01 Nisan 2008 00:00

ALBATROS

Gülten Akın, Türk şiirinin en özgün, en derinlikli, en duygu yüklü ozanıdır bence.

Paylaş

Gülten Akın, Türk şiirinin en özgün, en derinlikli, en duygu yüklü ozanıdır bence. Onun şiirinde Türkiye’nin yarım yüzyıllık altüstlüğünün yansımalarını da bulursunuz, şiir diline dönüştürülmüş olarak. Hiçbir ucuz söylem, başını uzatma fırsatı tanımadan.
Gülten Akın, mermeri dantel gibi işleyen taş ustaları gibi, sözcükleri uyum içinde dizerek yan yana getirip, gerekiyorsa ayırarak, estetik bir yapı olarak yükseltir şiirini.
Gülten Akın toplumcu olsun ya da olmasın, çok farklı kesimlerden, şiiri bilerek yaşayanların bir idolü, bir tanrıçası olmuştur.
“Kestim Kara Saçlarımı”nın yayınlanmasından itibaren.
Frida Kahlo da bu şiirdeki duyguları ‘40’lı yıllarda tuvale dökmüştü, kendini elinde makasla resmederek.
Ya da kim unutabilir;
“Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya….
Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar” dizelerini?

Gülten Akın bir idol olmuştu, çünkü o, toplumsal duyargalarının açık olması yanında, insan tekilinin derin dehlizlerini de ustalıkla deşer, yansıtır.
Kadın/insan duygusallığını, kırılganlığını birebir yansıtır.
Kadın şair tanımı altında katagorize edilmekten hoşlanmaz.
Elbette bizim Emily Dickinson’umuzdur Gülten Akın.
Bizim Sapho’muzdur.
Benim için onun İlahiler’i ve 42 Gün’ü, 12 Eylül karanlığını en iyi yansıtan birer başyapıttır.
Yayıncılığımın en değerli mücevherleri sayarım onları.
Ve düzyazılarını yayınlamış olmaktan dolayı da mutluyum.
Acıyı, zulme karşı onurlu duruşu, sessiz öfke ve isyanı, sabrı sözcüklerde damıtarak ulaştırır sizlere.
Anna Achmatova’nın “Requem”indeki tadı yakalamıştım ben, İlahiler’in daktilo metinlerini ilk okuduğumda.
Bu yapıtlar Oratorio olmalıydı, koro yapıtlarına dönüşmeliydi.
Ah, belleğini yitirmiş ülkem benim.
Nasıl da yanlarına kâr kaldı, 12 Eylül karanlığının zulmü.
***
Erdal Öz’ün Ankara’daki Sergi Kitabevi başkentin en önemli entelektüel soluklanma yeri idi.
Biz de soluklanırdık, İstanbul’dan geldiğimizde.
Ankara Ankara iken, bir zamanlar…
Gülten Akın ile aynı kuşağın çocukları idiler.
Şimdi Erdal’ın ödülü Gülten Akın’da.
Hüzünlü de olsa güzel.

***
Recai Ünal’ı en son ‘80 Eylül başlarında Ada’da gördüm. Demokrat gazetesi toplumsal olaylar muhabiri idi.
Ben yüzerken oğlum Deniz’i elinden tutmuş bana bakıyorlardı, yukarıda çamların arasından, Dilburnu’nda. En son aklımda kalan görüntüsü. Ertesi gün akşam 5 sularında, Demokrat gazetesinden ayrılıp Karagümrük’teki evine gitti. Faşistler tarafından kaçırıldı, boğulup bir küvete atıldı.
Katilleri aramızda ellerini kollarını sallayarak geziyorlar.
Gülten Akın onun için “Tükenmiş Çareleri” adlı bir şiir yazdı:

“Bunalıyorlar
Bilim onlardan uzak
Zulmü yönetimlerine başat kılıyorlar
Akrep tutuyorlar, çiyan besliyorlar
Başlarını ölüm yastığına yaslıyorlar
Tükenmiş çareleri.

Bakmayın görkemli duruşlarına
Kendi ökselerine tutuklu
Kendi yargılarına hükümlüdürler
Sınıf birincisiyken
Bölme işlemlerinde
Tutsak olduklarını görerek
Parçalanıyorlar
Tükenmiş çareleri

İçinden içinden çürümüş
Bir dal suretinde salınıyorlar
Duldaları yok gölgeleri yok
Oturdukları satrançta çoktan
Mat olduklarını biliyorlar
O yüzden
Şahı elden çıkarışları
Tükenmiş çareleri

Kurallar koyuyor çiğniyorlar
Yasalar koyuyor çiğniyorlar
Bitmez bir tahterevalliye duruyorlar
Tükenmiş çareleri

İnce yüzlerinizdeki ışığı
Söndüre söndüre
Dal bedenlerinizi öldüre öldüre
Besleniyorlar
Tükenmiş çareleri

Oysa
Akan bir ırmağı kim durdurabilir?..”
Ragıp Zarakolu
ÖNCEKİ HABER

Meydanlar emekçinin!

SONRAKİ HABER

5 ölü, 150 yaralı ve 1000 gözaltı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...