet adlı iki gencin dillere destan büyük aşkını canlandıran eserde, Bellininin Romeo ve Giuliettadan bir yıl önce Parmada sahnelenen başarısız operası Zairadan on melodiyi yeniden kullandığını biliyordum. Shakespearein Romeo ve Julietinin birinci perdesi Prens Escalusun, kentte güçlükle sağladığı barışı bozacak eylemleri ağır cezalandırma kararı alışını; bir Montegü olan Romeonun arkadaşı Mercutioyla birlikte Capuletlerin verdiği bir maskeli baloya Rosalinei görmek üzere gidişlerini, ancak Romeonun orada Capuletlerin kızı olan ve Prens Parisle evlendirilmek istenen Juliet ile karşılaşmalarını anlatan bölümler yerine I Capuleti e I Montecchide Capulet ailesi bir ölüm nedeniyle suçlu buldukları Romeodan intikam almayı planlamaktaydı ve ikinci perde Giuliettanın odasında geçti. Bir korno solosundan sonra, Capuletlerin kızı Giulietta, Romeoya duyduğu özlemi Eccomi in lieta vesta Oh! Quante volte, oh! Quante romansıyla dile getirdi ve bu aryanın Adelson e Salvini operasından Nellynin Dopo livro loscuro nembo adlı romansı olduğunu İrkin Aktüzenin Müziği Okumak adlı eseri bana öğretti.
Sahne tasarımı
Yekta Kara, bu kere yabancı bir sahne tasarımcısıyla çalışmayı yeğlemiş ve bu yabancı Christian Floeren, sahneyi tasarlarken özde belirli bir biçimi değil, bir kavramı belleklere ulaştırma çabasına girişmişti. Montegülerin ve Capuletlerin arasındaki kanlı mücadeleyi simgeleyen soffittodan sarkan kıpkırmızı ışıklı halatlar; sahnenin derinliğinde üzeri açılıp kapanan podyum; yerine göre çok şey olan sağ köşedeki eli, kolu, bacağı, kafası kırık heykel yeni bir söz, yeni bir söylem biçimi yaratmıştı. Julietin uyku ilacı içtiği tabloda yatağı tülle örterek mezara çevirmesi bence ince bir düşünce işiydi. Tüm olaylar sürekli birbirine saldıran, kan döken, vahşi bir mafya ortamında geçtiğine ve iki ana karakterin aşkı da bu ortamda oluştuğuna göre, Floerenin sahneyi siyah-beyaz iki ayrı dünyaya bölmesi de doğaldı. Hiç kuşkum yok ki, Floerenin dekoru, düş gücünü zorlayan, duygu birikimlerini dışa vurabilen, dramatik yoğunluğun belirlenmesinde Yekta Karaya yardımcı olabilen bir çalışmaydı. Kısmen de olsa yenilikçiydi, işlevseldi ve yaratıcıydı. Bu arada Giulietta seni ne büyük bir tutkuyla bekliyorum aryasını söylerken arkadaki perdeye yansıyan İngilizce yazılara bir anlam veremediğimi, daha doğrusu bu yazıların hangi amaca hizmet ettiğini ya da etmek istediğini anlayamadığımı da söylemeliyim.
Giysiler ve ışık
Oyunun giysi tasarımlarını yapan Gizem Betil ise döneminden ve bugünden simgesel özellikler taşıyan kostümler yaratmıştı ve bu yaratı, yönetmenin özel yorum amacına hizmet etmekteydi. Ancaaak Elektrada Ayşegül Alevin Klytamnestranın arkasındaki ölümlerin, cinayetlerin simgesi olarak tasarladığı metrelerce uzunluktaki kıpkırmızı pelerine, aynı pelerinin Klytamnestranın öldürülme sahnesinde akan kan olarak kullanılmasına, keza Elektranın da o pelerine sarılarak ölmesine gıkım çıkmamıştı da, Giuliettanın o uzun mu uzun pelerini neydi halen kavrayabilmiş değilim.
Oyunun ışık düzenini kuran Ahmet Defneninse, sahnenin bölümlenen her alanına birbiriyle bağlantılı ışıkları çok iyi ayarlamış olması, kostüm-ışık bağlantısını mükemmel kurmasından dolayı özel olarak kutlanması gerektiği kanısındayım. Kullandığı renk filtreleri ağırlığı beyaz olan kostümleri, kostümlerin desenlerini güçlendiriyor, belirginleştiriyor. Gece efektleri de ilginç ve yerli yerinde.
Yekta Karanın reji uygulaması
Yekta Kara, opera repertuvarının seyrek sahnelenen yapıtlarının birini Türkiyede ilk kez sahneleme cesareti açısından özel alkış hak ederken; rejisinde bir yandan Romani ve Bellininin romantik konuyu trajik havaya bulayışını pek güzel kavradığını izleyiciye aktarıyor, diğer taraftan da şiirsel bir ortam geliştiriyor. Yekta Kara, yapıta derinlik ve olgunluk katmış, konuya özgü Rönesans özelliklerini kenara bırakmış. Tabloların sıralanışını ve oyun kişilerini titiz mi titiz bir simetri, denge ve uyum ile sağlamlaştırdığı da gözden kaçmıyor. Romeo ile Giuliettanın ateş artışlarını, çocuksu davranışlarını verişindeki ustalıksa, bence özel olarak alkışlanmaya değer nitelikte.
Sesler
Paul Henry Langın da dediği gibi, Bellininin müziği sadece sıradan sesler tarafından yorumlandığında değerini yitirecek nitelikte bir müzik türü. Ayrıca şarkıcıları bu ruhsal durumlara taşıyabilecek, entelektüel olarak açıklanamayan güçlü bir yön olmalı. Çünkü, Bellininin müziği mantığımıza ya da entelektüel yönümüze değil, duygularımıza sesleniyor. Zengin mi zengin bir müzik Bellininin müziği ve I Capuleti e I Montecchi önemli bir bel canto. Kenan Dağaşan, Otilya İpek, Aylin Ateş, Caner Akın ve Bülent Atak aryalarını seslerinin gücünü ön plana çıkarmadan; melodik, gösterişli, gırtlak hünerlerine dayanarak başarılı bir performans sergiliyorlar.
Hangisi bir adım önde diye sual edecek olursanız, Caner Akının sesi artık iyiden iyiye olgunlaştı. Bir kez daha yineleyeyim, Caner Akının sesinin tınısı, bende suya atılan bir taşın yaydığı halkaları çağrıştırıyor. Soprano Aylin Ateş ise esasen benim yüreğimde pamuklara sararak sakladığım bir soprano. Mükemmel ses rengi, daha bir geliştirdiği teatral yeteneğiyle bu eserde gene gözbebeğim.
Aman yanlış anlamayın, yerim kalmadı, orkestraya, dansçılara, Koro Şefi Markus Baische ve koroya değinemedim. Yoksa, eleştirmedim, kötü demedim. Baritonlar Suat Arıkanı, Zafer Erdaşı; Soprano Nesrin Gönüldağı, Tenor Ari Edirneyi vallahi dinlemeyeceğim de demedim. Böyle melodi zenginliği kaçmaz; I Capuleti e I Montecchiye iki kez daha gideceğim, izleyeceğim, dinleyeceğim; bu arada diğer Giuliettalardan Siemens Opera Yarışmasının bu yılki birincisi Özgecan Gençeri de pek bir merak ettim demek istedim Başkaca bir şey demedim.
Üstün Akmen