7 Şubat 2012 12:37

Bizden sonra sıra kime gelecek?

Muzaffer Özkurt / Erkan Sarıoğlu

40 yaşlarına gelmiş işçiler olarak iş bulmanın zorluğuyla da karşı karşıyalar. Bir yanda patronlar “İşçi 30 yaşından gün almayacak” anlayışıyla hareket ediyor, diğer yanda emeklilik yaşı 65. Mercedes’te çalıştıklarına güvenerek altına girilen borçlar, okula giden çocuklar... İşçilerden biri bu duruma şöyle isyan ediyor: “İşten atılmak ölmek gibi. Her şeyin bitiyor. Öldün ya, öldün işte!”

Çektikleri çileleri, yaptıkları fedakarlıkları sıralıyorlar birbirlerinin sözünü kesip:

*Bir ay boyunca gece gündüz çalıştım ambarın kurulması için.

*Kendi hesabıma göre 140 saat fazla mesaim varken bana 10 saat mesai ödenmişti.

*Aileme, çocuklarıma zaman ayırmadım Mercedes’teki işler yetişsin diye.

*Burada çalışacağız diye memleketimizi bırakıp geldik.

KÖLEDEN BETER

Biraz pişmanlık, biraz kızgınlık, çokça da aldatılmışlık duygusu var anlatılanlarda. Bunca yılın ardından, bunca emeğin karşılığında kış günü sokağa atılmayı hak etmediklerini düşünüyorlar. Yöneticilere sitem ediyorlar, belli konulara itiraz ettikleri için kendilerine “takıldığını” düşünüyorlar. Fabrikada örgütlü Türk Metal yöneticilerinin sessizliğinden şikayetleniyorlar. Yıllarca çalıştıkları arkadaşlarının bir telefon bile açmamalarından yakınıyorlar. Ama son noktada “Biz bir aileyiz” diyen Mercedes’in gerçek yüzünü gördüklerini söylüyorlar.

Aslında bu yüzü görmeye 2001 krizinden sonra başlamışlar. Kriz öncesi fazla mesai olacağı zaman işçilere “Uygun musun işin var mı?​” diye sorarlarmış. İşi olmayan kalırmış. İşi olan mesaiye kalmak için zorlanmazmış. 2001’den sonra ise artık sorulmamaya başlanmış. Direkt işçilerin ismi yazılır olmuş. Bu süreç aynı zamanda işçilerin ücretlerinin ve sosyal haklarının da hızla aşağıya çekildiği bir dönem. İşçiler bu ağır yoksullaşmanın sonuçlarını şöyle anlattılar: “Fazla mesaiye ismin yazıldığında itiraz edemiyorsun. Zaten etmezsin de. Çünkü öyle yoksullaşmışsın ki artık burnunun ucunu kapıdan dışarı çıkaramıyorsun. Bir yere gideceğim desen en az 100 lira harcarsın. Fazla mesaiye kalarak hem para harcamıyorsun hem de geçinmek için biraz daha para kazanıyorsun. Sosyal hayat zaten yok. Bu nedenle tam bir köle düzeni var. Aslında kölenin barınma, yiyecek gibi sıkıntısı da yok. Sen bu sorunlarla da uğraşıyorsun. Yani bir yerde köleden de beter oluyorsun.”

SES ÇIKARAMAZ OLDULAR

Yoksullaşma arttıkça işçiler geçinmek için başka yöntemler aramaya başlamış. Kimi bal satıyormuş, kimi peynir. Kimi boş zamanlarında badana boya işlerinde çalışmaya başlamış. Yıldan yıla artan baskılar işçileri iyice sessizleştirmiş. 140 saatlik mesaisi olduğu halde 10 saatlik fazla mesai parası ödenen işçi itiraz ettiğinde: “İşine gelmiyorsa kapı orada” yanıtını almış. Bir işçi, içinde bulundukları psikolojiyi şöyle dile getirdi: “O hale geldi ki yemekte tabağından paslı çivi çıksa, böcek çıksa başıma bir şey gelmesin diye ses çıkaramadık. Çiviyi kenara koyduk, o gün yemek yemedik o kadar.” Tüm bu sessizlik, katlanma tek bir şey için: “Bir işim var, devam etsin, borcumu ödeyeyim, aileme bakayım, işsiz kalmayayım.” Aldatılmışlık duyguları da buradan geliyor. İşsiz kalmamak için bunca şeye katlandıktan sonra yine de işsiz kalmak, değersiz bir eşya gibi kapı önüne konmak: “Bu aynı şeye benziyor. Hani evlenirsin. İhtiyarlarsın. Sonra eşini boşarsın ihtiyarladın diye de genç biriyle evlenirsin. Oysa bütün kahrını o ihtiyarlayan kadın çekmiştir.”

BİZ DE KAYITSIZ KALDIK

Çalıştıkları dönemde işten atılan arkadaşlarından konu açılıyor. İşten atılanlar olduğunda içten içe üzüldüklerini ama fiili olarak bir şey yapmadıklarını, yapamadıklarını anlatıyorlar. Pişmanlıkları da buradan kaynaklanıyor. Yine bir biri ardına söz alıyorlar:

*Arkadaşlarımız atıldı kayıtsız kaldık. Birlik olamadık. Aman işten atma bize dayanmadı, ne olursa olsun dedik. Gönülden razı olmadık ama aktif olarak da bir şey yapmadık.

*Bugünkü aklım olsa yaşanan haksızlıkların değişmesi ve bir şeyler yapılması için çalışırdım.

*Keşke o cesareti gösterebilseydik. Hani belgesellerdeki gibi oldu hep. Bir sürü var aslanlar birini yıkıp yiyor. Diğerleri de bakıyor. Sonra başka birine sıra geliyor.

Tüm bu yaşananlar nedeniyle kendilerinin işten atılmasının sonrasında yaşanan sessizliği her ne kadar kızsalar da anlıyorlar.

BU BÖYLE DEVAM ETMEMELİ

Çalışmaya devam eden arkadaşlarının kendilerine “Sizin gibi çok yıllık, işe hakim işçileri çıkararak kadrolular dahil tüm işçilere gözdağı verildi. Kimsenin yeri garanti değil, herkes kendine dikkat etsin denmiş oldu” dediğini aktarıyorlar. Bu fikir onlara yabancı değil. Daha önceki işten atmalarda kendilerine “Bak gördün mü sus kapa ağzını çalış, sıra sana da gelebilir” dendiğini ancak böyle davrandıkları halde yine de kapı önüne konduklarını söylüyorlar. Bu nedenle bu düşüncenin değişmesi gerektiğini dile getiriyorlar. Ve işçiler şuna özellikle dikkat çekiyorlar: “Şimdi birileri diyebilir ki bunlar işten atıldı, öfkeyle böyle konuşuyor. Hayır. Çünkü böyle giderse daha da kötü olacak. İşçi iyice yoksullaştı. Yoksullaşma bireyselleşme getirdi. İşçiyi iyice köşeye sıkıştırıyorlar. Artık böyle gitmemeli. Bu değişmeli.” (İstanbul/EVRENSEL)

Evrensel'i Takip Et