06 Nisan 2008 00:00

‘bu kapıdan ölüm giremez!’

Derler ki Bergama’daki ünlü sağlık merkezi Asklepion’un kapısında “Buradan Ölüm Giremez” diye yazılıymış. Bence bir sağlık merkezi için güzel bir slogan. Ancak uzmanlar da bu sözü değişik biçimlerde yorumlar...

Paylaş

Derler ki Bergama’daki ünlü sağlık merkezi Asklepion’un kapısında “Buradan Ölüm Giremez” diye yazılıymış. Bence bir sağlık merkezi için güzel bir slogan. Ancak uzmanlar da bu sözü değişik biçimlerde yorumlar: “Bu söz gelen hastalara iyi olacağı inancını verir”, “merkeze, 820 metrelik sütunlu bir yolla ulaşılıyor, o yüzden ağır hasta, bu yolu aşamayıp, çoğunlukla ölüyor, çünkü hastanın bu yolda yalnız yürümesi gerekli vb.
(Bergama’nın 25 kilometre kadar doğusundaki antik Allianoi şifa merkezi, yapılmakta olan barajın suları altında kalmaya hüküm giydiğinden Türkiye’deki öteki şifa merkezlerinden söz etmeye tövbeliydim ama Hayat eki çalışanlarını kıramadım.)
Bergama’yı antik çağın en önemli merkezlerinden biri durumuna getiren sağlık merkezlerinden biridir Asklepion. Bu ad, sağlık tanrısı Asklepios adına yapılmış tedavi merkezi anlamına gelir. Söylenceye göre, Asklepios gelecekle ilgili kehanetlerde bulunan, müziğin, güzel sanatların ve şiirin tanrısı Apollon’un oğludur. Yarı tanrı yarı insandır. Zeus’un da torunu olan Asklepios, oğlu hekimliği Khrion adlı bir bilginden öğrenir. Khrion, belden yukarısı insan, aşağı kısmı ve bacakları at olan yaratıklardandır (kentauros). Öykünün bundan sonrası pek gönlüme göre değil, Lokman söylencesini anımsatan bir yanı var. Asklepios ölmesi gereken hastaları bile iyileştirmeye başlar. Ölümleri engellemesi ölüm diyarının tanrısı Hades’i kızdırır. Asklepios’u baş tanrı Zeus’a şikayet eder. Asklepios, Zeus’un cezalandırdığı birini de diriltince Zeus yıldırımını yollayarak emirlerine karşı çıkan torunu Asklepios’u öldürür.
Asklepios ölür ama onun adına yapılan “asklepionlar” insanları iyi etmeyi sürdürür. Bu sağlık merkezlerinde inanç önemliymiş, bu yüzden telkin ve meditasyonlar uygulanıyor, görülen rüyalar yorumlanıyormuş. Ayrıca şifalı kutsal sular, güneş ve çamur banyoları, yararlı otlardan yapılan ilaçlar da kullanılıyormuş. Uzmanlar bu sağaltmalarda su ve müziğin, tören ve dramaların önemli payı olduğunu söyler. Merkezdeki dehlizlerde su sesi ve müzik dinletiliyormuş.
Her ne kadar modern tıbbın Hippokrat’tan sonraki en önemli öncüsü, eczacılığın piri sayılan Galenos (kuralı ‘her şeyden önce zarar verme!’) da bu yöredense de biz uzmanların hemşehriliğinden uzaklaşıp, su ve müzik tedavisi üstünde duralım. Su sesi ve müzikle ruhsal hastalıkların tedavi edildiği Selçuk şifahanelerinden en ünlülerinden biri Amasya’dadır. Edirne’de benzer bir tedavi merkezi yaptıran II. Beyazıt’ın şehzadeliğinde tanıdığı bu merkezi örnek aldığı söylenebilir. Her makamın iyi geldiği ruhsal ve bedensel hastalıklar saptanmışsa da bugün de bu konuyu bilimsel olarak araştıran merkezler vardır.
Su bu merkezlerde sesiyle tedavi ögesi olarak kullanılmaktadır ama, suyun şifa öğesi oluşu yalnız sesinin tınısında değildir. İçerdiği olağanüstü maddelerle sağlık kaynağı sular fışkırır Anadolu’nun dört bir yanından. İstediğini iç, istediğinle yıkan.

