22 Nisan 2008 00:00

Diyarbakır’dan çöle yolculuk

“Hep çöl, hep tarla, hep perişanlık yani…”Bazıları için medeniyeti anlatır ‘batı’ kelimesi, ancak savaş koşullarının yarattığı yoksulluğu yenmek için 10 yaşından beri mevsimlik işçilik yapan Kezban Kızıltoprak’ın, batıda tek gördükleri tarlalar, çadırkentler, güneşin altında 12 saat çalışmak, elektriksiz susuz yaşamak olduğu için yaptıkları işe “çöle gitmek” diyorlar

Paylaş

“Hep çöl, hep tarla, hep perişanlık yani…”Bazıları için medeniyeti anlatır ‘batı’ kelimesi, ancak savaş koşullarının yarattığı yoksulluğu yenmek için 10 yaşından beri mevsimlik işçilik yapan Kezban Kızıltoprak’ın, batıda tek gördükleri tarlalar, çadırkentler, güneşin altında 12 saat çalışmak, elektriksiz susuz yaşamak olduğu için yaptıkları işe “çöle gitmek” diyorlar.
Ben u sen Mahallesi
Diyarbakır ‘Ben u sen’ Mahallesi’nde iki göz evin içindeki tüm eşyalar kamyona yükleniyor. Battaniyeler, kap kacak, çocukların eşyaları… Bir de naylon çadır.
Bursa’nın Çardak köyüne tarlada çalışmaya gittiklerinde; yakıcı sıcağın altında ya da çamurun içinde, bir gaz lambasıyla aydınlatılacak, yılanlar içine girmesin diye dua edilecek naylon çadır en önemlisi. O çadırda 6 ay yaşayacak Kızıltoprak ailesinin bu yılki “çöl” yolculuğu geçtiğimiz pazar başladı. Erkekler eşyalarla birlikte önden gidiyor. Evin avlusunu şöyle son bir kez süpürüyor Kezban Kızıltoprak. Kirada oturdukları evleri 6 ay boş kalmasına rağmen ayda 100 liradan 600 lira ev sahibine borçlanacaklarını söylüyor Kezban. Sonra gözyaşları içinde aylarca uzak kalacağı büyük oğlunu kucaklıyor. Aziz, ilkokul ikinci sınıfa gittiği için ananesiyle kalacak, bu yıl çöle gitmekten kurtuldu. 27 yaşındaki Kezban, son kalan iki battaniyeyi omzuna atıyor, bir yanında 3 yaşındaki Yusuf, diğer yanında anaokuluna giden Abdullah, kendilerini uğurlamaya gelen akraba kadınlarla birlikte kentin görkemli surlarının gölgesinden geçerek istasyona doğru yürümeye başlıyorlar…
Diyarbakır tren garı
Tren istasyonu hareketli. Birçok aile, kışın yoksulluktan kurtulmak için yazın sefaleti yaşamayı göze alarak çıktıkları bu zorunlu göçün ilk durağına erkenden gelmiş bile.
Kamyonlar dolusu eşyanın, çuvalların, yatakların vagonlara taşınması bitiyor. Trenin kalkacağını haber veren düdükler çalıyor, anonslar yapılıyor. O ana kadar oyun oynamaya dalmış çocuklar, analarından babalarından ayrılacaklarını birden fark ederek ağlamaya başlıyorlar. Evlatlarından ayrılmak zorunda kalan anneler de gözyaşlarını tutamıyor. Kimi bir vagonun önüne çöküyor, kimi annesinin eteğine, babasının boynuna yapışıyor. Savaşın, geri bırakılmışlığın dayattığı yoksulluk, aileleri bir tren garında böyle ayırıyor bu sene de.
Bursa, Konya, Sivas, Manisa, İzmir…
Mehmet Kızıltoprak anlatıyor: “Aralıksız 15 yıldır gidiyorum tarla için batıya. Sezon nisanda başlıyor; ta eylül, ekime kadar sürer işler. 15-16 yaşından beri gidiyorum. Fabrika yok, iş yok, mecburen çoluk çocuklarımızı alıp gidiyoruz. Tarlalarda çalışıyoruz güneşin altında. Şimdiye kadar Bursa, Manisa, Konya, İzmir, Sivas yani her yere gitmişim. Ekmek nerede biz oradayız. İsterse dağın başında olsun... Karın üzerinde de çalışmışız, fırtınalı, yağmurlu günlerde de... Hep tarla, sebze işi; domates, biber, fasulye, mısır… Çapadan tut da toplamaya kadar yapıyoruz. Yani tarlayı siyah teslim alıp siyah teslim veriyoruz. Tren varsa trenle gidiyoruz. Araba olunca rahat gidemiyoruz, mecbur arabayı dolduruyoruz. O şekilde gidebiliyoruz ki yol parası daha ucuz olsun. Ne bileyim, zor yani gerçekten. Bizim insanlarımız gidip güneşin altında 10-12 saat çoluk çocukla birlikte çalıştığı zaman bir yandan gücümüze gidiyor ama mecburiyetten gidiyoruz. Diyarbakır gibi büyük bir şehirde bir fabrika olsa, iş imkanı olsa kimse gitmez. En başında ben gitmem.”
Mağarada yaşıyoruz sanıyor!
Türklerin, batıda yaşayanların ayrımcı yaklaşımları üzüyor onları. İzmir’den memnunlar. “Ama Bursa’dakiler biz dağlarda, mağarada, çadırda falan yaşıyoruz sanıyorlar” diyor Kızıltoprak. Eziyet bununla da bitmiyor: “Yağmur yağdığı zaman çok perişan oluyoruz. İzmir’de tarla sahiplerinin eski evlerinde kalıyorduk. Tarihi eser sayılacak evler ama mecburiyetten kalıyorduk. Çadırda ise kimi yerde çeşme var kimi yerde o da yok. Tulumba var, tulumba suyu bulanık, kirli. Aldığımız para da çok az. Ancak karın tokluğudur. Oraya gidip üç beş kuruş paranın da çoğunu orada harcayıp tekrar geliyoruz. Geriye kalan da burada bir iki ay yetiyor, ondan sonra borçlanıp oturuyoruz.”
Tifo, menenjit, havale…
Kezban Kızıltoprak, 10 yaşından beri mevsimlik işlere gidiyor: “9 yıldır evliyim, üç tane çocuk boynumdadır. Kiracıyım, kira derdim çok, gidip de o yerlerde sürünüyoruz. Hep çöl, hep tarla, hep perişanlık yani. O sıcaklıkta bidonlardaki sıcak suyu içiyoruz. Fabrika kurulsa seve seve çalışırız. Kadın milleti de böyle çöllerde sürünmeyiz. Çocuklar çok zorluk çekiyor. Biri ana sınıfa, biri ilkokul ikiye gidiyor. Üç yaşındaki çocuğumu götüreceğim tarlalara mecburen. Bizi oralarda hor görüyorlar, yanlarına yakıştırmıyorlar. Tarlalarda süründürüyorlar, bir 15 milyon para veriyorlar ya! Çadırların altında, o sıcaklıkta çocuklarımız havale geçiriyor. Çocuklar tifo oluyor, menenjit hastalığı oluyor… Benim küçük çocuğum geçen sene havale geçirdi.”
‘Köpeklerden beter yaşıyoruz orda’
Abdullah Ataş en eski işçilerinden ailenin. Yaşadıklarını Kürtçe anlatıyor o da: “Valla çöle gittim, soğana gittim, fındığa gittim 20 yıl. 6-7 ay çadır altında kalıyoruz. Sırtımıza yüklerimizi alıyoruz, gidiyoruz. Çadırların altında köpeklerden daha beter yaşıyoruz. Diyarbakır açtır, fukaradır, öksüzdür. Devlet hakkımızı bize versin, iş versin. Biz yoksuluz, bir şeyimiz yoktur. 20 yılımız buraya gitti ama hiçbir şeyimiz yoktur.”
Tren garında sabahlayacaklar
Diyarbakır treni dün gece yarısı Bursa Yenişehir’e ulaştı büyük ihtimalle. Gidecek yerleri olmadığı için geceyi tren istasyonuna açtıkları yataklarında geçiren belki yüzlerce mevsimlik Kürt işçi, bugün sabah saatlerinde çöle vardı, çadırlarını kurmaya başladı. (Diyarbakır/EVRENSEL)

‘Mayısta tarlaya giden çocuklar sınıfta kalıyor’
Feride Kabak, bu yıl mayısta gidecek Bursa’ya. Kızları İpek ve Gamze okula gidiyor çünkü. Ancak yine de bir ay erken bırakacaklar dersleri. Feride, “Çocuklar sürekli sınıfta kalıyor bu yüzden. Okuldan alınca çocukların boynu bükük oluyor. Diyorlar ‘anne niye bizi okuldan aliysen?.’”.Kadınların çadırkentte ne sıkıntılar yaşadığını anlatıyor ardından: “Ben 5 senedir Bursa tarafına gidiyem. Eşimin işi yok borç altına girmiştir. Çadırlarda kalıyık. Sabah saat 8’de çıkıyık altıda geliyık. Akşam gelince de çocukları yıka, giydir, kapları yıka yemek yap diyene kadar zaten akşam oluyor. Çapadır, dikimdir, toplamadır yapıyık. Fasulyedir, biberdir, domatestir toplıyık. Zor valla, sıcak su içiyık güneşin altıda. 24 saat çalış çalış çalış… Akrep vardır, yılan vardır. Yani her şeyi çok zordur orda. Bazı patronlar var çok iyi, bazı var çok kötü. İnsanların başında duruyor ‘onu yap, bunu yap, iyi yapmadın tarladan çık...’”
Elif Görgü
ÖNCEKİ HABER

Şanlıurfa’da okullarda öğrenci kaybı

SONRAKİ HABER

Ermenistan’la diyalog gündemde

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...