06 Nisan 2008 00:00

akp demokrasi oyununa
geri dönecek

Kapatma davası ve Ergenekon soruşturmasıyla Türkiye siyasi gündemini Yrd. Doç. Dr. Zeynep Çağlayan Gambetti ile konuştuk.

Paylaş

yrd. doç. dr. zeynep gambetti
Kapatma davası ve Ergenekon soruşturmasıyla yeniden sertleşen Türkiye siyasi gündemini Boğaziçi Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Zeynep Çağlayan Gambetti ile konuştuk. Egemen güçler arasındaki çatışmaların ve ürettiği gerici politikaların ancak sınıf müdahalesi ile engellenebileceğini belirten Gambetti’ye göre, AKP 22 Temmuz sonrası terk ettiği demokrasi oyununa geri dönecek.

Türban, anayasa değişikliği, YÖK, Sınır ötesi operasyon, AKP’ye kapatma davası açılması, Ergenekon… gündem değişiyor gibi sunuluyor ancak gerçekten öyle mi? Öncesi bir yana, cumhuriyet mitingleri e- muhtıra vs.’den beri aslında aynı sorunların farklı tezahürleri değil midir yaşanılan?
Süreklilik her açıdan geçerli mi, ondan çok emin değilim. ‘80 sonrasında bir kırılma yaşandı. Özellikle işçi sınıfının ve sol partilerin tasfiyesiyle bir alan boşaldı. Ve gerek dincilik, gerekse milliyetçilik, gerçek bir muhalefetin olmadığı bu boş alanda yükseliyor. Bugün siyasal bir rejim krizi içinde olduğumuz açık. Fakat bu rejim krizi siyasal elitlerle, gelenekçi-liberaller arasındaki bir iktidar savaşından mı kaynaklanıyor, yoksa daha sınıf temelli bir yorumla, egemen sınıfların aralarındaki bir hegemonya mücadelesi mi? İslamcılar ve Kemalistlerin arasındaki fark, düşünüldüğü kadar büyük değil bence. Kemalizm bir taraftan ilerici görünürken, aslında statükoyu korumak istiyor ve o anlamda muhafazakar. AKP ise demokratik açılımlar sağlar gibi gözükürken ideolojik olarak muhafazakar. Biz iki muhazakarın çatışmasını izliyoruz aslında.
Bir farkla: AKP’yi radikalleştiren ve bir takım misilleme oyunlarına iten Kemalistlerdi. AKP ilk iktidara geldiğinde elindeki tek koz demokrasiydi. AKP bu sistem içinde demokrasiden en fazla çıkarı olan partidir. Hatta çıkarı olan yegane partidir. Ordunun siyasal alandaki ağırlığının azalması AKP’nin çıkarınadır. Dolayısıyla AKP demokrasiye mecburdur. Demokrasi oyununu samimi olarak oynadığını düşünmüyorum ama mecburen oynuyor ve mecburen oynayacak olan yegane partidir. İlk seçimlerden sonra AKP bir hayli demokratik açılım hamlesi yaptı, fakat her seferinde karşısında milliyetçi Kemalist cepheyi buldu. Bunlar AKP’yi sürekli krize doğru ittiler.
AKP bence 22 Temmuz seçimlerine kadar oyununu iyi oynadı. 22 Temmuz’da alınan oy çokluğu eline yeni bir koz verdi. “Demokrasi oyunundan çıkabiliriz” gibi bir algı yarattı. Anayasa değişikliğini seçimlerden önce bir vaat olarak kullanan ve bu sayede akademisyenleri partisine çekebilen bir parti, bir ay içinde yasa değişikliğini rafa kaldırdı. Bunu oy sayısının verdiği güvenden, Cumhurbaşkanlığı krizinin aşılmış olmasından, e- muhtıradan sağ salim çıkabilmiş olmasından dolayı yapabildi. Karşısındaki gücün iradesini küçümsedi. Ancak bu güç yeniden karşısına dikildi. AKP, 301’i yeniden gündeme getirmekle demokrasi oyununa dönmek üzere.

