07 Nisan 2008 00:00

Tiyatro popüler kültüre endekslendi

Levent Ülgen, tiyatronun seyircinin ilgisini yeniden kazanabilmesi için kültür politikalarının yenilenmesi gerektiğini düşünüyor

Paylaş

Tiyatro sanatçısı Levent Ülgen, televizyon dizilerinden de tanınan başarılı bir oyuncu. Şu sıralar ise Donkişot Prodüksiyon’da Dalga adlı oyunda rol alıyor. Bir yandan da senaryosunu Ender Özkahraman’ın yazdığı Hayatın Tuzu adlı filmin Bitlis’te yapılacak çekimlerine hazırlanıyor. Ülgen’le tiyatro üzerine sohbet ettik.

Levent Ülgen tiyatroya ne zaman ve nasıl başladı? Kısaca söz eder misiniz?
Ankara’da 1978 yılında Erkan Yücel’in Ankara Halk Tiyatrosu vardı. Ben üniversite sınavlarının sonuçlarını bekliyordum. Bir gün tiyatronun önünden geçerken “Ben tiyatrocu olacağım” dedim. Ortadoğu Teknik Üniversitesi Fizik Bölümü’nü kazandım. Üniversiteye kaydımı yaptırdığım gibi Ankara Halk Tiyatrosu’na gittim. “Ben ODTܒde öğrenciyim ancak oyuncu olmak istiyorum” dedim ve daha sonra başlayacak olan kurslara çağırdılar beni. O sıralarda Haldun Taner’in Eşeğin Gölgesi oyununun provaları vardı. Ayrıca Erkan Yücel, ‘Düş ve Gerçek’ adlı yeni bir oyun üzerinde çalışıyordu. Tiyatroda hem kurslara katılıyor hem de tiyatronun işlerine koşturuyordum ve bir anda ben de onlardan biri olarak tiyatroda kendime yer edindim ve böylece tiyatro yaşamım başlamış oldu.

Ailenizin tepkisi ne oldu bu tercihinize karşı?
Ailemle pazarlık yaptım. Diplomayı istiyorsanız diploma da getireceğim size, yeter ki bana karışmayın ve müdahale etmeyin dedim. Babam sanatla çok iç içe olmasına, Veysel Öngören’in çok yakın arkadaşı olmasına, büyük sanatçılarla meyhane arkadaşı olmasına rağmen “tiyatro” deyince biraz tereddüt ediyor ve huzursuz oluyordu o yıllarda. Sonunda 1985 yılında ODTܒden mezun oldum ve o yıl Ankara Sanat Tiyatrosu’na girdim. İlk olarak Murathan Mungan’ın ‘Taziye’ adlı oyununda görev aldım. Daha sonra tiyatro okumak üzere yeniden Hacettepe Üniversitesi Devlet Konsevatuvarı’nı kazandım ve mezun olduktan sonra Trabzon Devlet Tiyatrosu’na tayin edildim. Bu süre içinde babam hâlâ tiyatrocu olduğuma inanmadı. Ta ki Nâzım Hikmet’in ‘Yolcu’ adlı oyunu ile ‘Sanat Kurumu En İyi Oyuncu Ödülü’nü alana kadar.

Bir oyuncu olarak kendinizi hangi tarz tiyatroya yakın hissediyorsunuz? Ya da kendinize dönüp baktığınızda hangi tür rollerin üstesinden daha kolay geliyorsunuz?
Şu karakteri ya da şu tipi daha kolay oynayabilirim diyebileceğim bir şey yok tiyatroda. Bunu 30 yıla yaklaşan deneyimime dayanarak söylüyorum. En kolay rolün anlatıcı olduğunu düşünürdüm. Bir örnek vereyim. 2 sene önce “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” oyununda anlatıcı rolünü oynadım ve en kolay rol olmadığına karar verdim. O kadar zor ki, sahnede tek başınasın, sana yardım edecek hiç kimse yok. Hele bir de oyunun yazarı şairane üslubuyla ün yapmış Haldun Taner gibi biraz da kafiyeli ve esprili bir yazarsa, bir kelime bile atlama hakkınız yok. Dram ya da tragedya oynarken bir kelimeyi unutursanız yerine bir kelime koyar toparlarsınız. Bu işin teknik kısmı tabii, çalıştığınız kurumla ilgili, bazen istemediğiniz halde bir rol oynamak zorunda kalabilirsiniz. Ancak şunu söyleyeyim, ister dram olsun ister komedya, bir oyuncu ikisini de oynamak zorundadır diye düşünüyorum. Tabii bir de rolün ağırlığı da önemli, toplumsal ve siyasal duyarlılığı olan oyunlarda üstlendiğim rolleri daha bir severek oynuyorum. Çünkü bu rolleri düşünsel ve duygusal olarak daha bir işlevsel buluyorum.

Son yıllarda tiyatro sanatının yörüngesinden çıkarıldığı ve eski işlevinden uzaklaştırıldığı gibi bir gerçekle karşı karşıyayız. Düşündüren, sorgulayan, duyarlılıkları öne çıkaran, eleştirel düşünceyi örgütleyen oyunlar neredeyse görmezden geliniyor, bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Bunları değişen topluma ve yozlaşmaya bağlıyorum. Tiyatro sanatı artık popüler kültüre iyiden iyiye endekslenmiş durumda. Seçilen oyunların hedef kitlesi, beğeni düzeyi düşük, ortalamanın altı insanlardan oluşuyor. Bunun sebebi ise gişe kaygısı ve çok seyirciye ulaşma amacından kaynaklanıyor. Sanıyorum insanlar kendi toplumsal sorunları ile sahnede yüzleşmekten çekiniyor ve bu gerçeğe kafa yormak konusunda ikircikli davranıyorlar. Örneğin bu sezon Donkişot Tiyatro’da “Dalga” adlı bir oyun oynuyoruz, oyun sizin de izlediğiniz gibi Hitler’in iktidar sürecini ve uygulamalarını politik bağlamda tartışmaya açarak faşizmin kitle tabanını oluşturma tarzını sorgulayan bir oyun. Bu oyun hak ettiği seyirciye henüz ulaşabilmiş değil, oysa oyun konu itibariyle Türkiye’nin bugünkü politik gerçeğiyle birebir örtüşüyor. Böyle bir oyun tercihiyle sahneye çıkıyorsunuz ve gerekli ilgiyi görmüyorsunuz. Üstelik hem tiyatronuz yaşamak zorunda, hem de oyuncu olarak yaşamınızı idame ettirmek zorundasınız. Böyle olunca da ister istemez tiyatrolar popüler oyunlara ve popüler oyunculara yöneliyorlar.

Türkiye’de genç yazarlar neden tiyatro yazımına yönelmiyorlar sizce?
Bir ülkenin genç yazarlarının tiyatro yazarlığına yönelmesi ve bu alanın cazip hale getirilmesi için birtakım tedbirlerin alınması zorunludur. Bu yazarların yazdığı senaryoların öncelikle değerlendirilmesi gerekiyor. Yani kimi kentlerde deneysel sahneler açılabilir, bu yazarların metinleri buralarda seyirciyle buluşturulur. Ancak bizde böyle olmuyor maalesef. Kimi köşe başlarını tutmuş yazarların oyunları defalarca sahnelenmesine karşın, bu genç yazarlara hiçbir koşulda fırsat tanınmıyor. Bu sebeple genç yazar da haklı olarak tiyatro yazımıyla uğraşma gereği duymuyor. Çünkü biliyor ki yazdığı hep elinde kalıyor ve mütemadiyen değerlendirme dışı tutuluyor. Yani bir şekilde teşvik edilmeleri gerekiyor. Bu türlü bir motivasyon olmazsa biz hâlâ eskiden yazılmış oyunları sahnelemeye devam edeceğiz. Diğer yandan da genç yazarlar koltuğunun altında taze yazdığı oyunla ortalıkta dolaşacak. Bu hem adaletli değil hem de tiyatro yazarlığının devamlılığı açısından sakıncalı ve gelecek vaat etmeyen bir durum.

Bugünkü tiyatronun geldiği noktayı reji, oyuncu ve görsellik ana başlıkları altında nasıl değerlendiriyorsunuz?
Avrupa tiyatrosunu ölçü olarak kabul edersek, oyunculuk, reji ve görsel teknikler anlamında öyle gelişmiş, öyle yeni yaratımlar var ki, bunları bu topraklarda görmek şimdilik mümkün değil. Ancak bu, bizde iyi yönetmenler veya yetenekli oyuncular yok anlamına gelmiyor. Tersine her birinden var, ancak sorun gerekli yatırım ve olanağın sanatçıya sunulmaması sorunudur diye düşünüyorum. Bizde tiyatronun tarihi çok eski olmasına karşın kurumsallaşması daha ziyade cumhuriyet sonrasına dayanıyor. Ancak bu zaman diliminde de gerekli ilgi ve yatırımlar yapılmadı ya da yapılamadı. Diğer yandan Türkiye’de seyirci genel olarak ‘yeni’ye açık değil ve deneysel çalışmalar gerektiği kadar ilgi görmüyor. Oyuncu ve yönetmenler yeni sahneleme tekniklerinden bir bakıma kaçınıyorlar. Bir başka sorun da tiyatronun halk düzleminde yeterince yaygınlaşmadığı ve sahiplenilmediğidir. Bizler sanatçılar olarak hem yeni seyirci yaratmalıyız, hem de var olan seyirciye düzeyli üretimler sunmalıyız.

