24 Nisan 2008 00:00

MERCEK

Genel insani değerler vardır; insanın insan olma arayış ve mücadelesinde şekillenmişlerdir; insanın doğa ve güçlerini anlama ve kendi yararına kullanma çabasının ürünü olup kuşaktan kuşağa aktarılmış, ilerletici ve zenginleştirici oldukları ölçüde korunup geliştirilmişlerdir.

Paylaş

Genel insani değerler vardır; insanın insan olma arayış ve mücadelesinde şekillenmişlerdir; insanın doğa ve güçlerini anlama ve kendi yararına kullanma çabasının ürünü olup kuşaktan kuşağa aktarılmış, ilerletici ve zenginleştirici oldukları ölçüde korunup geliştirilmişlerdir. Ulusların, sınıfların, çeşitli toplulukların benimsemekle kalmayıp yaşatılması ve sonraki kuşaklara devredilerek “daim kılınması”nı istedikleri çeşitli değerlerden söz edilebilir. Sınıf örgütleri ve partilerinin değerleri vardır; “insanlığın tarihsel yürüyüşü”nün biriktirdiği ilerici, ilerletici, özgürleştirici ne varsa miras edinen ve mücadele gücüne dönüştüren.
İşçi sınıfı partisi ve örgütlerinin değer bilip benimsedikleri ve geliştirip sonraki kuşaklara devrinde yarar gördükleri değerlerinin kaynağı “halk”ın kendisindedir; “halk”ın, her günkü yaşamı içinde ve esas olarak da kendisini sömürüp ezenlere karşı geliştirdiği mücadelenin süzgecinden geçirerek şekillendirdiği bu değerler, çok genelde söylenirse eşitliği, özgürlüğü, kardeşliği, aç ve işsiz kalmamayı, baskı altında tutulmamayı ve bilincine ulaştığı oranda sömürülmemeyi içerirler. Çok “saf”, çok belirgin, çok “rafine”, çok “homojen” olmayabilirler. “Nüve” olarak, gelişme halinde, “kötü” ve “geri” olanla iç içe, ayak bağı anlayış ve inançlarla karışık, geriye çeken, kendi yararının nerede olduğunun ve içinde bulunduğu durumdan nasıl kurtulacağının yol yöntem ve araçları konusunda “bilinci karışık”, aldanmaya hazır olma durumuyla ve teslimiyete götürebilecek yanlışlarla lekeli olabilirler. Ama kaynak oradadır!
Burjuvazi -ve her türden temsilcileri-, bunu, yüzyıllara dayanan yönetme ve toplumsal hakimiyetin sağladığı çok yanlı birikimden çıkararak en iyi değerlendirenlerin denebilir ki başında gelir. Sahip olduğu araç ve devasa denilebilecek olanakları işçi sınıfı başta olmak üzere halk kitlelerini hakimiyet altında tutmak için ve tüm ezilenlere karşı kullanırken, tarihsel deneyimi bir an olsun göz ardı etmemekte, kitleleri sisteme bağlı tutmak için yaşamın her alanında, her araçtan yararlanarak ‘beyinlere hükmetme’ye; kültürel etki, dini inançlar ve geleneklerin gücünü kullanmaya çalışmaktadır.
Eğer tarihsel değişimi sözcüğün özel bir anlamında kullanırsak, bugünkü sömürü sisteminin sürdürülmesinden yana olanlarla bu sistemin tasfiye edilerek sömürünün-dolayısıyla da baskının olmadığı bir sistemi kurmak isteyenler arasındaki mücadelenin esasını halk kitlelerinin kimin yanında olacağı oluşturmaktadır. Çünkü her iki kesimin, iki sınıfın bilinçli temsilcileri, partileri, örgütleri vs açısından da, “çarkı çevirecek, değişimi sağlayacak güç”ün bu güç olduğu, tarihsel deneyimden ya da sınıf mücadeleleri tarihinden çıkarılmış sonuçların en esaslısını oluşturur.
Bundandır ki, zulmün saltanatını yıkmak isteyenler tarih boyunca hep bu gerçek kaynağa baş vurmuşlar, egemenlerle ezilenler arasında sürüp giden mücadelenin ezilenler yararına başarıya ulaşması için, bizzat bu gücün harekete geçmesi zorunluluğundan hareket etmişlerdir. Bu, kölelik çağlarından bu yana, toplumsal tarihin kanıtlayıp kaydettiği en önemli derslerin başında olagelmiştir.
Toplumsal tarihin, sömürülenlerle sömürenlerin; ezenlerle ezilenlerin mücadelelerinin tarihi olarak geliştiğini ve bu gelişmesi içinde sömürünün ortadan kalkacağı/kaldırılacağı bir yeni tarihsel evreye varmasının zorunluluğuna da işaret ettiğini, bizzat bu gelişmenin kendi tarihine ve olgularına baş vurarak gösteren, ve tarihe de “insanlık tarihinin en büyük beyinleri” olarak geçenlerin önemle işaret ettikleri şey de, değiştirici gücün bizzat kendi talepleri ve çıkarları üzerinden harekete geçirilmesinin önemi olmuştur. Bu değişimin modern proletaryanın önderliğinde gerçekleşmesi için yaşamlarını adayanların en büyükleri olarak Marx, Engels, Lenin, Stalin ve öteki pek çok işçi sınıfı ve halk önderi de, işçi sınıfı devrimcilerinin her eylemi ve çabasının devrimin kitlelerin eseri olacağı anlayışını esas alması gereğine ısrarla işaret etmişlerdir. Marx’ın (doğumu 5 Mayıs 1818) ve Lenin’in (22 Nisan 1870) dönemlerinde, işçi sınıfı henüz bugünkü kadar ileriden yararlanabileceği araç ve olanaklara sahip değildi. Buna karşın, o günün denebilir ki daha geri imkanları içinde, proletarya ve emekçiler, tarihsel açıdan büyük başarılar sağlayabildiler, ulusal ve uluslararası ölçekte örgütlenip burjuva dünyasına büyük darbeler vurabildiler, dahası 20. yüzyılın ilk çeyreğinden başlayarak dünyanın altıda birinde sosyalizmi gerçekleştirdiler. Sosyalizmin yenilgiye uğratılmasından burjuvazinin dahi, “bir daha olmayacak” sonucu çıkarmadığını; aksine sömürü dünyasının yıkılmaya mahkum olduğunu bilerek, onu engellemek için çalıştığını biliyoruz.
Ve bugün, iktisadi-politik çok çeşitli olgunun, dünya proletaryası ve ezilen halklarla emperyalizm ve dünya burjuvazisi arasındaki mücadelenin giderek sertleşeceğine yol alındığına işaret ettiği bir dönemde, bu büyük tarihsel dersi derinlemesine kavrama ihtiyacımız daha da artmıştır. Böylece, sahip olduğumuz araç ve olanakların değerini daha iyi anlayacak, onları, daha ileri adım atmanın ve görev ve sorumluluklarımızı daha ileriden yerine getirmenin gücüne dönüştürmek için, yönelmemiz gereken yeri, kaynağı, gücü daha net olarak görebileceğiz. Neredeyse her günü özel bir değer ve anlamla yüklenmiş Mayıs ayına girmekte olduğumuz şu günlerde bu daha da önemlidir.
A. Cihan Soylu
ÖNCEKİ HABER

Emekçiler 1 Mayıs’a hazırlanıyor

SONRAKİ HABER

Oturum özel konuşma bildik

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...