O demokrasi oyununun vaatlerinden bir tanesi de Kürt sorununa ilişkindi. AKP eğer oyuna yeniden dönecekse, Kürt sorunu konusunda ne yapacak?
AKP Kürt sorunu hakkında hiçbir zaman demokratik bir çözüm çabası içinde değildi. DTP’nin, Kürt hareketinin genel olarak zayıflamasını, tıkanmasını bekliyor. Amaçladığı, Güneydoğu’daki teşkilatı sayesinde oyların AKP’ye yönelmesi ve Kürt sorunun İslam kardeşliği içinde çözümü. Demokratik hakları bu kadar kolay rafa kaldırdığına göre, Kürt oyununu da samimi oynamıyor. Bu yüzden genelkurmayla çok kolay anlaştı. Sınır ötesi operasyon, AKP’nin prensip olarak “hayır” dediği bir operasyon değil. Orduyla ittifak içine girmesi, Kemalist muhafazakarlıkla dinci muhafazakarlık arasındaki ortak noktalar su yüzüne çıktı.

Nedir bu noktalar?
Her ikisi de üç temel unsuru göz ardı ediyor. Bunlardan bir tanesi kadın sorunu, ikincisi demokratik haklar, üçüncüsü sınıf. Bu üç konu üzerinde ittifak var. AKP sistem karşıtı değil, otoriter laik düzen yerine otoriter dini düzen kurmak istiyor. Sonuçta değişen şu olacak belki, Anıtkabir yerine Kabe; onuncu yıl marşı yerine hutbeler; Mustafa Kemal yerine Hz. Muhammet. Dinin gereği ve içeriği belli, a’dan z’ye toplumu yeniden düzenleme projesi üretilecek. Bu açıdan bakarsanız, her ikisi de mesela kadın bedenini kendi ideolojisinin şartı olarak kurguluyor. Cumhuriyetçilere göre kapanan kadın bedeni kamusal alanlara girdiği anda cumhuriyet rejimi yıkılacak. Dincilere göre kadın bedeni açıldığı anda İslam, İslam olmaktan çıkacak. Yani ikisi de kendi ideolojisinin temelini kadın bedeni üzerinden kuruyor, ikisi de erkek egemen. Ve ikisi de sınıfı dışlayan, sermaye birikimiyle, neoliberal politikalarla barışık ideolojiler.

TÜSİAD ve benzeri örgütlerin bu tür kriz dönemlerinde taraflara yaptığı “uzlaşma” çağrısı da, o barışık oldukları politikaların gereklerini yerine getirme çağrısı mıdır?
Neoliberal iktidar kaostan beslenir. Örneğin Katrina felaketi New Orleans kentinin müteahhitler tarafından işgal edilmesine yaradı. Ama Türkiye henüz o noktada değil. Çok fazla dış borcu var, yabancı sermayeyi çekmek zorunda. Her ne kadar sürekli tırpanlıyorlarsa da hâlâ bir takım haklar yerinde duruyor. IMF’nin, DB’nın bastırdığı kamunun tasfiyesi projesi tamamlanmadığı için belli bir güven ortamının olması ve reformların sürdürülmesi gerekiyor. Onun için TÜSİAD’ın yaptığı çıkış bence çok anlamlı.
Belli bir kaos sermayenin işine yarıyor. Neden? Kaos ortamı gündemi başka yöne çektiği için. Mesela tarımın tamamen tasfiye edilmiş olmasını unutturuyor. Kapatma davasının 14 Mart’ta açılması, SSGSS eylem haberlerinin 9. sayfalara atılmasına yol açıyor. İslami sermayenin, laik sermayenin ve ordunun iştiraklerinin birleştiği nokta bu. Biliyorsunuz ordu çok büyük bir ekonomik oyuncu. Bu üçünün çıkarı, ekonomik anlamda kesişiyor. Rejimin farklılaşması, sermayenin yapısını değiştirmeyecek.