Türkiye’de tiyatronun itibar kaybettiği, gözden düştüğü yorumları yapılıyor. Sizce doğru mu bu yaklaşım?
Tabii, genel olarak katılmasam da böyle bir gerçekliği de var tiyatronun. Ama bunların hepsi yine kültür politikalarıyla ilgili. Başta devletin kurumları olmak üzere, toplumsal kültürel yapıyı belirleyen ve bu yapının oluşması için bütçe, kadro, teknik donanım ve mekan sağlamak zorunda olan odaklar gerekli ilgiyi göstermiyorlar tiyatroya. Bütün bu vurdumduymazlık içinde bizler, gerek medyadan gerekse de kimi kurumlardan tiyatro sanatının yüceltilmesini bekliyoruz. Bu gerçeklik ‘sorun’un bir boyutu, diğer boyutu ise gelişen dijital teknolojiyle birlikte eğlence sektörünün tüketim kültürünü körüklemesi ve insanları ucuz eğlence meşguliyetiyle oyalaması. Bu meşguliyet insanları evlerine bağlıyor ve insanlar zaten zahmetli ve masraflı olan tiyatro ve sinemaya vakit ayırmıyorlar. Bir de şu var; bizim eğitim sistemimizde çocuklar ve gençlere sanat sevgisi ciddi bir müfredat programıyla sunulmuyor. Bütün bu sebepler sıralandığında, tiyatro sanatına doğal olarak ilgi azalıyor.

Siz popüler bir sanatçısınız. Sizin bu popülerliğiniz tiyatroya hangi biçimde yansıyor? Örneğin oynadığınız oyuna seyirci ilgisi artıyor mu?
Aslında bu konuda sanatçılar olarak ikiye ayrılmış durumdayız. Bir grup diyor ki, aslında dizi yaparak tiyatroya zarar veriyoruz, seyirci herhangi bir popüler oyuncuyu görmek için tiyatroya gelmiyor, zaten onu televizyonda görüyor. Bir diğer taraf da; hayır, biz televizyonda tanınıp popüler olduktan sonra seyirci tiyatrolara gelmeye başladı, diyor. Ben bu iki görüşün de ayrımına varmadım açıkçası. Seyircinin tiyatroya ilgisini belirleyen nedenler arasında ‘oyuncuların popüler bir figür olması’ tek başına yeterli bir neden değil bence. Çünkü seyirci başka kıstasları da göz önünde bulundurarak tiyatroya geliyor. Oyunun konusu, yazarın tanınmışlığı, hangi kurumun sahnelediği gibi ölçüler de seyircinin ilgisini belirleyen etkenler arasında sayılmalı diye düşünüyorum.

Bu sezon başka projeleriniz var mı, dizilerin dışında?
Sanırım dizi konuşmak istemiyorsunuz...

Evet mümkünse, çünkü ben bir tiyatro sanatçısıyla konuşuyorum...
Bir sinema filmi var. Öyküsü Güneydoğu’da geçiyor, çekim mekanı olarak Bitlis tercih edildi. Yakında Bitlis’e gideceğiz, çok heyecanlıyım. Ender Özkahraman’ın senaryosunu yazdığı ilginç bir öykü, olay 1980 öncesinde geçiyor, yönetmenliğini Murat Düzgünoğlu yapıyor. Adı da “Hayatın Tuzu”. Sinema projesiyle ilgili olarak şimdilik bunları söylemekle yetineyim. Diğer yandan tiyatro olarak şimdilik Donkişot Tiyatro’da sahnelediğimiz “Dalga” adlı oyunumuz devam ediyor. İstanbul’da haftanın 2-3 günü oynadığımızdan ve daha sonra da Anadolu’da kimi kentlere turne yapacağımızdan, yeni bir proje kabul etmem zaten söz konusu olamaz, teknik ve zamansal olarak. Ayrıca şu anda kesinleşmemekle birlikte başka film ve dizi teklifleri de var. Ama zamanı geldiğinde açıklanacak bir proje olduğundan, şimdilik söz etmemek daha doğru olur.

İktidarlar tiyatroyu sevmez
Tiyatro sanatının toplumsal hayata dahil olduğu antik dönemden bugüne, siyasal iktidarlar bu sanatsal pratikle hiç barışık olmadılar. Siz bu ürküntü ve mesafeli yaklaşıma ne diyorsunuz?
Bütün sanatlarda olduğu gibi tiyatro sanatı da (hatta diğerlerinden biraz daha radikal olarak) doğrudan bir eleştirel yaklaşım ve açıktan söylem oluşturur kendine. Bu doğrudan söylem ve sürekli muhalefet oluşturma, iktidarları tarih boyunca rahatsız etmiştir. Bu eleştiri ve hayata yeniden bir bakış açısı kazandırma ve kitlelere farkındalık yaratma pratiğini, iktidarlar kendilerini rencide etmek olarak algıladıklarından tiyatro sanatının dilini sivri buluyorlar. Bunun için de ellerinden gelen her türlü engeli, sansür, yasaklama, bina yakma ve imha etme biçiminde tezahür ettiriyorlar. Ayrıca bu sebeple sanatın her türlü yaygınlaşma girişimini de bir biçimde engelliyor ve önüne set çekiyorlar. Yani tiyatro sanatı toplumsal bir eylem olarak düşündürür, yüzleştirir, yorum yaptırır, sentez oluşturur ve doğru düşünmenin yolunu açar. İktidarlar bu misyonundan dolayı tiyatroyu pek sevmezler, normaldir bu.
Metin Boran-Dilara Çalışkan
ÖNCEKİ HABER

Sadece festivaller için film yapılmamalı

SONRAKİ HABER

Paris Maratonu’nu Etiyopyalı Kebede kazandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...