08 Nisan 2008 00:00
DURUM
Milliyet gazetesi yazarlarından Kadri Gürsel, NATO Zirvesinin ardından kaleme aldığı yazısında NATO Zirvesinin gizli galibi Türkiyedir değerlendirmesinde bulunuyor.
Milliyet gazetesi yazarlarından Kadri Gürsel, NATO Zirvesinin ardından kaleme aldığı yazısında NATO Zirvesinin gizli galibi Türkiyedir değerlendirmesinde bulunuyor. İlk bakışta, bu da nereden çıktı, dedirtecek bir değerlendirme. Çünkü zirvede doğrudan ve birebir Türkiyeyi ilgilendiren herhangi bir sorun tartışılmadı. Ama tüm NATO ülkelerini, özellikle de güç ve egemenlik mücadelesi içindeki bazı büyük devletleri ilgilendiren NATOya yeni üyelerin alınması konusu ve ABD tarafından ortaya atılan füze kalkanı sorunları tartışıldı. NATOya üç yeni ülke alınırken, Ukrayna ve Gürcistanın NATOya üyeliği konusunda anlaşmaya varılamadı. Sözde İran tehdidine karşı füze kalkanı konusunda ise uzlaşma sağlandı.
Gürsel de Türkiyenin galibiyetini bu sonuç sonrası yaptığı değerlendirme üzerine kuruyor. Ukrayna ve Gürcistan, ABDnin ısrarına karşın NATOya kabul edilmemiştir, çünkü Avrupanın bazı büyük devletleri -Almanya, Fransa, İtalya ve diğer bazı daha küçük ülkeler- Rusyanın doğal gazına mahkumdur. Bu ülkeler, bu nedenle Rusya ile arayı bozmak istememişlerdir. Gürsel, bu durumun, Nabucco projesini gerçekleştirmek isteyen Türkiyenin doğal gaz boru hattına yönelik bu çabalarına, Batı nezdinde ilgi ve desteği artıracağını düşünüyor. Çünkü Batının enerji sorunu son derece önemli bir sorundur vb... Galibiyet de buradan çıkıyor!
Gürsel dışındaki bazı çevreler de, örneğin Ukrayna ve Gürcistanın NATOya alınmasının, Türkiyeye ihtiyacı ortadan kaldıracağını düşünüyorlar ve onlar da sonuçtan bu nedenle memnunlar. Bütün bu çevrelerin birleştiği ortak nokta, Türkiyenin çok değerli bir arsasının olduğudur. Yani dillere pelesenk olmuş şu jeostratejik ve jeopolitik önem konusu. Gürsel bunu şöyle ifade ediyor: Herkesin kullanmak için imrendiği çok değerli bir arsanız olabilir ama, sizde onun potansiyelini güce ve zenginliğe dönüştürecek vizyon, birikim ve irade yoksa o arsanın turşusunu kurabilirsiniz.
Gürselin meramını bütünüyle ve doğru anlamak için Hatta bu arsa başınıza tezkere olayında olduğu gibi dert bile açabilir. 1 Mart 2003te, AKPnin tezkereyi reddederek yol açtığı bütün o olumsuz gelişmeler, o zaman arsa sahibinin kalibresinin ne olduğunu gözler önüne sermişti değerlendirmesini de aktarmak gerekiyor. Bu değerlendirme ABD yandaşlarının ortak değerlendirmesidir ve her fırsatta bu yanlışlığı dile getirmektedirler. Bu gerici yaklaşımın mantığını sergilemeden önce bir hatırlatma yapmak gerekiyor. AKP Hükümeti tezkereyi onaylatmak için Meclise getirdi. Ancak halk tepkisi bu partide çatlak açtı ve tezkere kabul edilmedi. AKP ise her fırsatta bu yanlışlığı düzeltti ve daha sonra görüldüğü gibi sadece bu konularda işbirliği yapmakla yetinmedi, değerli araziyi de gerçekte parsel parsel satışa sundu. Bu nedenle Gürsel, Özkök vb. gibilerin bu noktadan AKPyi eleştirmelerinin bir kıymeti harbiyesi bulunmuyor.
Gelelim bütün bu gerici düşüncelerin savunulmasına yol açan mantığa... Artık çok iyi bilindiği gibi bu mantık; büyük devletlere, özellikle de ABDye uşaklık mantığıdır ve bugüne kadar kurulmuş işbirlikçi ilişkilerin savunulması ve geliştirilmesi üzerine kurulmuştur. Ülkeyi yönetenler on yıllardır genel olarak Batılı büyük devletlerin, özellikle de ABDnin bölgedeki çıkarlarının savunulması, ABD politikalarına bağlanılması konusunda uşakça bir tutum içerisinde oldular. ABDnin çıkarları, ülke çıkarlarının da üzerinde görüldü ve zaman zaman bazı ufak tefek pürüzler çıksa da, ABD her zaman biat edilecek, bağlanacak bir güç oldu.
Ancak bu düşünce sadece bildik ve tanıdık işbirlikçilerle sınırlı değildir. Kürt sorunu söz konusu olduğunda, ulusalcı bazı çevreler de Kürtlerin değil Türklerin tercih edilmesi durumunda ABD ile yürütülen bu ilişkilere bir itirazları olmadığını göstermişlerdir. Anlık istihbarat paylaşımı, Kuzey Irak Harekatı vb. sorunlar, bu ulusalcı tayfanın da, gerçekte ne kadar Amerikan karşıtı olduğunu açıkça ortaya çıkarmıştır. Bu çevrelerin gözünde ulusalcılık, mevcut devletin statüsünü ve çıkarlarını korumakla eş anlamlı hale gelmiştir. Bunun anlamı ise emperyalizme bağımlılık ilişkilerinin devam etmesi, ama Türkiyenin çıkarlarının korunması ve savunulmasıdır! Koruyacak ve savunacak olanlar ise başta ABD olmak üzere emperyalist büyük devletlerdir! Ama ne karşılığı? Uşaklık yapma ve bu uşaklığın değerinin bilinmesi karşılığı!
Dünyayı, emperyalist büyük devletlerin aralarında süren güç ve egemenlik mücadelesinde bir tarafa yamanmak ekseninde değerlendiren gerici çevre ve sınıfların ve onların temsilcilerinin, ülkeyi de bu mücadelede pazara sürülecek değerli bir arsadan ibaret görmeleri, elbette şaşırtıcı değildir. Böyle olunca, bunlar arasındaki anlaşmazlıklar ve çekişmelerin kullanım ve fiyatlandırma konusunda olması da kaçınılmazdır. Ancak bu ülkenin gerçek sahipleri işçiler ve emekçiler, yani halktır. Bu halk da on yıllardır ülkenin satılmasına karşı bağımsızlık için mücadele ediyor ve son günlerdeki hareketlenmenin de gösterdiği gibi, bu mücadeleyi ilerletme konusunda sonuna kadar kararlıdır. Ülkeyi pazarlanacak bir arsa olarak görenlere, bu arsanın boş olmadığını hatırlatmak için daha güçlü sese ihtiyaç duyulduğu da kesindir. Ama süreç bu yönde işliyor ve her türden pazarlamacının işi, her geçen gün daha da zorlaşıyor.
Ahmet Yaşaroğlu