AKP demokrasi vaadiyle birlikte ekonomik bir refah vaadi de sunmuştu. Bugün bu vaadin de hayat bulmadığı-bulmayacağı- görülüyor. Canı yananlar çoğalıyor. SSGSS tasarısına karşı yükselen tepkilere de bakarak, AKP’nin kredisinin tükenmeye başladığını söyleyebilir miyiz?
Emek örgütlenmesinde bir canlanma var. Çünkü sosyal güvenlik tüm kesimleri vuruyor. Mesela tarımın tasfiyesi herkesi vurmamıştı. Şimdi ise çok geniş kesimlerin sorunu haline geldi ve bir taraftan da artık dediğiniz gibi “bir canı yanma” eşiğine ulaşıldı.
Neoliberal iktidar çok homojen bir iktidar tarzı değil. Çok çeşitlenerek ilerliyor. Mesela kentsel dönüşüm projeleri bunun bir parçası. Yani sadece emeği ve emeğin üretim koşullarını değiştirmekle kalmıyor, sadece ücreti ve işi etkilemiyor, yaşam alanlarını da etkiliyor. Yeni bir dışlanmışlık, yeni bir marjinalleşme, yeni bir ezilmişlik üretiyor. Neoliberal iktidar o kadar fazla yayılıyor ki, dışında hiçbir şey bırakmıyor. Bu kadar kapsayıcı olması, kendi çöküşünün de nereden kaynaklanacağının göstergesi. Kapsadıkça çatışma alanları ve çıkar kutuplaşmaları artıyor. Dolayısıyla ben önümüzdeki dönem emek hareketi olsun, mahalleler olsun, kadın örgütleri olsun, bir hareketlilik bekliyorum.

Yani egemen güçler arasındaki çatışmalar ve bu çatışmaların daha gerici politikalar üretmesi, ancak sınıfın müdahalesi ile engellenebilir?
Kesinlikle. Siyasal düzlemdeki gündem bizi belli akslara sıkıştırıyor ve bu akslar ne sınıfın, ne kadınların, ne altta kalanların işine yarıyor. Bu aksların dışına çıkmak, yani gündemi belirleyen konumuna gelebilmek çok önemli. Bize sunulan ya da dikte edilen kutuplaşmadan çıkıp, başka bir söylem üretmek lazım. Bu bence sınıfın yapabileceği bir iştir. Ama bugün sınıfı genişleterek konuşmak lazım. Sadece işçi sınıfı, emekçi veya köylü değil, yaşam alanları ellerinden koparılan, belli bir üretim alanından dışlananlar da yeni bir sınıf. Bütün kayıt dışı ekonomi de sınıf. Çöp toplayıcılarının mesela İstanbul’da Alman şirketleriyle birebir karşı karşıya gelmeleri gibi bir durum söz konusu. Dolayısıyla sınıf çok büyüdü. O anlamda aslında bir umut var.

14 Mart ve devam eden eylemler bu işareti veriyor mu?
Bence veriyor. En azından emek hareketinin yeniden örgütlenmesi ve ortaya çıkması, sokakları yeniden ele geçirmesi lazım. Çünkü bir sokak siyaseti var ki pek sağlıklı değil. Emek hareketinin sokakları yeniden ele geçirmesi ve kendini görünür kılması, egemen aktörleri bir cevap üretmeye zorlayacaktır. Eğer emek hareketi rölünü “doğru” oynarsa, enerji ve dikkatler egemenler çarpışmasında odaklanmaktan çıkar, bir çözüm üretmeye kanalize edilebilir.
Sendikacılığın canlanmasını her ne kadar çok olumlu buluyorsam da, sendikacılık her zaman emeği tüketen bir şey olmuştur. Çünkü uzlaştığı anda emeğin sözü biter. Esas dikkate alınması gereken kayıt dışı sektördür. Üretimin çok büyük bir yüzdesi fason yapılıyor. Bunların hepsi kayıt dışı, sendikasız. Bunların sokağa çıkması bence gündemi değiştirecek unsur olabilir.
Örgütsüz emek farklı şekillerde örgütleniyor aslında. Mesela çöp toplayıcıları Ankara’da bir şekilde örgütlendiler. Bu sendika değil, çok daha tabandan gelen bir örgütlenme. Bu tip başka örnekler de var. Bunların birleşmesi, ortaya çıkması denklemi değiştirecektir. O noktaya gelebilirsek tabii. Türkiye’deki siyasal oyunlar, o noktaya gelmemizi engelliyor sürekli. O niyetle yapılıyor demiyorum, ama bu oyunların en ağır bedelini bu kesimler ödüyor.

