16 Nisan 2008 00:00

GERÇEK

“Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick’i, IMF Başkanı Strause-Khan’ı nasıl tanırsınız” sorusuna son 25 yılda dünyadaki gelişmeleri izleyen herkes; “İyi biliriz

Paylaş

“Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick’i, IMF Başkanı Strause-Khan’ı nasıl tanırsınız” sorusuna son 25 yılda dünyadaki gelişmeleri izleyen herkes; “İyi biliriz. Bunlar borsa, faiz, döviz, kâr, rant dışında tanrı tanımayan; çeyrek yüzyıldır dünya ekonomisinin dümenini elinde tutan kurumların başıdırlar!” diyecektir.
Ama bu iki bay son bir-iki haftadır; “uyarıyor”lar. “Açlık savaşları çıkacak. Hükümetler önlem alsın. Küresel ekonomi büyük tehdit altında” diye demeçler veriyorlar.
Peki, “Hürriyet’i Milliyet’i, Vatan’ı, çok seyredilen televizyon kanallarını, sermayenin ekonomi uzmanlarını nasıl tanırsınız?” dersek, herhalde onlar için de herkes; “Bunlar da Strause-Khan’ın ve Zoellick’in hınk deyicileridir. Bunlar da dolardan, Avro’dan başka tanrı tanımazlar; çeyrek yüzyılda ekonomi deyince borsa, döviz, faizden, para oyunlarından başka bir ekonomi tanımazlar” der. Şimdi onlar da; IMF ve Dünya Bankası’nın uyarılarını herkesten önce manşetlere taşıyorlar: “Açlık savaşları geliyor”, “Dünya alev alev”, biz yazsak “Felaket tellallığı yapıyorlar” diyecekleri manşetler yapıyorlar.
Evet ama, etekleri gerçek anlamda tutuşmaya başladığı için “Yangın var!” diye çağırmaya başladılar; ama yangının gerekçesi konusunda, kendilerine ve ekonomik politikalarına toz kondurmuyorlar: Efendim; Çinlilerin ve Hintlilerin gelirleri arttığı için çok yemeye başlamışlar, onun için dünya gıda fiyatları artmış... Yok kuraklık olmuş da ondan böyle olmuş!..
Ama dünyada tahıl pirinç, buğday kıtlığı yok; en azından şimdilik... Kapitalist ülkelerin ambarları dolup taşıyor. Parasını verirseniz her şeyden istediğiniz kadar alıyorsunuz. Hatta tahıl yüklü gemilerin, yoksul ülkelerin limanlarının açığında beklediği gazetelerde yazılıyor.
Piyasa ekonomisi ve göklere çıkardığınız kapitalist girişimcilik bu değil mi; “serbest piyasa” dediğiniz bu değil mi?
Zaten “Yangın var!” diye bağıranlar buraya nasıl gelindiğine hiç değinmiyorlar.
Geri ülkelerin tarımlarını nasıl çökerttiklerini; eski tarım ülkelerini nasıl tarım ürünü ithal eden ülkeler haline getirdiklerini hiç gündeme getirmiyorlar.
Hele teknolojinin, yeni tarım tekniklerinin böylesi geliştiği, bilimin çöllerde bile tarım cennetleri kurabileceğinin mümkün olduğu bir dünyada açlıktan, gıda sorunundan söz etmek, ancak kapitalizmden başka düzen tanımayanların işi olabilir.
Türkiye’ye gelince; bugün iktidarda bulunan partinin, elbette buğdaydan pirince, kuru fasulyeden bulgura tüm tahıllarda, yağda, (etin de sırada olduğu belirtiliyor) bir yıl için fiyatları ikiye-üçe katlamasının (Türkiye’de gıdada fiyat artışı dünyadaki artışlardan çok daha fazla) nedeni ne kuraklıktır ne de stokçular. Öncelikle tarımı çökerten, Türkiye’yi uluslararası sermayeye entegre etmeyi tek politika olarak gören AKP Hükümeti ve büyük sermaye çevrelerinin politikalarıdır. Ve bu politikalardan başka bir seçeneği olmayan çürümüş sistemdir.
AKP Hükümeti ve onun başı; henüz ayaklanmalar olmadığı için olacak, olup biteni umursamıyor; gıda fiyat artışlarını kuraklığa bağlayarak; en fazla TMO’nun yeterince planlı davranmadığına bağlayarak örtmeye çalışıyor. Ama gerçek tersinedir. Çünkü, dünyanın ve Türkiye’nin bu hali içinde kuraklığın ve TMO’nun yönetiminin rolü sıfıra yakındır. Asıl olan, Türkiye’yi, son 20 yıl içinde tarım ürünleri ithal eden bir ülke durumuna getiren ekonomik politikalardır.
Gelmiş geçmiş hiçbir kriz, ürün yokluğundan çıkmamıştır. Ve elbette ürünü almak isteyen insan yokluğundan da çıkmamıştır. Tersine, bir yandan o ürünleri elde edemediği için ayaklanan, sokaklarda açlıktan ölenler ile marketlerin, depoların ağzına kadar ürünle dolu olmasından çıkmıştır. “Fazla üretim”, “eksik tüketim”, “arz fazlası”, “talep eksikliği” gibi kavramlar, belki iktisatçıların durumu açıklamasına yardımcı olan ama gerçek hayatın üstünü örtmeye yarayan kavramlar olarak kullanılmaktadır.
Şimdi dünya hızla, açların ayaklandığı; üretim araçlarını elinde tutan büyük sermaye güçlerinin de ürettikleri malları satamayacakları büyük bir krizin merkezine doğru sürüklenmektedir.
Elbette ki bu krizin aşılması kapitalist sistem açısından kolay değildir. Bu yüzden de önümüzdeki dönemde sermaye odakları; bir yandan Keynesyen önlemlere dönüşü kullanırken, öte yandan da henüz piyasaya açılmamış alanların (sağlık, eğitim, iletişim, ulaşım, yerel yönetim hizmetleri vb.) ve toprakların (İran, Hindistan, Ön ve Orta Asya...) piyasaya açılması için savaş dahil her yola başvurulması, en gelişmiş kapitalistler arasında dünyanın yeniden paylaşılması gayretlerini artıracaklardır.
Ama asıl olarak bu kriz eğer bir biçimde yavaşlatılıp frenlenemezse; işçi sınıfı için dünyanın emeğin dünyası olarak kurulması için de sınırsız fırsatlar sunacaktır. Elbette ki, Evrensel’in bu köşesinin dikkati de asıl olarak, krizin emekçilerin lehine yarattığı imkanlar, krizin faturasının sermayeye yüklenmesi için izlenecek stratejide emek güçlerinin birleşip mücadeleyi ilerletmesi sorunlarında olacaktır. Kriz de, bu krizden nasıl çıkılacağı ve emeğin kendi dünyasını kurmasının imkanları da bu stratejinin etrafında tartışılacaktır.
İ. Sabri Durmaz
ÖNCEKİ HABER

Hrant’ın katiline destek yok

SONRAKİ HABER

Emekçiler SSGSS için referandum istedi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...