Kaplıca, ılıca, içme
Bana öyle geliyor ki, hangi şehirde olursanız olun, şehrin eskilerine, “Buralarda hastalıklara iyi gelen kaplıca, ılıca ya da içme var mı?” dediğinizde olumsuz yanıt almanız olanaksız. O şehirde yoksa yakınında bir yerlerde mutlaka güzel bir kaynak vardır. Gerçi siz daha çok Yalova ile Bursa’yı duymuşsunuzdur, Çeşme’dekilerin bir bölümü turistik tesis yapıldı, Armutlu ve Bigadiç’dekilerin de bir bölümü devre mülke dönüştü ama yine de sayısı az değil bu tür yerlerin. Gelişi güzel şöyle bir sıralayalım mı:
ADANA: Kurttepe İçmesi, Acıdere İçmesi, Tahtalıköy Kükürtlü Kaynağı (Ceyhan), Ali Hocalı İçmesi ,Ilıca İçmesi (Kozan ), ADAPAZARI: Kuzuluk Kaplıcaları, AFYON: Gazlı Göl, Sandıklı, Hüdai, Ömer, Heybeli (Kızılkirse) Kaplıcaları , AĞRI: Diyadin Kaplıcaları, Dambat Çermiği ve Maden Suyu; AKSARAY: Ziga Kaplıcaları; ALANYA Kaş İçmeleri, Demre İçmeleri ,Sarısu İçmesi, ANKARA: Kızılcahamam, Haymana ve Beypazarı Kaplıcaları, Ayaş İçmesi ve Kaplıcası Beypazarı-Dutlu-Tahtalı Kaplıca ve İçmeleri,Karakoca Maden Suyu, Kapullu Kaplıcası ;AMASYA:Terziköy Kaplıcası, Gözlek Kaplıcası; ARTVİN: Ciskara Maden Suyu (Merkez), Otingo Kaplıcası (Borçka), Zeytinlik Kaplıcası (Merkez) Ilıca köyü Kaplıcası (Şavşat),Güngörmez Suyu (Yusufeli), AYDIN: Kuşadası, Davutlar, Ortakçı, Alangülü, Kızıldere Kaplıcaları; BALIKESİR: Gönen ve Kepekler Kaplıcaları,BİNGÖL: Kös Kaplıcası;BİTLİS:Güroymak, Nemrut Dağı, Alemdar, Köprüaltı Değirmen Kaplıcaları, Yılandirilten Madensuyu;BOLU: Termal Kaplıcaları;BURSA: Armutlu, Oylat, Vakıfbahçe Kaplıcaları ve Çekirge’deki kaplıcalar; ÇORUM: (Mecitözü) Beke;DENİZLİ: Pamukkale’deki kaplıcalar;DİYARBAKIR: Çermik’teki kaplıcalar;ELAZIĞ: Golan Kaplıcaları; ERZİNCAN Ekşisu Madensuyu, ERZURUM: Hasankale Pasinler’deki kaplıcalar, İSTANBUL: Tuzla’daki kaplıca; İZMİR: Balçova ve Çeşme’deki kaplıcalar; KAYSERİ: Bayramhacı Kaplıcaları; KIRŞEHİR: Terme Kaplıcaları; KONYA: Ilgın Kaplıcaları; KÜTAHYA: Simav, Gediz ve Yoncalı kaplıcaları; MANİSA: Salihli, Kurşunlu kaplıcaları; MARDİN: Germiob kaplıcaları;NEVŞEHİR: Kozaklı kaplıcaları;NİĞDE: Çiftehan ve Ziga Çelikli kaynak kaplıcaları; ORDU: Ilıcalar; OSMANİYE: Erzin, Haruniye; RİZE: Çamlıhemşin kaplıcaları; SAMSUN: Havza’daki kaplıcalar; SİVAS: Kangal, Balıklı, Çermik kaplıcaları; SİİRT: Garnave ve Hesta Kaplıcaları;TUNCELİ: Bağın (Dedebağ),Anafatma Kaplıcaları;YALOVA: Termal kaplıcaları;YOZGAT: Boğazlıyan kaplıcaları ,ZONGULDAK :Kozlu Kaplıcaları.
Bu listede benim dalgınlığım yüzünden yer almayan başka içmeceler, ılıca ve kaplıcalar da vardır kuşkusuz. Eskişehir’deki sıcak suların kaplıca özelliği taşıdığını doğduğum yerle övünüyor sanmayın diye eklemedim. Bitlis’in Yılandirilten maden suyunu merak ederim. Ama en ilginç doğa olayı bence Artvin’dedir; Yusufeli ilçesindeki Güngörmez Dağları’nda bulunan Güngörmez Kaplıcası’nın suyunun akşam karanlığında akmaya başladığı ve gün açıldığında suyun kesildiği söyleniyor. Görmedim, duydum. Açıklamasını da merak ediyorum.