O kesimlerden biri de kadınlar. Sürece müdahale edecek önemli unsurlardan biri olan kadın hareketi için neler söylersiniz?
Kadınlar çok somut meseleler etrafında birleşebiliyorlar. Feminizm bir “-izm” olduğu zaman anlamsızlaşıyor bence. Bir ideoloji değil, çok somut bir mücadele. O yüzden kadınlar namus cinayetleri olsun, ev içi emeğin ücretlendirilmesi olsun, farklılıklarına rağmen birleşebiliyorlar. Ben kadınlar arasındaki bölünmeyi geçici olarak görmek istiyorum. Temel mücadele sürecektir. Kadınların mücadelesi bu ülkede en tutarlı, en yoğun, en dayanışmacı şekilde ilerleyen mücadeledir.
Ne Kemalizmin, ne İslamcılığın Türkiye’de total, yani kavrayıcı, kapsayıcı bir dönüşüm sağlayacağını düşünmüyorum. Bence mücadeleler yeterince çeşitlendi ve yüksek düzeyde örgütlülük var. Hatta şunu söyleyebiliriz: 2005’te bayrak furyasının başladığı dönem, bugüne kadar sokakları ifade alanı olarak benimsememiş bir kesimin bile örgütlenerek sokağa çıktığı tarihtir. Bu tamamen tepkicidir. Ama yine de bir sokak siyaseti geleneği tesis ediliyor denilebilir, ki bunun artıları ve eksileri vardır. Müthiş siyasallaşan, hak aramak için devleti ve varolan kurumları beklemeyen, ama iyi, ama kötü sebeplerden dolayı sokaklara dökülen bir toplum oluyoruz. Bu kadar örgütlülüğü bir anda çözmek, tek bir kalıba sokmak bence zor. Dolayısıyla Türkiye İran mı olacak? Hayır bence olmayacak. Olmasına imkan yok. Her yerden patlak verir. Türkiye’de milliyetçi-totaliter bir kapanma mı yaşanacak? Hayır, bence yaşanmayacak. Biraz da o açıdan bakarsak alttaki kıpırtıyı fişeklemiş olması bu krizin en hayırlı yanı belki de!

‘ergenekon kemalistlerin teşkilatı’
Gözaltılarıyla, medyaya servis edilen ifadelerle çok tartışılan ama soruşturması orduya dokunulmadan yürütülen Ergenekon, bu güç çatışması içinde nereye oturuyor?
Kemalist kesimin halktan kopuk olduğu kesin. Başından beri kopuktu. AKP ise inanılmaz geniş bir teşkilat aracılığıyla, ona bağlı olan veya çevresindeki uydu örgütlerle tabandan yürüyor. Ergenekon ise Kemalistlerin teşkilatı. En tabana inebildikleri yegane örgütlenme! Hrant Dink’in failleri de bence bunun içinde. Bir ucu Şemdinli’ye gidiyor. Yani büyük bir teşkilat. Bunun en uç noktaları da ordunun içinde bir yerlere gidiyor, bu kesin. Jitem’i de içine alıyor. AKP Ergenekon’u intikam için ortaya çıkarıyor olabilir, ama bir yandan da kökleri çok öncelere gittiği için salt intikam olarak anlamamak lazım. Fakat Ergenekon bağlantılarının nereye kadar soruşturulabileceği krizin kendisine bağlı. Kriz uzun sürerse çok ileri de gidebilir. Ama kriz aşılırsa ve AKP kendini daha rahat hissederse durur.
Militarizm hem cumhuriyetin tanımında, hem vatandaşın tanımında var. Ama bence ‘80’den sonra 15 yıl süren bir iç savaş yaşandı. Her savaşta olduğu gibi paralegal, illegal, gölge, paravan örgütlenmeler kullanıldı. Savaş bunu normalleştirdi. Savaş şiddetin normalleşmesidir. Ordunun dokunulmazlığını sağlayan, kamuoyunun bunu içselleştirmiş olmasıdır. Mesela, Şemdinli soruşturmasında iddianameyi hazırlayan savcı Ferhat Sarıkaya’nın görevden alınması, halk arasında bir tepki uyandırmalıydı. Öyle olmadı. O halde, bu artık kanıksadığımız bir durum haline gelmiş. Ergenekonların, Susurlukların kaderi bu davranış kalıpları yıkıldığı zaman bozulacak. Ben ayrıca Türkiye’de hiçbir hükümetin orduya dokunabileceğini sanmıyorum. Ama halk arasında, kamuoyunda ordunun dokunulmazlığı içselleşmiş olmaktan çıkarsa, o zaman belki sonuca ulaşılır.
Serpil İlgün
ÖNCEKİ HABER

10 çocuğundan 7’si öldü
hâlâ mücadele ediyor sakine ana...

SONRAKİ HABER

‘bu kapıdan ölüm giremez!’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa