17 Nisan 2008 00:00
AVRUPA GERÇEĞİ
İtalyadan yola çıkan Barış Gelini Pippa Baccanın Gebzede hunharca katledilmesi hem insanın yüreğini yakıyor hem de öfkesini artırıyor.
İtalyadan yola çıkan Barış Gelini Pippa Baccanın Gebzede hunharca katledilmesi hem insanın yüreğini yakıyor hem de öfkesini artırıyor. Tek dileği barış olan Pippa Bacca, otostopla çıktığı bu dikkat çekici yolculuğu/eylemi sırasında geçtiği bütün ülkelerde, bindiği bütün ulaşım araçlarında dostça karşılanıp, yardım görürken, daha yeni adım attığı Türkiyede katledilmesi elbette düşündürücüdür. O, belki de herkesin kendisi gibi savaşa, ırkçılığa, şiddete karşı çıktığını safça düşünerek çıktığı bu yolculukta insanlık düşmanı şiddet yanlılarının hedefi oldu.
Pippa Baccanın savaşın kol gezdiği Ortadoğu coğrafyasında; barışın, hoşgörünün en çok ihtiyaç duyduğu ülkelerden biri olan Türkiyede öldürülmesi sadece bir tesadüf mü?
Peki ya; Pippa Baccanın cesedinin gönderildiği gün ülkesinde savaş damadı Silvio Berlusconinin üçüncü kez başbakanlık koltuğuna, hem de açık bir farkla oturmayı garantilemesine ne demeli...
Savaşsız bir dünya için ülkesinden beyaz gelinliğiyle ayrılan, daha yolun başındayken gelinliği kana bulanan Pippa Baccayı, ülkesine geri döndüğünde elleri kanlı, her an savaşa gitmeye hazır siyah takım elbiseli damatlar alayının karşılaması acı bir tesadüften başka bir şey olmazsa gerek...
Evet, 13-14 Nisanda İtalyada yapılan genel seçimleri savaş yanlısı sağcı-faşistler kazandı; sözde solcu özde neoliberal sosyal demokratlar ve onların çeşitli türevlerinin oluşturduğu Sol İttifak kaybetti. Berlusconinin üçüncü kez başbakanlığı getirilmesi, Der Spiegelin dediği gibi, olsa olsa komedyenler ülkesinde olur.
Gerçekten de, 1994 ve 2001de başbakanlık koltuğuna oturan 71 yaşındaki Berlusconinin sanki eskiden seçilmemesine kaynaklık eden nedenler ortadan kalkmış gibi, yeniden, hem de açık farkla çoğunluğu elde etmesi düşündürücü.
Radikal sağcı görüşlere sahip, Mussoliniden geriye kalan faşistler ve Kuzeyin milliyetçilerinin desteğini alarak seçimlere giren Berlusconi, 2001de bu kesimlerin desteğiyle işbaşına geldiğinde bir çok Avrupa ülkesi kendisine tepki göstermişti. Gerekçe olarak merkez sağın radikal sağcı-faşistlerin desteğini alması, onlarla koalisyon kurması gösterilmişti. Keza, Berlusconinin politikayı kendi ekonomik çıkarlarına alet ettiği, adalet sistemini buna uydurmak istediği ifade edilerek, böyle politikacılara ABde yer olmadığından dem vurulmuştu.
Ama aynı Berlusconi, hafta başında üçüncü kez başbakanlık koltuğuna oturmayı garanti ettiğinde, daha önce şok açıklaması yapan AB ülkeleri, bu kez arka arkaya tebrik mesajları gönderdi. İlk kutlayanların Almanya Başbakanı Merkel, AB Komisyonu Başkanı Barossonun olduğunu belirmekte yarar var.
2001 ile bugün arasında tepki farkı Avrupanın Berlusconi ve onun destekçisi faşist partilere alıştığı, onları kendisinden gördüğünün bir göstergesinden başka bir şey değil.
Başka bir değişle; Berlusconi fenomeni artık Avrupa için bir tehdit değil, İtalya için küme düşmenin sembolüdür. (Die Tageszeitung, 15.04)
İtalya seçimlerinin oluşturduğu tablodan hareket eden Avrupa gazetelerinin çoğu, sağın yükselişinin sürdüğünden dem vuruyor. Dahası bu seferki zaferin içinde büyük değişimler taşıdığından söz ediliyor. Berlusconinin yeni dönem politikasının daha fazla neoliberal olacağı bugünden görülüyor. Verilen mesajların tümü bu yönde.
Köklü antifaşist, ilerici, sosyalist bir geleneğin olduğu İtalyada sağın yeniden iktidara gelmesinin temelinde elbette kendisini sol olarak tanımlayan sosyal demokrat cephenin başarısızlığında yatıyor. 2006da Romano Prodinin Berlusconiyi devirmesine neden olan politikaların başında Iraka asker gönderme geliyordu. Ülkedeki güçlü savaş karşıtı hareketi arkasına alan Prodi, askerlerin geri çekileceği yönünde verdiği söz üzerinden büyük destek gördü. Seçimleri kazandıktan sonra da sözünde durarak askerleri geri çekti.
Ne var ki; aynı Prodi, Afganistanda işgalci politikayı sürdürdü. Geri çekilme taleplerine kulak tıkadı. Bununla kalmadı ülkenin güneyindeki ABD askeri üssünün genişletilmesini, savaş karşıtlarının büyük gösterilerine rağmen onayladı. Emekçilerin kazanılmış sosyal haklarının budanmasında ise sınır tanımadı.
Hal böyle olunca dış ve ekonomi politikaları bakımında aslında Berlusconiden pek de farkı bulunmayan sol partiler koalisyonu, seçimlerden ağır bir yenilgiyle çıktı. Prodinin koltuk değneği olan sözde komünist ve sosyalist partiler de ağır bir yenilgi aldı. Bir zamanların güçlü İtalyan Komünist Partisinin devamı olan parti, Mussolini faşizminin yıkılmasından bu yana ilk kez parlamento ve senatoya giremedi. Sosyal Demokrat Partinin (DP) solunda kalan ve Gökkuşağı altında bir araya gelen sosyalist, komünist, çevreci partiler 2006da yüzde 10 oy alırken bu seçimlerde ancak yüzde 3.5 oy alabildi. Bu da, koalisyon ortaklığının faturasının bu kesimlere çok ağır olduğunu gösteriyor.
Muhalefetteyken barış eylemlerinin ve sosyal hareketin içinde yer alan bu partilerin çoğu, koalisyon ortaklığı döneminde bütün söylemlerine sırt çevirip, hükümet olmanın nimetlerinden yararlanmanın hesaplarını yapmaya başlayınca, halktan aldıkları desteği de kaybettiler.
Evet; Pippa Bacca Türkiyede hunharca katledildi, ama İtalyada savunduğu değerlerle birlikte mezara gömüldü. Onu yaşatmak hem Türkiyeli hem de İtalyalı savaş karşıtlarının tutarlı barış savunuculuğuyla ancak mümkündür.
Yücel Özdemir