02 Nisan 2008 00:00
UFUK
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının AKPnin kapatılması talebiyle sunduğu iddianamenin, Anayasa Mahkemesi tarafından firesiz kabulü, önümüzdeki haftaların en önemli siyasi gündemlerinden birini şimdiden belirlemiş oldu.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının AKPnin kapatılması talebiyle sunduğu iddianamenin, Anayasa Mahkemesi tarafından firesiz kabulü, önümüzdeki haftaların en önemli siyasi gündemlerinden birini şimdiden belirlemiş oldu.
Bugüne gelinen sürecin, Cumhuriyete atılan bombalarla ve Danıştay saldırısıyla başladığını söyleyebiliriz. AKPnin temsil ettiği politikalar ve başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, AKP kurmaylarının belli söylem ve icraatlarının, devletin kurucu ilkelerini temsil ettiğini düşünen kurum ve güçleri uzunca bir süredir hareketlendirdiği biliniyor. Yargıtay eski Başsavcısı Sabih Kanadoğlunun Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde gündeme getirdiği 367 icadının nasıl bir zemine oturduğu şimdi belki birçokları açısından daha iyi anlaşılacaktır.
Anayasa Mahkemesinin hükümet ile ilgili kısmını firesiz kabul ettiği iddianame, dünden itibaren hakim medya tarafından daha ciddiye alınarak incelenmeye başlandı. İlk gündeme geldiğinde bu iddianameye doldurma bir iddianame gözüyle bakanların, azımsanmayacak bir kısmı muhtemelen birkaç güne kadar, Başbakan da, laiklik konusunda endişe uyandıracak neler söylemiş! Bu laflar, yenir yutulur şeyler değil. Alt alta koyunca, insanı bunların gizli bir gündemi var diye düşündürtüyor demeye başlayacaklardır.
Gerçekten de laiklik konusunda endişe uyandıracak pek çok şey Başbakan Erdoğan ve diğer AKPliler tarafından dillendirilmiştir. Bugüne kadar ya hükümet baskısından ötürü ya da hükümetle girdiği çıkar ortaklığının sonucu olarak Erdoğanın ya da diğer AKP kurmaylarının bu türden söylemlerini tolere edilebilir bulan gazete ve televizyonlar, bugün başka bir gözle bakarak, AKPnin söylem ve icraatlarındaki sakıncaları keşfetmeye başlayabilirler. Bu muhtemeldir ve zaten ilk işaretlerini televizyonların önceki günkü yayınlarında ve gazetelerin dünkü baskılarında görmeye başladık.
Diğer taraftan başka bir gözle bakılarak da şu söylenebilir: Başbakanın bile konuşamadığı, konuştukları not edilerek, partisini kapatmak için önüne konulduğu bir ülkede kim özgür olabilir ki?
Olayın uluslararası bağlantıları yorumlanırken de ilk bakışta şu iki düşünce akıllara gelecektir. AKPnin, ABD ile ilişkilerini büyük ölçüde düzelttiği ve Bush yönetiminin sağlam desteğini aldığı bir dönemde, bu kapatma ABD açısından pek hoş karşılanmayacaktır. Ve ABD, AB, İngiltere gibi çeşitli merkezlerden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının Anayasa Mahkemesine yaptığı başvurunun ardından gelen tepkiler de bu tezi güçlendirecek veriler olarak öne sürülebilir.
İkinci görüş olarak ise ABnin, AKP Hükümetine yönelik olarak, Son 3 yıldır, demokratikleşme reformlarını askıya aldınız, sadece türbanla uğraştınız yollu uyarıları hatırlatılabilir. Bu görüşün sahipleri, ABDnin de İrana karşı kullanabileceği bir hükümetin İslamcılık konusunda endişe uyandıran tutumlar içinde olmamasını isteyeceğini ileri sürebilir. Dolayısıyla bu görüşün sahipleri de AB ve ABD açısından önemli olanın, Türkiyenin ABDnin Ortadoğu ekseni ve ABnin hedeflerinden uzaklaşmaması olduğunu öne sürebilirler.
Kendi içinde bir tutarlılığa sahip olan bu iki tez de ilk bakışta birbirine tezat gibi görünecektir. Bu çelişki, ilk bakışta, gelişmeleri farklı politik perspektiflerle okuma tutumundan kaynaklı bir çelişki gibi görünse de aslında AB ve ABDnin tek bir politikalarının olmadığı gerçeği de bu çelişki gibi görünen durumu koşullamaktadır. Bu durum, ekonomik istikrarın bozulacağı kaygısıyla uzlaşma turları yapan TÜSİAD için de geçerlidir.
AKPye karşı harekete geçen güçlerin, Türkiyenin ABD ekseni ve AB hedefinden uzaklaştırmak gibi bir hedefleri olmadığı da dikkate alındığında, ABD ve ABnin kendi çıkarlarını Türkiyede gelişecek yeni duruma adapte etmekte gecikmeyecekleri kolaylıkla söylenebilir.
Ancak önemli olan, Türkiyenin düşük yoğunluklu ve işbirlikçi karakterli bu demokrasi modelinden bir an önce kurtulabilmeyi başarması gerektiği gerçeğidir.
AKPnin bugüne kadar demokrasi konusunda sergilediği kendine Müslüman tavırların, tutarlı bir demokratlık açısından parti kapatmaya ilkesel olarak karşı çıkanları dahi düşünmeye iteceği açıktır. Ayrıca, bugüne kadar AKPnin politikalarından mağdur olanların, AKPye özel bir özgürlüğün peşine düşmek yerine, demokratik bir anayasa, demokratik bir Türkiye talebi ekseninde bütün partilerin kapatılmasına karşı çıkmayı tercih etmelerinden daha doğal bir şey olamaz.
Fatih Polat