Kral kızı, şah oğlu
Şifalı sular ve çamurlar için birbirine benzeyen öyküler, söylenceler anlatılır. Afyon Gazlıköy Kaplıcası için de derler ki, “Kral Midas’ın dünyalar güzeli bir kızı olmuş. Kral’ın kızı; genç kızlığa adım attığı yıllarda bir illete yakalanmış. Vücudunda çıbanlar çıkmış. Bu çıbanları hiçbir hekim iyileştiremeyince güzel kız yollara düşmüş. Kralın toprakları içindeki Afyon yakınlarına kadar gelmiş. Tam yaz aylarında olduğu için çok susamış. Gazlıgöl Kaplıcasının bulunduğu yerlerde yeşilliklerle çevrili bir su görmüş. Susuzluktan kavrulan kızcağız, çevresindeki bataklığa aldırmadan koşmuş suya. Eğilerek o sudan kana kana içmiş. Suyun değdiği yerlerdeki yaralarının acısının kesildiğini duymuş sanki, atmış kendini suyun içine. Ağrıları yavaşlamış. Sudan çıkınca da günlerdir ilk kez derin bir uykuya dalmış. O suyun yanında bir hafta kalmış. Bir hafta sonra çıbanları, yaraları bütünüyle geçmiş. Sonra saraya dönmüş. Kızını merak edip gece gündüz yas tutan Kral Midas, kızının bu iyileşmiş halini görünce çok sevinmiş. Kızına “Seni hangi hekim iyileştirdi, söyle hekimbaşı yapayım?” demiş. Kız da “Beni hekim değil, ülkende çıkan sıcak su iyileştirdi, baba” diye cevap vermiş. Bunun üzerine Kral, “Tez oraya bir hamam yapılsın, gelen geçen dertliye derman dağıtsın” diye ferman vermiş. “Bu öykü kaplıcanın Frigyalılar zamanından beri kullanıldığı sanısına da dayanır. Benzeri öykülerden biri de Diyarbakır’da Çermik için anlatılır... Kırşehir yakınlarındaki Selçuklu döneminden kalma Karakurt Kaplıcasının söylencesindeyse çaresiz dertlere düşen Şah oğlu, kurtlar kuşlar parçalasın diye bataklık yanına atılmıştır. Ona bir hasta kara kurtun bataklığa girip iyileşmesi yol gösterir. Yine söylendiğine göre Fatih Sultan Mehmet, Karamanoğulları seferine çıkarken yol üzerinde Gazlıgöl’e uğramış ve burayı imar ettirmiştir. Gazlıgöl kaplıcasından, içme ve banyo olarak yararlanılmakta, metabolizmayı düzenlemekte kullanılmaktadır. Belki de gut dahil kimi hastalıkları olan II. Mehmet buradan yararlanmış, rahatlamıştı.

