23 Nisan 2008 00:00

UZUN MESAFE

Nicedir emek örgütleri haykırıyordu: ‘Sağlıkta ticaret ölüm demektir’.

Paylaş

Nicedir emek örgütleri haykırıyordu: ‘Sağlıkta ticaret ölüm demektir’. Bu basit cümleyi yaşamlarında sınamış koca bir ülkenin insanları olarak gerçekliğimizi Adana’da yanan bir çocuğun bedeninde hep birlikte yeniden hissettik. Ya hükümet edenler? Yüreklerindeki sızı bir mahcubiyet içermedikçe bence anlamı yok. Daha üç yıl önce sayın başbakanın ağzından kameralara yansıyan ‘Şişli Etfal Hastanesi’ni sana satalım mı Mehmet Ali Bey!’ benzeri sözleri yani hastane görünce yerinde iş merkezi tahayyül eden zihniyeti unutmak ne mümkün.
Belki de kritik soruyu topluma yöneltmek gerekiyor. Sağlıkta ticaretin ölüm demek olduğunu ifade edebilmek için bir çocuğun yanan bedeninden yüreklerimizi yakan haykırışları mı beklemek gerekiyordu? İlgili özel hastanenin beş gün kapatılması kendileri için çözüm olabilir mi? Sağlıkta dönüşümün siyasi sorumlularından salt koltuklarını değil aynı zamanda iktidarlarını da hazır 23 Nisan’ken çocuklara devretmeyi talep etmeyi düşünüyorlar mı? Daha da sahicisi bugün Sağlık Bakanlığı koltuğunun Adana’daki hastaneye taşınması ve 8 yaşındaki İbrahim Yıldırım’ın yanık ünitesinden bakanlığı yönetmesi olurdu diye düşünüyorum. Siz ne dersiniz?
Ve son bir soru sağlık çalışanlarına; bugün 23 Nisan neşe doluyor mu hastan?

...

Tabura dönen hasta

Hastanede yatan bir yakınınız evine gönderildiğinde yakın çevrenizin kaygı dolu sorularına ‘taburcu oldu’ şimdi evdeyiz dediğinizde sonrasında evinizi bir tabur yani askeri mekan olarak tanımladığınızın farkında mısınız? Geçen hafta bu sözcük ilk kez gerçeği ile buluştu. İstanbul’da bir kamu hastanesinde yatak yaraları oluşmuş kronik ve yaşlı bir hastanın acil servisten taburcu edileceği yönündeki televizyon haberi üzerine Genelkurmay Başkanı Büyükanıt devreye girerek, taburcu olan tabura gider misali hastanın GATA Askeri Hastanesine getirilebileceğini söyledi.
Malumunuz Osmanlı’da modern tıp Askeri Tıbbıyei Şahane olarak geçen yüzyılın sonlarında kuruldu. O dönemlerden kalma bir tanımlama olduğu söylenir ‘taburcu etmek’ ifadesinin. Yeni nesil ise karma bir dil kullanıyor; kendine İngiliz hastasına Osmanlı. Sağlıkçılar kendi aralarında ve hastane evraklarında konuşurken ‘externe ettik (eksterne?)’ derken yazarken ‘kısaca ext. veya externe’ demeyi yeğliyorlar.
Buradan bakınca Türkçe’de yer almayan ‘x’ harfine kimsenin itirazı olmadığını söyleyebiliriz. Aynen taburu koca bir yüzyılda ev ile değiştiremediğimiz gibi. Sahi ne demişti 1980’lerde ünlü bir Türk büyüğü, hatırladınız mı! “ordulaşmış millet”.
Bana kalsa bugünlerde sağlıklı bir millet demek isterdim; canıyla, diliyle, kültürüyle. Oysa hastanelerden bakınca pek de mümkün olmadığını görüyorum. Adında W harfi olan bir TV kanalında ‘bir afişte W harfi olduğu için sorumluları yargılanıyor’ haberi yer alan bir ülkede Türkçe’nin yozlaşmaması pek mümkün değil. Resmi metinler ve diplomatik anlatımlarda kardeş oldukları vurgulanan bir halkın alfabesinden bir harfi silmeyi emreden ülkemde Türkçe’nin W ve X harfleri ile oynaştırılmasını hüzünle izlerken Q harfinin ne günahı vardı diyesim geliyor. Siz ne dersiniz?

...

Kolaylık vergisi

Gazetelere yansıyan bir haberde sağlık bakanı Recep Akdağ’ın gündemde olan tam gün yasası ile ilgili olarak konuşurken ‘Mesai sonrası çalışmalarda ilave ücret ödeyebilecek bir yapı getiriyoruz’ cümlesi satır aralarına gizlenmişti. Tercüme etmek gerekirse muayenehaneciliği devlet hastanelerine taşıyacaklarını söyleyebiliriz. Olmaz öyle şey diyenler için sanırım birkaç ufak hatırlatmada bulunmak gerekecek. Birer kamu kurumu olan üniversite hastanelerinde prim vakası olarak adlandırılan uygulama buna somut bir örnek. Orası üniversite diyenlere ise eski SSK’lardan bir hatırlatmaya ne dersiniz? İstanbul, Ankara ve İzmir’de yaşayan SSK’lılar için bu geçmişte yaşanan bir uygulamanın adıdır: “Suretime” Mesai sonrası denmekle birlikte kurum yöneticilerinin direktifleri ile bir saat önceden başlatılan bu uygulamada SSK’lı hastalar kendi hastaneleri olan bu kurumlarda muayene ücreti öderlerdi. Ameliyat ve yatış gerektiğinde ise cepten ödeme koşulu ile randevuları tüm diğer hastaların önüne alınırdı. Yani dönemin Çalışma Bakanlığına bağlı SSK hastanelerinde uzamış kuyrukların sorumlusu kurum hastaların acı ve çaresizliğini kâra dönüştürürdü. Yani sağlığın ticaretini yapardı. O dönem Türk-İş Ege bölge temsilcisi Mustafa Kundakçı ne de güzel ifade ediyordu olup biteni: ‘İşçilerimiz kendilerine ait hastanelerde muayene olabilmek için kolaylık vergisi ödemek zorunda kalıyor’. Ve kolaylık vergisini ödeyemeyecek hastalarımız; onlar daha çıplak konuşmayı seviyorlardı: ‘faturalı rüşvet’
Şimdi Türk Dil Kurumu’na bir çağrım olacak. Sağlık bakanı baklayı henüz ağzından çıkarmışken ilgili resmi mevzuata suretime karşılığı Türkçe bir sözcük bulmaları yerinde olur. Benim önerim yaşanmışlıklar üzerinden olacak: Kolaylık vergisi veya faturalı rüşvet. Siz ne dersiniz?
Dr. Zeki Gül
ÖNCEKİ HABER

İslami burjuvazi manşette

SONRAKİ HABER

İşgalin gölgesinde buruk bayram sevinci

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...