15 Nisan 2008 00:00

DURUM

Dünya ekonomisinin nereye doğru gitmekte olduğu sorunu sık sık gündeme geliyor

Paylaş

Dünya ekonomisinin nereye doğru gitmekte olduğu sorunu sık sık gündeme geliyor. Dünyanın büyük ülkelerine ilişkin basında çıkan son büyüme rakamları ve gelecek yıllara ilişkin büyüme tahminleri büyük sermayenin yöneticilerini ve ideologlarını kaygılandırmaya devam ediyor. Bu çevrelerin bir gün gelen “iyimser” haberle yüzleri gülüyor, ertesi gün gelen “kötümser” haber bu iyimser bulutları dağıtıyor. Gerçekte dünya ekonomisi ve bu ekonominin lokomotif gücü ABD ekonomisinin durumu ne ve dünya ekonomisini nasıl bir gelecek bekliyor? Bu elbette kısaca ve böyle bir makalenin boyutlarına sığacak bir konu değil. Burada en kalın çizgileri ile var olan durum ve bunun gelişme yönü irdelenmeye çalışılacak.
Dünya ekonomisi 2006 yılında yüzde 5, 2007 yılında yüzde 4.9 büyüdü. 2008 için tahmin edilen büyüme 3.7 ve 2009 için bu rakam 3.8. Aynı yıllara göre ABD ekonomisi için bu rakamlar 2.9, 2.2, 0.5 ve 0.6’dır. Avro bölgesi için bu rakamlar 2.8, 2.6, 1.4 ve 1.2’dir. Benzer düşüşler “gelişmekte olan ülkeler” için de söz konusudur. Bu rakamların açıkça kanıtladığı şey büyüme hızındaki yavaşlamadır. ABD’nin durgunluğa girip girmediğine ilişkin tartışmalar artık son bulmuş, ABD ekonomisinin durgunluğa girdiği kabul edilmiştir. Artık bugün tartışılan küçülmenin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğidir. Bütün bunların anlamı genel bir ekonomik krizin kapıya dayanmış olduğudur.
Ekonomilerde genel bir çöküş olacak mı, yoksa ekonomik kriz bu kadarla kalacak mı? İflas eden ve iflasları “devletleştirilen” finans kuruluşlarının çöküşüne bakıldığında, ekonomik krizin henüz dibe vurmadığı, asıl darbenin arkadan gelmekte olduğu ileri sürülebilir. Ekonomik bunalımların genel gelişim evrelerine bakıldığında, bu durumun genel bir çöküşle noktalanması gerekir. Ancak bugünkü krizin kapitalist ekonominin gelişme niteliğinden kaynaklanan bazı özellikleri var ve bu durum, bugünkü krizin beklenenden daha hafif atlatılabileceği gibi tahminlerin yapılmasına neden oluyor. Gerçekten böyle midir?
Kapitalist ekonominin incelenmesi, bir ekonomik krizin dört evreden oluştuğunu göstermiştir. Bu evreler bunalım, durgunluk, canlanma ve kalkınmadır. Bir krizden diğer krize kadar olan evre ise, devre olarak tanımlanmaktadır. Bugün göz önünde gerçekleşmekte olan kriz ise, bunalımdan çıkış özellikleri değil, bunalıma gidiş özellikleri ile karakterize olmaktadır. Yani bunalım gerçekleşmiş, ardından durgunluk ve canlanma geliyor değildir. Durgunluk ve küçülme içinde bunalıma doğru gidilmektedir. Bunun nedeni ise emperyalist kapitalist ülkelerin Türkiye, Brezilya vb gibi bağımlı “gelişmekte” olan ülkeleri kriz çöplüğü olarak kullanmaları, faturayı bu ve diğer bağımlı ülkelere kesmekte gösterdikleri başarıdır. Günümüz kapitalizminin gelişme özellikleri ve gelişkin finans mekanizmaları emperyalist büyük devletlere bu olanağı tanımıştır.
Ama artık denizin bittiği bir yere varılmıştır. Yapay önlemlerle ertelenen kriz, sorunları büyüterek ve olanaklarını tüketerek kapıyı çalmaktadır. Kriz kendisini öncelikle finans sektöründe göstermiştir. Bugün piyasalarda “reel ekonominin” yani üretimin ve bunun sonucu gerçekleştirilen tüketimin ememeyeceği miktarda para bolluğu bulunmaktadır. Bir oran vermek gerekirse, piyasaya sürülen bir birim metaya karşılık, bunun on katı değerinde bir para piyasa da dolaşmaktadır! Ortalıkta para bolluğu vardır, ama bu para yatırıma ve üretim araçlarına gitmemektedir.
Paranın da bir meta olduğunu -metaları eşitleyen eşdeğer bir meta- ve dolaşım ve kredi aracı olarak kullanıldığını düşündüğümüzde, bugün piyasalarda para bolluğunun olduğunu, ama bu bolluğun yatırıma ve üretime dönüşmediğini -kapitalist emperyalizmin çürümesinin kanıtıdır bu- rahatlıkla görebiliriz. Bu aynı zamanda finans krizi olarak görünen şeyin, üretimle doğrudan ilgisinin olduğunun bir kanıtıdır. Sonuçları enflasyon, finansal kriz ve finans sektöründen çıkan krizin, kapitalist ekonominin diğer alanlarına zincirleme yayılmasıdır.
Şu çelişkiler düşündürücü olduğu kadar, bugünkü kapitalizmin işleyiş mekanizmasını ortaya koyması açısından da öğreticidir; piyasada bol para var ama, üretilen ürünlerin büyük bölümü elde kalmaktadır. Raflar ürünle doludur ama azı tüketilmektedir. Barınma sorunu vardır ama evler boşta kalmaktadır, işçiler bol bol üretmekte, ama çok ürettikleri için işsiz kalmaktadırlar. Örneğin piyasaya 100 birim meta sürülmekte, bunun ancak yarısı tüketilmekte, buna karşın ortalıkta 1000 birim para dolaşmaktadır! vb. vb. Çünkü kapitalizm gerçekten ihtiyaçları karşılamak için değil, tüketecek kadar parası olanlara üretmektedir. Ortalıkta göreli bir ürün bolluğu vardır ama bu tüketilemez! Bu da bütün kapitalist bunalımların temelidir. Bu bunalım kendi temelini de, kapitalist üretimin toplumsal karakteri ile, mülk edinmenin özel karakteri arasındaki uzlaşmaz çelişkide bulur. Bu çelişkinin, doğal olarak bunalımların kapitalist ekonomi içerisinde bir çözümü yoktur. Kapitalizm sürekli yıkarak, yaparak ilerler. Silahlanmalar, savaşlar da sürekli buradan çıkar.
Emperyalist kapitalist ekonominin bugün epeyce karmaşıkmış gibi görünen yapısı, bütün bu gerçeklerin çıplak olarak görünmesini engeller ve ortaya yanılsamaları besleyen bir tablo çıkar. Ama tablo ne kadar yanılsamalı olursa olsun, değişmeyen temel bir gerçek vardır; kapitalizm her durumda bunalımın yükünü işçi sınıfının ve emekçi yığınların sırtına yıkar. İşçi sınıfı ve emekçi yığınlar bu bunalımın yükünü omuzlamayı reddettikleri zaman, kapitalizmin sonu gelmiş demektir. Bu durumda artık söylenecek tek söz vardır, “hoş geldin hayalet.”
Ahmet Yaşaroğlu
ÖNCEKİ HABER

Yaşadıklarımı unutmayacağım

SONRAKİ HABER

Hristofyas-Talat polemiği

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...