Aman dikkat!
Kaplıcalar, ılıcalar, içmeceler sağlık için önemlidir ama siz siz olun, doktora danışmadan, kendi başınıza kaplıca seçip, böyle bir tedaviye girişmeyin. Bir doktorla, gideceğiniz kaplıcanın sıcaklık özelliği, suyundaki mineralleri falan konuşun. Ne yazık yurdumuzdaki kaplıcalar ya lüks, ya bakımsız ya da günlük yararlanılacak hamamlar durumunda. İkisinin ortası pek yok. Siz gittiğiniz yerde rast gele birine masaj vb yaptırmayın.
Kaplıcalarda kullanılan her türlü havlu, peştamal gibi malzemeler klorla dezenfekte edilmeli, kaynar suda yıkanmalı, ütülenmeli. Kendi eşyanızı kullanın. Kaplıca havuzlarının boşaltma ve drenaj güvenliğine, emici boru sisteminin güvenlik ızgaralarının bulunup bulunmadığına dikkat edin. Kaplıca sularındaki kimyasal denge/dengesizlik sonucu meydana gelebilecek bulanıklık derin olmayan havuzlarda bile boğulma riskini arttırabilir, çocukları ve yüzme bilmeyenleri güvenceye alın.
Kaplıca sularına gireceklerin daha önce banyo yapması veya duş alması gerekir. Bu kuralı (olabildiğince) uygulayın/uygulatın...

Öksürük şurubu!
Geçenlerde İngiltere’de çocuklara ters etki yapan öksürük şurupları yüzünden, bitkisel ilaçlara geri dönüşle ilgili bir yazı yayımlanmıştı. Uzmanlar, tarih boyunca hastalıkların iyileştirilmesinde hep şifalı bitkilerin kullanıldığını ve bu dönemlerde yaşayanların günümüz insanlarından daha uzun ömürlü olduğunu söylüyor. Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı aynı zamanda Tıbbi ve Aromatik Bitki ve İlaç Araştırma Merkezi’nin de müdürü olan Prof. Dr. Kemal Hüsnü Can Başer de bitkisel ilaçlardan yana... “Çünkü her evde ıhlamur, karanfil, papatya, tarçın ve nane bulunuyor. Bir nane-limon kültürü var. Naneyi tabletin içine koyduğunuzda ilaç oluyor da kaynatıp içildiğinde ilaç olmuyor mu? Ev ilaçları daha doğrusu ‘halk ilaçları’ bunlar” diyor. Türkiye’nin bir bitki ve biyolojik çeşitlilik cenneti olduğunu, florasında 10 bin 500’ün üzerinde bitki çeşidinin varlığının belirlendiğini, bu sayının Avrupa’nın tamamında 12 bin olduğunu söylüyor.
Bir de otlarla ilgili tedavilerde akla ‘kocakarı ilacını’ deyiminin gelişi var. Bu konuya girersek, bir zamanlar tedavinin kadınların işi olduğunu, bu işe erkeklerin el koyuşuyla otlarla tedavilerin aşağılanışını, “kocakarı” işi sayılışı, kadınlara tedavinin yasaklanışı vb anlatmak gerekir. Bu da (tarihsel olarak doğru olsa da) epey feminist bir davranış sayılır. Neyse kısa keselim de çay olarak, hatminin (yaprak,ve çiçeklerinin) göğüs yumuşatmada, adaçayının ve papatyanın mide ve bağırsak gazlarını gidermede, bulantı kesmede, boğaz, bademcik, dişeti iltihaplarında, ıhlamurun griple soğuk algınlığında, nanenin şişkinliklerde, mide, bağırsak ve safra kesesi rahatsızlıklarında, kuşburnunun, meyankökünün, zencefilin soğuk algınlıklarında korkusuzca kullanılabileceğini ekleyelim.
Sosyal güvensizlik yasası yürürlüğe girdiğinde öte yanını zaten kendiliğinizden araştıracaksınız.
Sennur Sezer
ÖNCEKİ HABER

akp demokrasi oyununa
geri dönecek

SONRAKİ HABER

hastane bahçesi oteli!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...