04 Nisan 2008 00:00
LİMAN ARKASI
Recepi iki gün önce telefonla arayıp, Büyük Madenci Grevinin belgesel filmini hazırladığımızı, bu konuya ilişkin söyleyecekleri varsa, kendisini ziyaret edeceğimizi söyledim. Gelin, mutlaka gelin, başımın gözümün üstünde yeriniz var. Hem bir az laflar, özlem giderir, şakalaşırız dedi
Recepi iki gün önce telefonla arayıp, Büyük Madenci Grevinin belgesel filmini hazırladığımızı, bu konuya ilişkin söyleyecekleri varsa, kendisini ziyaret edeceğimizi söyledim. Gelin, mutlaka gelin, başımın gözümün üstünde yeriniz var. Hem bir az laflar, özlem giderir, şakalaşırız dedi.
Recep, Çaycumaya bağlı Perşembe beldesinin Sandallar Köyünün Kadirefendioğlu Mahallesinde ikamet ediyor. 15 yıl kazmacı olarak çalışıp rahatsızlandıktan sonra, 10 yıl da ocak ambar işçiliği yapıp, 2002de Asma ocağından resen emekli oldu. Emeklilik tazminatı ile evinin altında bakkaliye ve kahvehane açan Recep, bizi kahvehanesinin kapısında karşıladı. Sıkı bir tokalaşma ve sarılıp en içten hasretlik ifadelerimizden sonra içeriye davet etti. Öğle namazı vakti olduğu için kahvehanenin boş olduğunu, camiden dağılanlardan söyleşimize katılmak isteyenlerin olabileceğini söyledi. Taze çaylarımızı yudumlamaya başlamıştık, heyecanla kitap rafındaki tek kitabı alıp, ortasından okumaya başladı;
Bacaağzında oturmuş elinde tuttuğu baretini tespih çeker gibi çeviriyordu Recep,
- Ne oluyor Recep, dalmışsın! Dolu arabaların mı tumba oldu?
- Arabalar tumba olsa çare bulunur. Benim hane tumba oldu. Çocukların ikisi de kurada kazanamadı. Bir daha iş fırsatı ne zaman olur, Allah bilir!
Meslek lisesi mezunu, askerliğini yapmış iki oğlunun TTKya alınacak 4012 işçi arasında olmamasına çok üzülüyordu Recep. Hiç olmazsa bir tanesi işe girebilseydi! Üçüncü oğlu da askerliğini bitirip eve döndüğünde bir maaşla onlara nasıl bakacaktı! Bu çocukların geleceği ne olacaktı? Evlenmek, ayrı ev açmak, yeni bir işe atılmak, gurbete gitmek... Ya bir de resen emekli olursa! Recep, bütün bunları karamsarlık içinde anlattı...
Recep, bütün bunları sekiz yıl önce imzalayıp hediye ettiğim Madenkeş Aileler adlı kitabımdan okuyordu. Kitabın kapağını kapatıp, çayından bir yudum içti;
- Bu yazılanlar aynen devam ediyor, dedi.
- Biliyorum. Üzgünüm ama nedenini bilmezsek de olmaz. Belki, bu söyleşimizden ip uçlarını yakalayabiliriz, dedim.
Recep, üç oğlunu da evlendirmişti. Her birinden birer torunu olmuştu. Hazırladığımız belgeselde dede, baba, torun madencileri bir araya getirip söyleşi yapmak istediğimizi söylediğimizde kahkahayı bastı;
- Madenkeşlik mi kaldı ki bu dediğin soyağacının dalı olalım! Benim babam 65e varmadan rahmetli oldu, ben 50yi yeni devirdim, şöyle böyle idare ediyorum. Üç oğlumdan, aha büyük oğlum Özlem burada çay ocağını işletiyor, işsiz. İki oğlum da Nebioğlunda ufak çaplı dükkan işleri ile uğraşıyor. Sizin işiniz zor. Camiye gidenlerin içinde de yok böyle madenkeş, dedi.
Yine de bir konu buluruz diye, camiden çıkanları bekledik. Gelenlerin içinden Hasanla tanıştırdı Recep bizi;
- Aha, size asıl konuşacak adam bu, dedi.
Hasan şapkasının tereğini biraz kaldırdı, başladı konuşmaya;
- Bu aradığınız şekilde bir madenci ailesi bulamazsınız. O eskidendi. Ben de babam gibi madende çalışıp emekli oldum. Ama torun, torba işsiz. Şöyle hesaplayalım: Babamın zamanında bizim köyden 60 kişi ocağa giderdi. Benim zamanımda 30a düştü. Şimdi ise 11 madenci var. Onların çoğunluğu da özel ocakta kuru ekmeğe çalışıyor.
Bu konuşması üzerine Büyük Grevle ilgili bir soru yönelttim Hasana;
- İşin buraya varacağını, çoluk çocuğunun işsiz kalacağını bilseydin, Deller Köprüsünde kurulan barikatı aşar mıydın?
- Elbette aşardım. Ölüm pahasına da olsa, vallahi billahi de aşardım.
Fahri Bozbaş