04 Nisan 2008 00:00

DURUM

Kapatma davasına karşı şu sıralar AKP’ye akıl verenler çok. Kimisi AB yönündeki “reformların” hızlandırılmasını istiyor, kimisi parti kapatmaya yönelik değişikliklerin hemen gündeme getirilmesini istiyor.

Paylaş

Kapatma davasına karşı şu sıralar AKP’ye akıl verenler çok. Kimisi AB yönündeki “reformların” hızlandırılmasını istiyor, kimisi parti kapatmaya yönelik değişikliklerin hemen gündeme getirilmesini istiyor. Bu arada ekonominin gidişatından endişe duyanlar, kapatma davasının ekonomik “reformları” yapmaya engel olmadığını, SSGSS örneğinde olduğu gibi, bu sürecin hızlandırılmasını istiyor. Laikçi cephe ise mevcut egemen hukuku ve sistemi değiştirecek hiçbir adım atılmamasını isterken, ekonomik saldırı yasaları konusunda sessiz kalmayı tercih ediyor. Kapatma söz konusu olduğunda “etik olmayan” yasal düzenlemeler, işçi ve emekçi halkın haklarının gasp edilmesi, geriye götürülmesi söz konusu olunca yasal ve etik oluyor!
Başbakan Erdoğan’ın İsveç’ten verdiği (301 vb.) mesajlar, AB’nin üst düzey yetkililerinin Türkiye’ye gelecek (Rehn, Barosso) olmaları, AB ile ilgili bazı düzenlemelerin gündeme gelebileceği ihtimalini gündeme getiriyor. Gelişmelerin bu yönde ilerlemesi ihtimali kuşkusuz yok değil. Ancak karşı karşıya gelmiş cephelerin karşılıklı olarak birbirlerine karşı atacakları adımları hesapladıkları görülüyor ve durumun yakın zamanda “sükunete” erebileceğini gösteren herhangi bir belirti bulunmuyor. Burada AB’nin desteği ve AB yönünde yapılan “reformlar”, ülkedeki demokrasi sorununu çözebilir mi, sorusu kuşkusuz akıllara geliyor.
Aslında demokrasi söz konusu olduğunda bu sorunun yanıtı verilmiş durumda. Örneğin ülkenin en önemli sorunu Kürt sorunu ve bu konuda AB, Türkiye’yi yönetenlerin bugüne kadar yaptıklarını yeterli buldu. Yani bu konuda AB’nin itirazlarını ortadan kaldırmak için göstermelik birkaç adım atmak yeterli kabul edildi. AB ile ilgili ve AB’nin istediği kadar “demokratik reform” yapmanın ülkenin demokrasi sorunlarını çözmeye yeterli olmadığı açıkça görüldü. Örneğin dün siyasi partiler yasası ve yargı sistemi tartışılmıyordu, bugün tartışılıyor. Bunun gibi daha onlarca örnek verilebilir. Yırtılan yerlere sürekli yama yapılıyor, mevcut durumun devam etmesi sağlanmak isteniyor.
Ancak yaşanarak görüldüğü gibi bütün bu konularda atılan ve atılması istenen adımlar, halkın demokratik hak ve isteklerini köklü bir biçimde karşılamaktan uzak kaldı, ülkede demokrasi sorunu çözülmemiş bir sorun olarak ortada kaldı. Bugün merkezinde devletin geleneksel üst yönetim organlarının ve generallerin durduğu laikçi cephe ile dini politik bir araç olarak kullanmakta marifetli AKP Hükümeti arasındaki mücadeleden demokrasi çıkmayacağı, çünkü karşı karşıya gelen bu güçlerin demokrasiyi kurmak gibi bir dertlerinin olmadığı iyice görülmüş durumda. Ama bu durumun böyle olması, çatışan güçlerin iradesinden ve yapmak istediklerinden farklı gelişmelerin ve yolların önünü de zorunlu olarak açıyor.
Sorunu biraz açacak olursak, bu gerici cepheleşme ve çatışma, kaçınılmaz olarak demokrasi istemini ve demokrasi güçlerini tahrik eden ve harekete geçiren bir özellik de taşıyor. Karşılıklı olarak attıkları her adım, beraberinde daha gerici bir uygulamayı da getiriyor. ‘Parti kapatma zorlaştırılsın’ deniyor, ama örneğin DTP’nin kapatılmasına yeşil ışık yakılıyor. ‘Hukuka ve yargıya saygı’ isteniyor, ama hukuk ve yargı adamları ya “brifingleniyor”, atılıyor, ya da hükümetin yolunu izlesin isteniyor. Geniş halk kitleleri demokrasi talebinde bulunuyor ve devlet ve hükümeti elinde tutanlar, her yol ve yöntemi kullanarak bu talebi bastırmaya çalışıyor. Sokak ortasında kol kırılıyor, operasyonlar şiddetleniyor, emekçilere caddelerde, meydanlarda meydan dayağı atılıyor. Bu yöntemler bile, bugün karşı karşıya gelmiş güçlerin birbirlerine karşı kullandıkları “mücadele taktikleri” oluyor.
Ama bütün bu gelişmelerin kanıtladığı temel bir gerçek var ve bu gerçek, her gün daha belirgin hale geliyor. Bu gerçek şudur; bugün alanlara, sokaklara çıkan, SSGSS Yasası dahil sosyal ve ekonomik saldırıları püskürtmeye çalışan işçi ve emekçi yığınları, sadece ekonomik ve sosyal hakların değil demokrasi mücadelesinin de temel dinamikleri durumundadırlar, öyle olmak zorundadırlar. Ekonomik ve sosyal hakların savunulması, sermaye ve hükümetin saldırılarının püskürtülmesi ile demokratik hak ve özgürlüklerin elde edilmesi mücadelesi arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır.
Sokağa çıkan emekçinin önüne kurulan polis barikatları, yolların kesilmesi, başlara inen coplar, sıkılan kurşunlar, ülkede demokrasi sorununun olduğunun açık kanıtları durumundadır. Bu ülkede Ergenekon’ların, derin devletin, kontrgerillanın açığa çıkarılması ve dağıtılmasının, bütün bunların gerici güçlerin iktidar mücadelesinin aracı yapılmasının, işçi ve emekçilerin aleyhine yeni karanlık yapıların oluşturulması çabalarına dolgu maddesi yapılmasının, yığınlar açısından kabul edilebilecek bir yönü bulunmamaktadır. Yaşanan her olay ve gelişme; ekonomik ve sosyal haklar için verilen mücadelenin politik alana, demokrasi ve bağımsızlık mücadelesine doğru genişlemesinin zorunlu olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Ahmet Yaşaroğlu
ÖNCEKİ HABER

Kadıköy’de affetmiyor

SONRAKİ HABER

Kürt gazeteciler gününe doğru...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa