13 Mayıs 2008 00:00

GÖZLEMEVİ

“9. Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali” sırasında, akşamlardan bir akşam da ünlü Oyuncu-Yönetmen Murat Atak’ın yönetip sunduğu Kanal B yapımı “Atölye” programına canlı yayın konuğu olarak katıldım.

Paylaş

“9. Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali” sırasında, akşamlardan bir akşam da ünlü Oyuncu-Yönetmen Murat Atak’ın yönetip sunduğu Kanal B yapımı “Atölye” programına canlı yayın konuğu olarak katıldım. Programın önceki bölümündeki konuk ülkelerin temsilcilerinin, anlaşılabilir olmak adına daha ziyade sözsüz oyunla festivale katılmak yolundaki düşüncelerini kınadım; tiyatronun ayna görevinden, insanı insana anlatmak özelliğinden söz ederek tiyatronun dini, dili, mezhebi, ırkı olmadığını söyledim.
İtalya’nın Labrys Tiyatrosu, Roberto Capaldo’nun yazdığı ve oynadığı, Fabrizio di Stante’nin yönettiği “Morra” adlı oyunla festivale katılmıştı. Roberto Savino, Commedia Dell’Arte’nin ünlü Pulcinella tiplemesiyle mükemmel bir öykü anlattı. Commedia Dell’Arte’nin İtalyancadan dilimize çevrildiğinde “oyun zanaatı” olarak tanımlanabileceğini, yaklaşık olarak “sanatçıların komedisi” olarak da adlandırılabileceğini kanıtlarcasına kendi doğasını ve özelliklerini gösteren bir oyunculuk sergiledi. “Commedia Alla Maschera”dan (“Maskeli Komedi”), “Commedia İmprovviso”dan (“doğaçlama komedi”) örnekler verdi. Commedia Dell’Arte’nin aptal görünümlü kurnaz; sadece kadın, içki, yemek seven; sinsi, intikamcı, tembel, İtalyanca piliç sözcüğünden türetilmiş uşak tiplemesinin yaşamından yola çıkarak, Ernesto’nun yaşamından kesitler sundu. Natalia ile evlenişini, “mafioso” Paolo di Lauro ile ilişkisini, Lauro’nun oğlu Cosimo’nun mafya liderliğine yetiştirilişini öyküledi. Gösterisini bir ara “interaktif” biçeme bile bürüdü. İzleyicisini elindeki maske aracığıyla Pasquale Burra ile Cellat Catoldo ile tanıştırdı. Gelsomina’nın ve Salvatore’nin mafya çetelerinin birbirleriyle çatışması sırasındaki vuruluşlarını anlattı. Commedia Dell’Arte’nin; “Amaç yaşamı düzeltmek değil, yaşamı olduğu gibi göstererek bir yaşam enerjisi üretmektir” sloganına uyarak mükemmel bir dinamizm üretti, müthiş bir biyomekanik oyunculuk ve sesli vücut örneği verdi. Simone di Bartolomeo’nun Capaldo’ya perküsyonla eşliği de eşsiz güzellikteydi.
Oyundan sonra kaldığımız otelin lobisinde Roberto Capaldo, Fabrizio di Stante, Trabzon Devlet Tiyatrosu Müdürü, ayrıca festivalin komite başkanı Murat Gökçer ve Simone di Bartolomeo ile söyleşirken Commedia Dell’Arte’deki oyunların doğaçlama ile oluşturulması ve önceden belirlenen temaya oyunculuk ve doğaçlama yanında güldürü eklenmesi geleneğinden söz ettik. Capaldo, temaları genel anlamda evlilik, cinsellik, aldatma, kurnazlık, yeme-içme, para gibi gündelik konulardan alarak oluşturduğunu söyledi. “Morra”yı “Gomorra” adlı kitabının bölümlerinden de yararlanarak, insanın gündelik yaşamından yola çıkarak sahneye uyarlamıştı, uyarlarken grotesk ve fanteziyi de kullanmıştı. Yaşam koşullarında kendi içgüdülerine de yenilerek hatalar yapan insanlardı konu edindiği.
Capaldo, hep aynı karakteri oynasa dahi kendini özgür duyumsadığı için Commedia Dell’Arte’ye gönül verdiğini anlattı. “Karakteri kendi oyunculuğum ile değiştirip yenilikler katabiliyorum” dedi. Belirlenmiş klişeler onun için sadece çıkış noktasını oluşturuyor ve asla bir hedef “teşkil” etmiyordu. Bu nedenle de, elinde dilediği gibi yoğurduğu bir hamur vardı.
Yönetmen Stante ise bir Commedia Dell’Arte eserine reji yapmanın sanıldığı kadar zor olmadığını anlattı. Commedia Dell’Arte doğaçlama sanatıydı, komik jestler ve stilize maskeler gibi özellikleri çağdaş oyunlara uyarlayarak kullanıyordu. Oyuncu ustaydı ve oyuncuyu yönetmeye gerek görülmez, sadece sahne trafiğini düzenlemekle yetinilirdi. Commedia Dell’Arte, yaşamı gülerek algılayan ve onu düzeltmek gibi bir amaç gütmeden din-dışı ve ahlak-dışı olayları sergileyen özgürlükçü bir tiyatroydu. Oyunun konusunun izleyici tarafından anlaşılmasını sağlamak üzere, Commedia Dell’Arte geleneğinde var olan, yönetmenin “argomento (özet)” okuması yerine, neden sahnenin sol tarafına projeksiyonla yansıtılan çeviri metni kullandığınıysa sormadım.
Bir başka akşam, Shakespeare’in ünlü “Hamlet”ini İsviçre’den Markus Zohner Tiyatrosu yapımı olarak izledik. “Ha! Hamlet” başlıklı oyunu Patrizia Barbuiani ve Markus Zohner yönetmişti ve bir podyum üstüne yerleştirilen iki döner tabure üstünde birlikte oynadılar. “Hamlet”, bilindiği gibi son derece uzun (oyunun kesintisiz oynanması altı saatlik bir süreyi gerektiriyormuş), oldukça ağır, dili çapraşık, “havası” değişken, incelikli bir oyun.
Barbuiani ve Zohner, “Hamlet”i çok yönlü bir eğlence olarak ele almışlardı ve bu anlamda hem çok doyurucu hem de oynanması özel beceriler, hünerler ve hazırlık gerektiren bir oyun örneği verdiler. Shakespeare’in bu oyunda tragedya ile komedyayı bir arada kullanmasından alabildiğine yararlanmışlar ve ölümü bile hem bir acı, hem de eğlence kaynağı olarak değerlendirmişlerdi. Yaşamın ve ölümün, varlığın ve yokluğun anlamı, sürekli olarak değişen bakış açılarıyla birlikte değişti. Her bir kavram, her bir değer Patrizia Barbuiani-Markus Zohner ikilisinin yaratıcılığının doruğunda toplumsal ve evrensel ölçütlere göre başka görünümler kazandı.
Prens Hamlet’i tutarsız, kolayca kalıba sokulamayacak bir kişi olarak yorumlamışlardı. Hamlet’in kişiliğini yeterince yansıtabilmek için Hamlet’i bir biri, bir diğeri oynadı. Hamlet’in kişiliği avuçlarda kaydı gitti. Oyun içinde, davranış ve tepkileri (hem kendine, hem başkalarına karşı) çoğu kez ters ve beklenmedik tepkiler olarak izleyiciye iletildi. Kişiliği sürekli başkalık gösterdi Hamlet’in. Bu yanı, onun için hem bir sorun hem de bir kolaylıktı. Bir yandan kişiliğini bulamamanın, bilememenin acısıyla kıvranırken, öte yandan esnekliği sayesinde herkese uyabildi, her kılığa girebildi. Hem acı çeken, hem çektiren ve bunu bildiği halde önüne geçemeyen insanoğluydu Hamlet.
Barbuiani-Zohner çifti, Hamlet’in yalnızca var olmanın mı yoksa olmamanın mı daha iyi olduğunu değil, var olup olmadığını ve var olmakla olmamanın bir anlam taşıyıp taşımadığını soran kişiliğini öne çıkarmışlardı. Hamlet, sorularını cevapsız bırakan bir evren karşısında düşünen, düşünmek zorunda olan kişiydi. Yalan dolanla, dolap düzenle, küçük hesaplarla dolu bu dünya ile; beklenmedik kılıklarda anlaşılmaz buyruklar gönderen öteki dünya arasında gidip gelen bir kişilikti. İnsanı aynı anda hem yarı tanrı, hem de bir toz parçası gibi görmenin acısıyla bunaldı. Barbuiani-Zohner çifti, mimik ve vücut jestüeli; lokal ve “sosyal jestus”u, evrensel drama ilkelerini öyle olağanüstü bir başarıyla buluşturdu ki etkilenmemek olanaksızdı.
Akşam otele döndüğümüzde, Trabzon Devlet Tiyatrosu Müdürü Murat Gökçer, sevgilim Şaylan, Trabzon Devlet Tiyatrosu oyuncularından Uğur Keleş, Müge Acar, Konya Devlet Tiyatrosu Müdürü Tomris Çetiner ve eleştirmenler Sevgi Sanlı, Hayati Asılyazıcı, lobide toplaşıp uzun süre bu iki oyun üzerine söyleştik. Tiyatro sanatının kutsallığı noktasında yollarımızı kesiştirdik. Benim “9. Trabzon Devlet Tiyatrosu Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali” izlenimlerimi cuma günü de sürdürmem konusunda söz kestik.
(“Anadolu’ya Yüzünü Dönen Tiyatro Eleştirmeni Ödülü”ne değer görülmemle ilgili olarak okurlarımdan gelen kutlama iletilerine teşekkür ediyorum.)
Üstün Akmen
ÖNCEKİ HABER

Genç Yüreklere Özgür Yarınlara

SONRAKİ HABER

Lessing için Nobel’i kazanmak ‘felaket’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa